Dilbilimci Chyet: Kürtçe için hükümetin hoşnutluğunu bekliyorsanız, hayal kırıklığına uğrarsınız 2017-05-17 09:03:57 HABER MERKEZİ - “Çocukların konuşmadığı bir dil geleceksiz bir dildir” diyen ve Kürtçe dahil 40’ı aşkın dil üzerinde okumalar yapan Amerikalı Dilbilimci Dr. Michael Chyet, “Eğer Kürt anne ve babalar çocuklarıyla iftiharla Kurmancî konuşmasalar Kürtçe’nin ‘geleceği’ yoktur. Hükümetin hoşnutluğunu bekliyorsanız, hayal kırıklığına uğrarsınız” dedi. Amerikan’nın başkenti Washington'da yaşayan Kürtçe dahil 40’ı aşkın dil üzerinde çalışma ve okumalar yapan, yaklaşık 30 yıldır Kürtçe ile yakından ilgilenen Amerikalı Dilbilimci Michael L. Chyet (60), Kürtçe’ye dair dihaber’in sorularını Kürtçe yanıtladı. 1997’de "Ferhenga Kurmancî-Îngilîzî" çalışmasını yayınlayan Chyet, şu an hem Amerika Birleşik Devletleri Kongre Kütüphanesi’inde çalışıyor hem de Kürtçe dil dersleri veriyor. * Kürtçe dahil kaç dil biliyorsunuz? Her yıl yeni bir dil öğrenmeye çalışıyorum. Şu ana kadar 40-42 dil ile okuyabiliyorum. Ama bu dillerin tümünü anadilim gibi konuşuyorum diyemem. 12-15 dili iyi konuşabiliyorum; İngilizce, İbranice, Arapça, Kürtçe, Türkçe (Azarice, Özbekçe), Fransızca, Almanca, İspanyolca, Rusça, Farsça, Suryanice… * Peki Kürtçe’yi ne zaman öğrendiniz? 17-19 yaşlarındayken Kürtler ilgimi çekmişti. Ama resmi olarak Kürtçe’yi 29 yaşında öğrendim. * Sizi Kürtçe’ye yönelten neydi? Bu ilgi ve merak nasıl oluştu? Halayları seviyorum, halk oyunlarını. Üniversiteye yeni başladığım ilk yıllarda haftanın bir iki günü halk oyunlarına giderdim. Özellikle Balkan ülkelerine ait olan halk oyunlarına. Türkiye’nin de davullu zurnalı halk oyunlarının olduğunu duyduğumda sevinmiştim ve ilgimi çekmeye başlamıştı. Hatırlıyorum, o dönem halk oyunlarına dair bir şey okumuştum ve orada bir halayın tarifi verilmekteydi. O tarifte şöyle deniliyordu: “Bu halay Türkiye’nin doğusunda yaşayan azınlık Kürtlerin halayıdır.” O an şaşırdım. Kendi kendime “Yani çok sevdiğim bu musiki Kürtlerin mi?” diye sordum. O zamana kadar, Türkiye’de Türkler dışında başka halkların da olduğunu bilmiyordum. O zaman Kurmanci’yi de öğrendim, akabinde kendi kendime Soranice’yi de öğrendim, yani kitaplardan ve birkaç kişiden. Çünkü o dönem Kürtçe’ye dair sağlam içerikli kitaplar yoktu. Her ne kadar hepsi yayınlanmamış olsalar da şuan bu tür kitaplar hazırlayıp yazıyorum. * Kürtçe çok lehçeli ve ağızlı bir dil. Öğrenmeye karar verdikten sonra, nasıl bir tablo ile karşılaştınız? Öğrenmede nasıl bir metot kullandınız? İlkin Kurmanci ve Sorani’nin birbirinden farklı olduğunu biliyordum, ama aralarında ne tür farklar olduğunu bilmiyordum. Fakat merak ediyordum. Aralarında ne tür farklar var? Acaba Kurmanci konuşan biri ile Sorani konuşan biri birbirini anlıyorlar mı? Başta bunu bilmiyordum. Daha sonra buna dair bir çok kişi benimle görüşlerini paylaştı. Örneğin; duydum ki Kerkük’teki Sorani ile Suleymaniye’deki Sorani ve Hewler’deki Sorani arasında öyle farklar var ki, hiç kimse birbirini anlamıyor. Ama bu doğru değil. Onlar birbirlerini çok iyi anlıyorlar. Kurmanci’de de bu böyle. Yani Behdinan ve Hekariyan ağızları Kurmanci ile Sorani arasında köprü görevini görmekte. Bazı Kürtler, Behdinanlı bir Kürt konuştuğunda onu anlamadıklarını söylüyorlar. Ama biliyorum ki, şayet aralarında bir ilişki varsa kısa bir zamanda birbirlerini anlayacaklar. Diğer yörelerin Kürtlerine nazaran Amerika’da Behdinanlı Kürtler çoğunlukta. Dolayısıyla 2 yıl boyunca her ay San Diego Kürdistan’ına (gülerek) gidiyordum, çünkü San Francisco taraflarında Kurmanci konuşan Kürtler yoktu. 1992 yılıydı. Bir grup yeni mülteci Kürtlerin Santiago’ya geldiğini öğrendim. Newroz Bayramı dolayısıyla Santiago’ya gittim ve misafirleri olmamı istediler. İki yıl boyunca her ay gidip misafirleri oluyordum ve bu zaman zarfında her ne kadar Bakur’un (Kuzey) Kurmanci’sinden farklı da olsa ağızlarını öğrendim. Şu an Kürtçe öğrenmişliğim daha fazla, çünkü artık hem onların ağzını hem de diğer yörelerin ağzını biliyorum. Kürtçe öğrettiğimde de, tüm çabam öğrendiklerimi yani ağızlar arasındaki farkları öğrencilerime aktarma yönünde. * Kürtçe öğrettiğimde dediniz... Evet. İki uğraşım var. Birincisi haftanın 5 günü günde 8 saat Amerika Birleşik Devletleri Kongre Kütüphanesi’ndeki resmi işim; diğeri de gece Skype üzeri Kürtçe ders veriyorum. Çünkü öğrencilerimin çoğu Washington’da olmadığı ve birbirimizden uzak yerlerde olduğumuz için Skype üzerinden veriyorum. * Kürt öğrencileriniz var mı? Hem yabancı, hem de Kürt olan öğrencilerim var. Örneğin, İran Kürdistan’ın Meriwan şehrinden bir öğrencim var. Anadili Soranice, ama Kurmanci’yi çok sevdiği için öğrenmeye çalışmış ve şu an benimle Kurmanci’sini ilerletmek istiyor. * Gerek çok lehçeli olması ve bir çok ağza sahip bir dil olarak Kürtçe’nin standartlaşmasına dair çalışmalarınız veya metotlarınız var mı? Şu anda Kürtçe’nin temel lehçesi olan Kurmanci ve Sorani’nin yakınlaşması için yaptığım bir metot var. Bu metodu basit bir örnekle açıklayayım. Örneğin “gotin” kelimesi. Kurmanci’de “gotin” (söylemek) diyoruz. Sorani’de bunun üç şekli var; bazı yörelerde “wutin” (söylemek), bazı yörelerde “kutin” (söylemek) ve bazı yörelerde de “gotin”dır. Standart bir dil için önerim hem Kurmanci hem de Sorani de “gotin”ın seçilmesi. Ama “wutin” ve “kutin”ın yanlış olduğunu söylemiyorum. Elbet farklı yörelerde herkes iftiharla ağızlarını korusun. Ama söylemek istediğim standart bir dil için “gotin”ın kullanılması. Arapça’da da benzer bir durum var. Mağrip’ten Irak’a kadar hemen hemen aynı dil kullanılmakta. Yani herkes okuyabiliyor, yazabiliyor ve anlayabiliyor. Ama sözlü dil için bunu diyemeyiz. Mağrip’te farklı bir ağız, Mısır’da, Suriye’de, Irak’ta farklı ağızlar mevcut. Ama dilin standartlaşması için, bunlardan birisini seçmemiz lazım. Yani bu şekilde birçok sorunu çözebilir ve araştırmalar yapabiliriz. Hangi ağızda, hangi lehçede hangi kelime nasıl kullanılıyor diye. * Şu an Kürtler iki alfabe kullanmakta. Latin ve Arap alfabesi. Farklı alfabelerin kullanılması lehçeler arası kontekst ve standart bir yazım için ne gibi bir etkisi var? Kürdistan’ın dört parçasındaki çocuklar için şunu söyleyebilirim. Her iki alfabeyi (Latin-Arap) öğrenmeleri. Çünkü imla ve yazım sadece bir alfabe ile değil, standart bir yazım için her iki alfabenin öğrenilmesi gerekir. Belki bu durum şu an Bakur için mümkün olmayabilir, ama resmi olarak televizyon ve radyolar var. Bunları okul gibi kullanabiliriz. Bunun ilk adımı ne? İlkin öğretmenler yetiştirmek, ki herkes Kürtçe yazım ve imla konusunda hem Latin alfabesi, hem Arap alfabesi ve gerekirse Kiril alfabesi ile aynı bilgi ve malumatı bilsin diye. Kürtler hakkında araştırma yapmak isteyen biri, her üç alfabeyi ve temel iki lehçeyi (Kurmanci-Sorani) ve Arapça, Türkçe, Rusça gibi birkaç dili bilmek zorundadır. Bunları bilmeden araştırmacıyım diyemez. Aynı durum Amerika’da var; sözde profesör ama sadece İngilizce’yi biliyor. Fransızca, Almanca, Rusça, İspanyolca bilmeyen ya da Arapça, Türkçe bilmeyen biri nasıl onların ekonomisi, tıbbı vs. hakkında yazılmış yazılardan haberdar olacak. Bu bir metot değil ve şayet bana biz bu dilleri öğrenemiyoruz deseler, onlara şunu derim; bir zamanlar Kürdistan’da okuma yazması olmayan birçok köylü vardı (umarım halen de vardır). Bunlar 3-4 dil bilirlerdi. Yani ismini dahi yazamayan köylüler, 3-4 dil ile konuşabiliyorlardı. Eğer okuma yazması olmayan biri bunu yapabiliyorsa, okumuş insanın ne gibi bir gerekçesi olabilir ki? ÇOÇUKLARIN KONUŞMADIĞI BİR DİL GELECEKSİZ BİR DİLDİR * Şu anki mevcut durumu göz önünde bulundurup, Kürtçe’nin geleceğine dair öngörüleriniz nelerdir? Bana göre, Kürtçe’nin “geleceği” Kürt anne ve babalarına kalmış bir şey. Yani eğer Kürt anne ve babalar çocuklarıyla iftiharla Kurmanci konuşmasalar, Kürtçe’nin “geleceği” yoktur. Sloganım şu; “Çocukların konuşmadığı bir dil geleceksiz bir dildir.” Çünkü, çocuklar geleceğimizdir. Bir arkadaşım vardı Allah’ın rahmetine kavuştu. Hekariyan yani Colemêrgliydi. Bir zamanlar Hekariyan Kürtleri iftiharlarıyla, Kürtlükleriyle namdar ve meşhurdular. Ölmeden birkaç yıl önce bu arkadaşım Colemêrg’e gitti ve bana “Michael Colemêrg’teyken, sokaklarda çocukların artık birbirleri ile Türkçe konuştuklarını gördüm” dedi. Yani 20 yıl öncesine kadar insanın aklına böyle bir şey gelmezdi. Eğer gerçekten böyleyse, o zaman o çocukların anne ve babaları kusurludurlar. Bana göre onlar üstüne düşen vazife ile hareket etmemektedirler. HÜKÜMETLERİ MUTLU ETMEK İÇİN DÜNYAYA GELMEDİK Kuşkusuz, hükümet Kürtçe’nin sürekliliğini istemez. Bu dünyaya Amerikan hükümetini, Türk hükümetini ve diğer hükümetleri mutlu etmek için gelmedik. Bu bizim vazifemiz değil. Asıl vazifemiz, bu dili yok olmaktan kurtarmaktır. Geleceğini garantilemektir. Peki nasıl bunun üstesinden gelebiliriz? Eğer hükümetin hoşnutluğunu bekliyorsanız, hayal kırıklığına uğrarsınız. Çünkü onlar bu tür şeyler yapmazlar. Yani Kürtlerin kendi kendine çözümler bulması ve üretmesi gerekir. BİR KÖY MÜ KURMAK İSTİYORSUNUZ YOKSA BİR ÜLKE Mİ? * Son olarak bu konuda Kürt kamuoyuna ne söylemek istersiniz ya da önerileriniz var mı? Önerilerim var, daima da olacak. Ama ben Kürt değilim. Önerilerimi dayatamam. Sadece önerilerde bulunabilirim. Şuan resmi okullarda böyle bir şey mümkün olmadığı için, görüşümce bir yere kadar televizyon ve radyo okul fonksiyonu görebilir. Daha iyi bir şey için, muhabirlerin, sunucuların ve spikerlerin iyi bilmesi gerekir ki bu konuda üzerlerine büyük bir sorumluluk düşüyor. Eğer bu vazifeyle hareket ederlerse. Rüzgarın esintisi gibi konuşmak değil, öyle kelimeler seçmeliler ki Kurmanci ve Soranice’yi birbirlerine yakınlaştırsınlar diye. Bir çok Kürt benim köyümün dili bütün köylerin dilinden daha iyi ve temizdir diyor. Ama bu köyün bir çok kelimesi, diğer bölge ve yörelerce anlaşılmamakta. Acaba siz bir köy mü kurmak istiyorsunuz yoksa bir ülke mi? Eğer bir ülke kurmak istiyorsanız, o zaman herkes birlikte standart bir dil yaratmalı ki en uzaktaki köy bile anlasın. Eğer bugünün durumunu 20-30 yıl öncesine kıyaslarsak, ne kadar ilerlediğimizi göreceğiz. 30 yıl önce yeni öğrenmeye başladığımda Kürtçe televizyon, radyo ve gazete yoktu. Gazete sadece Yerivan’da vardı, o da Kiril alfabesi ile yayınlanıyordu ve herkesin eline de geçmiyordu. Şuan televizyon, radyo var, internet üzeri gazeteler var. Herkes günlük Kurmanci, Zazaca ve Soranice programları takip edebilir. 30 yıllık süreçte çok ilerlemişiz ve aslında standart bir dil var. Tamam resmi olmayabilir, ama sadece niteliği konusunda kimse bir araya gelmemiş. Örneğin, bir ay önce Celadet Bedirxan'ın 75 yıl önce Hawar dergisinde yayınlanmış bir öyküsünü okudum. Çok rahat bir şekilde onun dilinden anlıyoruz. Onun dili ile bizim bugünkü dil birbirine çok yakın. Yani bu konuda çaba sarf etmek lazım ki, düşmanlarımız sevinmesinler. Birbirimizi anlamadığımız vakitler, onlar hep sevinmekte. Ama biz bu dünyaya onları güldürmek için gelmedik. Rêdûr Dîjle - dihaber