Karanlıkta kalanları şarkılarıyla gün yüzüne taşıyorlar

İSTANBUL- “Kömür Karası” müzik grubu, gün doğmadan yerin altına inip kazma sallayan, yeryüzüne ise ancak güneş battıktan sonra çıkabilen madencileri ve yerin derinliklerinde yaşanılanları, besteledikleri şarkılarıyla gün yüzüne taşıyor.

Adlarını şair Orhan Veli’nin, “Yüz karası değil, kömür karası” şiirinden alan “Kömür Karası” isimli müzik grubu, maden ocaklarında yaşanan acıları seslendirdikleri şarkılarıyla yansıtmak isteyen bir müzik grubu. Madenci ruhuyla yaşanmışlıkların birikmeye başlaması, ihmalden genç yaşta yaşamını yitirenlerin ve geri kalanların acısına şarkıları ile ortak olan müzik grubunda yer alan iki emekli maden işçisinden biri basgitar, diğeri ise kanun çalıyor.

GRUP FİKRİ MADEN OCAĞINDA FİLİZLENDİ

Grubun kuruluş fikri ise, 1978’de Zonguldak’ta maden ocağında işbaşı yapan grubun vokalisti Fahri Bozbaş’ın, yerin derinliklerinde yaşanılanları gün yüzüne taşıyabilmek için en iyi aracın ne olabileceği düşünmeye başlamasıyla doğar. Daha sonra, bu fikrini en iyi yol olarak şarkılara dökmeye karar veren Bozbaş, madenci ve emekçiler adına yazılan şiirleri, yerin altındaki ritimlerden yola çıkarak bestelemeye karar verir.

Zonguldak’ta bulunan Bülent Ecevit Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Opera-Şan bölümü öğrencilerin de dahil olması ile tamamlanan Kömür Karası’nı, vokalist Fahri Bozbaş anlattı.

Güneşe dargın olan madenciler adına şarkılar söylemeye karar veren 12 yıllık maden emekçisi Bozbaş, emek ve emekçi ekseninde madenci şarkıları söylemesinin nedenini şöyle anlatıyor:

“Kömür Karası müzik gurubu, 1977 yılında bağlama sahibi olmamla başladı. Çünkü o yıl ilk şarkımı yapmıştım. 1965’te devlet kurşunu ile Satılmış Tepe ve Mehmet Çavdar öldürüldü. Bu olay, 1965 yılında yaşlanılan çok büyük bir olaydı. İşçilerin öldürülmesi beni çok derinden üzmüştü. Onun için Satılmış Tepe ve Mehmet Çavdar anısına 1977 yılında ‘68 Grevi’ adlı ilk şarkımı yaptım.”

‘İÇİMDEKİ DİZELERİ RİTME DÖNÜŞTÜRDÜM’

Gün doğmadan indikleri yer altından ancak gün batımından sonra çıkabilen, güneşe hasret, “zindan” denilecek yerde yıllarca kazma salladığını dile getiren Bozbaş, “Öyküler yazdım, şiirler yazdım, fakat yerin altından bir ritimde yakalamıştım. Kömür vagonları birbirlerine vuruyordu, kazma sesleri durmaksızın küt küt çalışıyordu, dinamitler atılıyordu, asansörler çalışıyordu, asansörlerden iniş çıkışlar, işçilerin birbirleriyle benim onarla konuşmam… Bir dil yakaladım. Özellikle son 8 yılımda madencilikte havalandırma biriminde çalışmış olmam beni 15 günde bir 65 km’lik bir güzergâhta tek başına dolaşma o ritim atmosferini yaratmıştı. Bu süre içerisinde yalnız olduğum durumlar çoktu. Bir baş yukarı çıkarken veya bir isim kaçağının oradan geçerken aldığım sesle içimde oluşan o tek tek dizeleri yavaş yavaş bir ritme dönüştürmeye başladım” diyor.

Yer altında karanlık ve haksızca yürütülen bir dünya olduğunu ve burada ekmek kavgası verildiğini dile getiren Bozbaş, emeğin yegane temsilcisi olan işçilerin ise hiçbir kârının olmadığını ifade etti.

Şarkılarını yer altında yaşanan acının diline dönüştürmek zorunda kalsalar da, “Göçükte kalmış, grizuda vücudu paramparça olmuş işçi arkadaşlarımın, onların hayatına ilişkin oluşan dizlerden şarkılar yapmak istemiyorum” diyen Bozbaş, yerin altı gibi üstündeki yaşamları da alt üst eden mevcut sistemi, sanatlarıyla yıkmaya çalışmaya devam edeceklerini ifade etti.