Su metalaşıyor, canlılar yoksunlaşıyor 2017-03-21 07:08:51 ANKARA - Yakın zamanda insanlığı su kıtlığının beklediği uzmanların ortak görüşü. Konuyla yakından ilgilenen Gaye Yılmaz, "Kapitalist sistemde suyun korunması imkansız" dedi. Birleşmiş Milletler'in (BM) 1993 yılında aldığı karardan bu yana 22 Mart günü, "Dünya Su Günü" olarak karşılanıyor. Dünyadaki tükenmekte olan temiz su ihtiyacı ve su konusundaki tasarruf bu günün en önemli vurgusu. Ancak dünya devletlerinin bir araya gelerek oluşturduğu çoğu kurum ilan ettiği günlerde olduğu gibi Dünya Su Günü de, yine dünya devletlerinin ve üretim şeklinin verdiği zararı örten bir işlev görüyor. Dünya Su Günü'nde topluma sıklıkla su kullanımında tasarruf edilmesi öneriliyor. Buna karşın konuya dair eleştirel bakış açısına sahip olan bilim insanları, suyun tükenmesine yol açan başlıca sebepler arasında kapitalist üretim sistemindeki su kullanımı ve barajlar gibi enerji üretim merkezleri olarak gösteriliyor. Öyle ki, BM Ticaret ve Kalkınma Konferansı (UNCTAD) verilerine göre, 1960’da OECD üye ülkelerinde tüketilen toplam suyun yüzde 12’si tek başına endüstriye aitti. Bu oran 2000'li yıllarda yüzde 59’a ulaştı. Ekonomist kimliğiyle tanınan anca aynı zamanda bir çevre aktivisti Gaye Yılmaz, her Dünya Su Günü'nde suyun metalaşmasına dikkat çekiyor. Yılmaz, 2013 yılında "Suyun Metalaşması: Kıtlığın Nedeni Kıtlığa Çare Olabilir Mi?" başlığıyla bir kitap da yayımladı. Dünya Su Günü'nde dihaber'in sorularını yanıtlayan Yılmaz, suyun metalaşmasının farklı ürünlerin metalaşmasından daha farklı sonuçlar ortaya çıkardığını söyledi. Gıda almadan bir süre yaşanabildiği halde susuz yaşanabilecek sürenin son derece kısa olmasına işaret eden Yılmaz, "Kaldı ki suyun metalaşması dediğimizde yalnızca marketlerde plastik şişelerde satılan suyu değil, evlerimizde musluklardan akan suların da piyasa fiyatlarıyla satılmasını kast ediyoruz. Bu bağlamda, istemeyen veya gücü yetmeyen marketten su almayabilir, ama evdeki musluk suyunu maliyet yüzünden kullan(a)mamak düşünülebilir mi?" diye sordu. 'SUYUN METALAŞMASI TÜM CANLILAR İÇİN YOKSUNLAŞMA' "Suyun metalaşması" kavramı ile kast edilen bir başka durumun ise doğal su varlıklarının şirketlerin emrine tahsis edilmesi olduğunu söyleyen Yılmaz, "Ki bu yalnızca insanlar değil bu su kaynaklarında yaşayan tüm canlılar açısından bir yoksunlaşmadır" diye ekledi. Yılmaz, "Benzer şekilde, suyun metalaşması geçimlik tarımın son bulmasına yol açacağı için, kırdan kente göçün hızlanması, kent işsizliğinin daha da artması ve sermayenin kontrolüne geçen topraklarda endüstriyel tarımın başlamasıyla birlikte gıda güvenliğinin tamamen risk altına girmesidir" değerlendirmesinde bulundu. 'SU METALAŞMASA DA KİMSE İHTİYAÇ FAZLASI TÜKETMEZ' Tüm bunlara rağmen çoğu insan tarafından suya bir bedel konulması kabul görüyor. Yılmaz, "bedeli olmazsa insanlar suyu fütursuzca harcar" şeklindeki tartışmanın doğru olmadığın söyledi ve ekledi: "Emek gücü tarafından üretilen ürünler ile doğanın sunduklarının bir bedel karşılığında satılması tasarrufu değil tam da tersi savurganlığı arttırır. Bunun en çarpıcı örneği bugün dünyadaki balık tüketiminin üçte birine eşit miktardaki balığın sadece paketleme standartlarına uygun büyüklükte olmadığı için 'çöp' olarak atılıyor olmasıdır. Dünyanın bir tarafında açlık kol gezerken diğer tarafında insanın tüketme kapasitesinin çok üstünde miktarlarda üretilen gıdalar çöpe atılmaktadır. Brezilya’nın Porto Allegre kentindeki Çiçekler Adası, bu çöplerin toplandığı bir adacıktır ve bu adadaki çöp dağları domuz üreticiliği yapan bir şirkete satılmıştır. Etrafı dikenli çitlerle sarılmış olan bu çöp dağlarına ilk erişim hakkı domuzlara verilmiştir. Ancak domuzlar yeterince doyup, çöplükten ayrıldıktan sonra insanların girişine ve domuzlar için elverişli olmayan yiyecek artıklarını toplamalarına izin verilmektedir, Su, öyle bir temel ihtiyaçtır ki bir metaya dönüştürülmemiş, özel mülk edinilmemiş olsa hiç kimse ihtiyacından daha fazla tüketemez, stoklama gereği duymaz." 'SUYUN BİR BEDEL OLARAK SATIMASI SAVURGANLIĞI ARTIRIYOR' Yılmaz, suyun bir bedelinin olması tasarruf edilmesi değil aksine savurganlığına yol açtığını söyledi. Sermayenin kar için daha fazla satış istediğine işaret eden Yılmaz, Fakat su kaynakları ve şebekeleri üzerinde özel mülkiyetin tesis edilmesi yoluyla bu kaynaklar üzerinden kar elde edileceği için suyun daha çok daha çok satılması, yani aşırı miktarlarda, savurganca tüketilmesi gerekmektedir. Aksi taktirde su şirketlerinin 'üretelim ama satmayalım' demesi gerekir ki bu eşyanın tabiatına aykırıdır. Dolayısıyla suyun bir bedel karşılığında satılması tasarrufu değil, su savurganlığını arttırır." 'SUYU KULLANAN ŞİRKETLERİN ÇIKAR ÇATIŞMASI' Suyun dolaylı ya da doğrudan bir üretim girdisi olarak kullanılmadığı hiçbir üretim olmadığını söyleyen Yılmaz, ekledi: "Zira diğer pek çok şey bir yana üretimin birincil öznesi insan emek gücüdür ve su olmadan emek gücünün üretim yapması mümkün değildir." Yılmaz, suyun ticari bir mal haline getirilmesi endüstrinin bütün sektörlerini ilgilendiren bir durum ve bu farklı sektörler arasında gerilimlerin, çıkar çatışmalarının baş göstermesi kaçınılmaz olduğunu söyledi. Yılmaz, bu durumu şu örnekle açıkladı: "Örneğin şişe suyu şirketleri hidroelektrik enerji (HES) şirketlerinin çıkarlarını zedeleyen bir faaliyet yapmaktadır. Zira HES’lerde su gücüne dayalı enerji üretebilmek için akış hızı yüksek, bol suya ihtiyaç vardır, ama aynı akarsu üzerine şişe suyu tesisleri konuşlandığında su miktarı ve akış hızı azalır. Benzer şekilde, sanayinin ihtiyaç duyduğu su ph düzeyi en düşük, en kaliteli sudur. Fakat insan sağlığı açısından içme suyunun da aynı derecede temiz ve içilebilir kalitede olması gerekmektedir. Dolayısıyla şişe suyu şirketleriyle sanayi arasında da çıkar çatışmaları vardır." 'KARI KORUMAK İÇİN SU TASARRUFU İSTENİYOR' Bu noktada, su tüketimine dair yayınlanan "kamu spotlarına" dikkat çeken Yılmaz, "Bu duyurular (kamu spotları) sanılanın aksine ortak bir iyiyi yansıtmaz, yalnızca devletin en fazla desteklediği sermaye fraksiyonunun hangisi olduğu bilgisini ele verir. Görünen o dur ki Türkiye’de devlet, su söz konusu olduğunda en fazla sanayinin ve hidroelektrik enerji sektörlerinin arkasındadır. Bu bağlamda, kar odaklı üretimi korumak ve desteklemek için halkın suyu tasarruflu kullanması istenmektedir" değerlendirmesinde bulundu. 'KAPİTALİST SİSTEMDE SUYU KORUMAK İMKANSIZ' Yılmaz, suyun korunmasının kapitalist sistemde imkansız olduğunu söyledi. Kapitalist sistemde üretimin ihtiyaca göre değil kar için aşırı miktarda yapılmasına işaret eden Yılmaz, "Tarımda 1950’lerde başlatılan 'yeşil devrim' toprakların ve yer altı sularının zehirlenmesine, toprağın aşırı derecede tuzlanmasına yol açarken; sanayi üretimine ağırlık veren merkez ülkelerde de en fazla yer altı su kaynaklarının tüketildiği biliniyor. Fakat yer altı ve yüzey suları arasında simbiyotik bir ilişki var, hangisi azalırsa ötekini de azaltıyor. Yüzey suları savurganca kullanıldığında yer altı suları derinlere kaçıyor; yer altı suları sonuna kadar çekildiğinde yüzey suları azalıyor ve nehirler kuruyor. Dolayısıyla su kaynaklarının kapitalist üretim koşullarında korunabilmesi imkansız" değerlendirmesinde bulundu. 'SU SORUNU SINIF SORUNUYLA SIKI SIKIYA BAĞLIDIR' Öte yandan suyun metalaşması ve suyun yoksunlaştırılması sorunu Türkiye sadece bir grup çevreci aktivistin sorunu olarak görülüyor. Yılmaz ise bu sorunun sınıfsal niteliğine dikkat çekti ve demokratik kesimlere şu önerilerde bulundu: "Tıpkı kadın mücadelesi gibi ekoloji mücadeleleri de sınıf hareketinden uzak durmayı rüştünü ispat etmenin bir yolu olarak görmektedir. Buna sınıf hareketlerinin sekter ve üsttenci duruşları ile sınıf analizlerinin diyalektikten kopuk, ekolojik yıkım ve sermaye birikimi arasındaki yapısal ilişkiye körleşmiş olması sorununu da eklemem gerekir. Evet hem kadın hem ekoloji mücadeleleri özgündür, farklıdır. Fakat her iki sorunsal da tıpkı sınıf sorunu gibi kapitalist üretim ilişkisiyle sıkı sıkıya bağlıdır. Nasıl ki su mücadelelerinin anti-kapitalist olmak dışında bir başarı şansı yoksa, sınıf mücadeleleri de hızla cinsiyet eşitliği ve ekoloji konularını -göstermelik kaygılardan uzak bir şekilde- öğrenmeli ve bilince çıkarmalıdır." DÜNYADA SU SORUNUN TABLOSU BM'nin 2006 yılı İnsani Gelişim Raporundaki veriler gelişmekte olan ülkelerde yaklaşık 1.1 milyar insanın suya yeterli oranda erişimi olmadığını gösteriyor. Rapor, suya erişimin olmaması ile yoksulluk arasında organik ilişkiye dikkat çekiyor. Buna göre temiz suya erişimi olmayan her üç kişiden ikisinin günde 2 doların altında; üç kişiden birinin ise günde 1 doların altında bir gelirle yaşamak zorunda. En temel sağlık hizmetlerinden yoksun 660 milyondan fazla insan günde 2 doların altında bir gelir elde ederken; aynı kategorideki 385 milyondan fazla insan da günde doların altında bir gelir elde ediyor. Dünyadaki suyun sadece yüzde 2,5 talı su. Bu rezervlerin yanlızca yüzde 1'i kullanılabiliyor. Dünya Bankası ve Waternet gibi konuyla yakından ilgilenen birçok kurumun güncel verilerine göre ise dünya genelinde 1 milyardan fazla kişi kullanılabilir suya erişemiyor ve buna rağmen su talebi 2020 yılına kadar yüzde 40 artacak. Bun karşın 2030 yılında dünya yüzde 40 oranında bir su kıtlığı ile karşı karşıya kalacağı öngörülüyor. Öte yandan kirli su dünya genelinde her yıl başta çocuklar olmak üzere 10 milyon kişinin salgın hastalıklar sebebiyle hayatını kaybetmesine neden oluyor. Deniz Nazlım - dihaber