İktisatçı Bilgin: Ekonomik kriz emir, talimat ve tehditlerle aşılmaz

DİYARBAKIR - Ekonomik krize karşı “milli seferberlik” ilan edildiği bu günlerin arka planını değerlendiren İktisatçı Erhan Bilgin, emirler, temenniler, talimat ve tehditlerle ekonominin yönlendirilemeyeceğini hatırlattı. Cumhurbaşkanı ve hükümetin aldığı tedbirlere de değinen Bilgin, “Dolar bozduranlar, Euro satın aldı” diyerek iktidarın kapitalizmin reel kanunlarına teslim olacağını söyledi.

Türkiye’nin ciddi bir ekonomik kriz içerisinde olduğu her geçen gün kendisini daha fazla gösteriyor. Türk Lirası diğer para birimleri karşısında giderek değer kaybederken, açıklanan son verilere göre Türkiye ekonomisi yılın üçüncü çeyreğinde yüzde 1.8 küçüldü. İşsizler in sayısı ise, 3 milyon 523 bine ulaştı.

Eleştirel İktisatçı Erhan Bilgin’e göre, Türkiye’nin içine girdiği ekonomik krizin arka planında karların gerilemesi, verimliliğin düşmesi, rekabet gücünün azalması ve sermaye birikimindeki tıkanma var.

Yönelttiğimiz soruları yanıtlayan Bilgin, “dış yatırım ihtiyacı, yüksek ithalat gereği, enflasyonun yüksekliği, nakit tasarruf ihtiyacı, ekonominin istikrarsızlığı ile bölgede ve sınır komşularında savaş koşulları” sebeplerinden Türkiye ekonomisini döviz kullanmak zorunda olduğunu vurguladı. Bilgin, “Hatta döviz kullanılmasın diye ağır ceza gerektiren bir kanun çıkarılsa bile” siyasal iktidarın geri adım atacağını ve kapitalizmin kurallarına teslim olacağını da söyledi.

* Mevcut krizin arka planını ve konuşulur hale gelinmesini, “karların gerilemesi, verimliliğin düşmesi, rekabet gücünün azalması, sermaye birikimindeki tıkanma” diye sıralıyorsunuz. Bu süreç nasıl gelişti, arka planı hazırlayan nedenler arasında Kürt sorunu, insan hakları, demokratikleşme, başkanlık tartışmaları gibi politik nedenlerin payı nedir?

Türkiye ekonomisi uluslararası kapitalist sistemin bir parçası. 2008 Dünya ekonomik krizinin dalgalanmalarından bağışık olması mümkün değil. Dünya kapitalist sistemi içindeki bütün ülkeler veya ekonomik bölgeler kapitalizmin bu tarihi, yapısal ve genel krizinin bir parçası. Bu krizlerin temel nedeni, kar hacminin ve kar oranının düşmesi ve nihayet sermaye birikiminin tıkanması. Krizin aşılması için uluslararası işçi sınıfının ücret, sosyal güvenlik, çalışma koşulları bakımından kazanımlarının yeniden ama çok sert, yıkıcı biçimde tahrip edilmesi gerekiyor.

Türkiye ekonomisinin 2016'da yeniden ciddi bir krizin eşiğine varmasında esas etken, sermaye birikiminin (alınan tedbirlere rağmen kaçınılmaz) tıkanması. Belli bir aşamada yatırımlar artsa, faizler düşse, ücretler yükselmese bile, kar oranının kaçınılmaz gerilemesi krize neden oluyor.

Ama hiçbir ekonomi güçlü bir toplumsal muhalefetin (işçi sınıfı, Kürt hareketi ve sosyalist hareket) etkisinden kendisini kurtaramaz. Günümüzde toplumsal muhalefet son derece zayıf ve mücadelesinin ekonomiyi etkilediği söylenemez.

Bölgede ve ülke sınırları dışında devam eden savaşın ise ekonomiyi etkilediği çok açık. Üç bakımdan birincisi, askeri harcamaların artması yoluyla bütçenin olumsuz etkilenmesi. İkincisi ve daha önemlisi, savaş ve istikrarsızlık görünümü nedeniyle "beklentilerin" olumsuz hale gelmesidir. Beklentiler olumsuz hale geldiğinde uluslararası ve yerli sermaye, yatırımlarını yapmaz veya geciktirir. Faaliyetlerini başka bölge veya ülkelere kaydırır. Uluslararası kredi faizleri yükselir. Türkiye ekonomisinde yatırımların yavaşlamasının en önemli nedenlerinden birisi budur.

Savaş ve istikrarsızlığın, sermaye birikimine faydaları da var: ucuz emek, korunaksız istihdam gibi.

* Sermayedeki kayıplar ses getiriyor ancak gelen zamlar, alım gücünün düşmesi ve düşük ücretle çalışanlar bu süreçte nasıl etkileniyor ve bu kesimi neden konuşamıyoruz?

Ekonomideki yavaşlamanın ve muhtemel bir çöküşün en çok emekçileri etkileyeceği defalarca pratikte kanıtlandı. Daha şimdiden (Resmi verilere göre) 2016'nın ilk 8 ayında yaklaşık 300 bin çalışan işini kaybetti. 2016'nın son döneminde bu sayının yarım milyonu aştığını tahmin ediyorum. Emekçinin gerçek enflasyonunun resmi enflasyonun iki katından fazla olduğunu dikkate alırsak yılbaşından bu yana ücretlerin yüzde 20 civarında düştüğünü de belirtmek gerekir.

Bu meseleler, toplumun gerçek gündemini oluşturuyor. Ama gündemi belirlemesi için bir kaldıraca yani gerçek bir toplumsal muhalefetin öncülüğüne ihtiyaç var. Zaten bu zayıflık Kürt hareketinin demokratik taleplerinin gündeme gelmemesinin de en önemli nedenleri arasında yer alıyor.

* Krizin küresel boyutu nedir ve ABD’nin yeni başkanı göreve başladığında süreci nasıl etkileyecek?

Kapitalizmin dünya çapındaki krizi tek tek ülkelere baktığımızda az çok farklı bir görünüm sergiliyor. Bu durum her ülke sermayesinin sabit sermaye kapasitesine ve işçi sınıfı kazanımlarının düzeyine bağlı. Gerçekten de işçi sınıfının direncinin kırıldığı, ücretlerin düşürüldüğü, çalışma koşullarının ağırlaştırıldığı, sosyal harcamaların sınırlandırıldığı ülkelerde, (ABD, Almanya, İngiltere gibi) nispeten bir toparlanma sözkonusu. Ama öte yandan İspanya, İtalya ve Fransa'daki sert genel grev ve mücadeleler, sermayenin saldırısının kolayca hayata geçirilemeyeceğini gösteriyor. Ağır kriz (Depresyon), işçi sınıfı aşırı biçimde sömürüldüğü halde, Çin'i de pençesine aldı.

Kriz uluslararası rekabetin son derece keskinleşmesine yol açtı. Rekabetin iktisadi görünümü şöyle: Her ülke kendi sermayesinin çıkarlarını azami ölçüde korumaya, iç pazarlarını rakip sermayeye (ve ülkelere) karşı sınırlamaya çalışıyor. Ama buna karşılık dış pazarlarda daha fazla etkin olmak istiyor. Bu nesnel olgunun siyasi karşılığı var. Bugün hemen her gelişmiş ülkede baskıcı, gerici, ırkçı hatta faşist partilerin yükselmesinin nedeni işte bu iktisadi gerçeklik.

Trump tam da bu sürece denk düşüyor. Üstelik, Trump ABD egemen sermayesinin tümünün doğrudan temsilcisi olmamakla birlikte, bu sermayenin krize karşı çaresizliği nedeniyle büyük bir hareket serbestisi elde edebilir. Trump yönetiminde ABD'nin mal ve para piyasalarında rekabeti şiddetlenmesiyle sonuçlanacak politikalar izleyeceğini bunun siyasi alanda çok sert (savaş benzeri) sonuçlarının olacağını tahmin ediyorum.

* Cumhurbaşkanı ve hükümet telaşlı gözükmüyor ve “teğet geçecek” deniliyor. Dinci ve merkez sermaye ise o kadar rahat gözükmüyor. Hükümetteki bu rahatlığı neye bağlıyorsun?

Aslında Hükümet ve Cumhurbaşkanını farklı biçimde değerlendirme gerekir. Hükümet bana kalırsa krizin farkında ve telaşlı. Bunu, bakanların krizi algıladıklarını gösteren açıklamalarından anlıyoruz. Ama Cumhurbaşkanı'nın sert açıklamaları karşısında sessiz kalmayı tercih ediyorlar. Cumhurbaşkanı ise realiteden uzak gözüküyor. Emirler, temenniler, talimat ve tehditlerle ekonominin yönlendirilemeyeceğini bilmesi (en azından pratikte) gerekir. Bu tavrına iktisadi bakımdan maddi gerekçeler bulmak anlamsız. Fakat kesin olan şudur: Cumhurbaşkanı, iktisadi rasyonelden kopuk olarak, teğet geçecek dese bile sermaye birikimin tıkanmasını, emirle, talimatla ortadan kaldıramaz. En sonunda kapitalizmin reel kanunlarının dayattığı iktisadi gerçeğine teslim olacaktır.

* TL’ye dönüş, dış ticarette dolar ve euronun kullanılmaması çağrıları… ne kadar gerçekçi ve hangi derde deva olur?

TL yanında dövizin Türkiye'de kullanılması, ekonomik bir zorunluluk. Şu 6 neden var olduğu sürece dolar ve euro öyle böyle değil, yaygın biçimde kullanılır, kullanılmasını bırakalım Erdoğan'ı... Ondan daha sert olabilecek parti liderleri bile engelleyemez. (Hatta döviz kullanılmasın diye ağır ceza gerektiren bir kanun çıkarılsa bile)

1-Dış yatırım ihtiyacı 2-Yüksek ithalat gereği 3-Enflasyonun yüksekliği 4-Nakit tasarruf ihtiyacı. 5-Ekonominin istikrarsızlığı 6- Bölgede ve sınır komşularında savaş koşulları. Diğer yandan, Emekçi ve küçük esnafın dövizini satıp TL alması, basit bir gösteriden öteye gidemez, döviz dengesini sağlayamaz. Zaten döviz verileri dolarını satan 'küçük tasarrufçunun' hemen euro'ya geçtiğini gösteriyor.

*Faizin indirilmesi için Cumhurbaşkanın sürekli ikazları var. “Bağımsız Merkez Bankası” ise en son tersi bir karar aldı. Bu tartışmaları nasıl yorumluyorsun, bu bağlamda düşük ücret ve iş güvencesinin tedirginliği içinde faiz indirimi neye yarar?

Faiz karın bir parçası. Faiz üzerinde odaklanmak karların tartışılmasını engellemiş oluyor. Halbuki kar sömürünün kaynağını oluşturuyor. Düşük faizin, yatırımları artırdığı iddiası ise bir safsatadır. (Mesela Japonya'da uzun süre kredi faizleri 0'ın altındaydı ama yatırımlar artmadı. AB'de faiz hadleri 0'a çok yakın) Yatırımların artması kar oranına bağlıdır. Sermayedar kar oranını yeterli gördüğü anda, faiz oranı yüksek olsa bile, yatırımdan vazgeçmez. Fakat Cumhurbaşkanı'nın faizler yüksek iddiasının, emekçi saflarında kafaları karıştırdığı, kar ve sömürü ilişkisinin üzerini örttüğü, emekçilerin öfkesini sermayedarların hepsine değil, bankalara ve uluslararası sisteme yönelmesine hizmet ettiği muhakkak.

* Ethem Sancak, “Kapitalizm tökezledi, yeni bir 'Asr-ı Saadet' doğuyor” diyerek İslami ekonomiye dönüş çağrıları kapitalizme karşı alternatif olabilir mi veya aralarında bir zıtlık var mı?

Bu meseleyi uzadıya tartışmanın, zorunlu hale geldiğini düşünüyorum. Çünkü geniş emekçi kitleleri aldatıcı bir işlev görüyor. Emekçi kitleleri sermayeler arasında taraf tutmaya, düşük ücrete ve ağır çalışma koşullarında çalışmaya razı olmaya yöneltiyor. Şunu da belirteyim, faşizmin milli seferberlik tezinden belki ilham almıyor bu görüşler. Ama onu çağrıştırıyor.

En tuhafı, tamamen kapitalizmin içinde, kapitalizmin eşitsiz ama bileşik gelişmesi sayesinde, en acımasız usullerle (acımasızlığı iki anlamda kullanıyorum birincisi ağır sömürüye dayanması ikincisi kapitalizme has dalavere, usulsüzlük ve hükümet ilişkilerini kullanması) sermaye biriktirmiş kapitalistlerin, kapitalizm dışında yeni bir sistem varmış gibi aldatmacaya girişmeleri. Tarih boyunca İslam ülkeleri, o devirlerin egemen iktisadi ilişkilerinin dışına çıkamadılar. Şimdi de hiç bir İslam ülkesi veya İslamcı olduğunu söyleyen kapitalist, özel mülkiyeti ortadan kaldırmayı taahhüt etmediği sürece kapitalizmden, kapitalizmin acımasız kurallarından vazgeçemez. Vazgeçmesi, kendi varlığının inkarı anlamına gelir.

* TÜSİAD’ın son açıklaması gerçekten demokratikleşme talebi olarak mı görmek gerekiyor yoksa sizin bahsettiğiniz “karların erimesi” (Ne kadar bir düşüşten bahsediyoruz) olarak mı görmek gerekiyor?

Sermaye ürkektir. Sermaye birikimi arttıkça ürkeklik de artar. Sermaye birikimi arttıkça devletin baskıcı karakterinin yoğunlaşması ile sermayenin ürkekliğinin dolaylı bir bağı var.

Kapitalist bir devlette, sermayenin özgürlüğü esastır. (Devlet sermayeyi etkiler ama esas olan sermayenin devleti yönlendirmesidir) Bazen AKP gibi egemen sermayeyi temsil etmeyen iktidarlar işbaşına gelse bile. Tarih bize sermayenin servetlerinin, karlarının tehlikeye girmesi halinde demokrasinin bir lüks olduğunu defalarca kanıtladı. Diğer yandan, Türkiye'nin egemen sınıfı olarak uluslararası kapitalizmle ilişkilerde demokratik bir ülke imajının önemini kavramış durumdalar. Böyle bir ülke imajının mal ve para dolaşımını olumlu etkilemesi kadar, egemen sınıfının itibarını olumlu etkileyeceği de muhakkak.

* “AB’den uzaklaşma- Şangay 5’lisine” yakınlaşma tartışmaları bu süreci nasıl etkiliyor, söz konusu krize bir çare olur mu?

Türkiye, Recep Tayyip Erdoğan ömür boyu Cumhurbaşkanı olsa bile AB'den bir noktaya kadar uzaklaşabilir. Sermaye birikimi Batı sermayesi ile entegre biçimde oluşmuş bir ekonomi ne AB'den ne Batı'dan kopabilir. Şanghay Beşli'si bir dengeleme, yeni pazarlara ulaşma politikasıdır. Ama AB'nin ağırlığını azaltmaz, azaltamaz.

* Son olarak, 2017 bütçesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Maalesef 2002 AKP iktidarından beri bütçe çemberinde aynı süreç, fakat çember daraltılarak devam ediyor. Yani vergiler oran ve hacim olarak artıyor. Ama sermaye çıkarlarına göre harcanıyor. Vergilerin büyük kısmı da tüketim vergileri olarak emekçi sınıfların üzerine yıkılmış durumda. Toplumsal muhalefet Bütçe taleplerini, basit ve sığ anlayıştan çıkarmalı. (Mesela Diyanet'in bütçesi filanca bakanlıktan neden fazla gibi) Savaşa değil sosyal alana harcama, doğru ve gerçekçi bir talep! Daha az tüketim vergisi, daha çok kamu istihdamı, daha çok kamu sosyal harcaması daha çok SGK katkısı talep etmeli.