3 kuşak sürgün yaşayan Kürdün hikayesi

DERSİM - "Sürgün" kitabıyla 1937’de yaşanan katliamı, 1994’teki köy yakmaları ve sonrasında batıya göç eden Kürtlere uygulanan devlet baskılarını anlatan yazar Metin Aktaş, insanların yaşananlardan ders çıkarmadığını belirterek, bugün yanı başlarında gözlerinin önünde olan katliamlara sessiz kalındığını söyledi.

Yazar Metin Aktaş, 1937-38’de ailesi, 1993-94’te köy boşaltmalarda kendisi ve 21’inci yüzyılda da ise sürgün edildiği Antalya’da yaşadığı naylon barakası yıkılarak sürekli devletin baskısıyla karşı karşıya kalan Hüseyin Dede’nin dilinden bir Kürdün 3 kuşak boyunca sırf kimliğinden ötürü yaşadığı katliam ve sürgündeki zorlukları "Sürgün" kitabında anlattı.

Romanında Dersim’de yaşanan katliamı ve katliam sonrası hayatta kalarak batı illerine göçertilen insanların hikayelerine yer verdiğini söyleyen Aktaş, “Dersim katliamı dendiği zaman son yıllarda özellikle Seyid Rıza ve onun ailesi olarak kamuoyunda biliniyor. Oysa bu katliam çok daha derin ve kanlıdır. Resmi açıklamalara göre 15 bin, gayri resmi açıklamalara göre ise bu sayı 50-60 bin olduğu söyleniyor. Bu coğrafyada yaşayan insanların yüzde70-80’i öldürüldü. Geri kalanlar ise batı illerine sürüldü. Roman bu katliam yıllarında yaşayan Hüseyin Dede’nin hayatını anlatır. Hayatıyla beraber bu zaman dilimi içerisinde yaşanan katliamların, zulümleri, insanların ve doğanın üzerindeki tahribatları, bu katliamlardan kurtulup batı illerine sürülenlerin yaşamını anlatır” dedi.

GELECEKTE BÖYLE ACILAR YAŞANMASIN DİYE...

Kendisini bu kitabı yazmaya sürükleyenin katliamı gören insanlara olan vefa borcu olduğunu dile getiren Aktaş, romanı neden yazdığını şöyle anlattı: “37-38 kırımından önce bizim köyümüz dahil 24 köyde yasak bölge ilan edildi. Yasak sonrası insanların yüzde 80-90’ı katledildi. Katliamdan geri kalan insanların dillerini bilmedikleri, daha önce yaşam tarzlarını görmediği topraklara, batıya sürüldü. Orada çok büyük acılar yaşadılar. Benim köyüm de bu katliamda insanları katledilmiş bir köy. Bu köye önce askerler geliyor. İnsanlar gidiyor onları karşılıyor. Askerlere yemek hazırlıyorlar. Yemeğin ardından köydeki erkekler askerler tarafından birbirine bağlanarak katlediliyor. Köylüler bu erkek sayısının 22 olduğunu söylüyorlar. Kadınların bir kısmını da köyde öldürüyorlar. Ormanda katlediyorlar, yakıyorlar, tecavüz ediyorlar. Ben bu katliamda sağ kalan köylülerin ağıtlarını dinledim, yaşadıklarını anlatarak büyüdüm. Bu mağduriyetin olduğu bölgenin çocuğu olduğum için onun için özel olaraktan beni çok etkiledi. Sürgün romanı benim için sadece bir kitap değildir. Bir şekil o insanlara duyduğum vefa borcudur. Bir de o insanların acılarını ülkemiz insanlarına, dünya halklarına tanıtmak için hissettiğim bir duygudur. İstiyordum ki insanlar bunu duysunlar, bu insanların yaşadıkları acıları bilsinler, çözüm üretsinler. Gelecekte böyle acılar yaşanmasın diye bu romanı yazdım.”

‘KÜRDÜN NAYLON BARAKASI DAHİ DEFALARCA YIKILIR’

Antalya’da bir gün sokakta gezerken orada çöp toplayan bir ihtiyarla karşılaştığını anlatan Aktaş, sonrasından Hüseyin Dede olduğunu öğrendiği ihtiyar ile aynı topraktan olduğunu söyledi. Aktaş, “Yani çok ihtiyar, eski şişe naylon gibi şeyler toplayıp pazarda satan çok yaşlı bir insanla karşılaşıyor, çok sefil bir durumda. Bu insana bakınca çok tanıdığı Hüseyin dededir. Kendi yakın köylüsü dededir. Bu 1994 yıllarında Dersim’de sürülen bir Alevi Kürdü ’dür. Sonra o akşam ona misafir oluyor. Misafir olduğu yer Antalya dışında bulunan bir naylon barakadır. Sürekli yaşanan bir şey var orada. Belediye zabıtaları ve polisler gelerek ‘çevreyi kirletiyorsun’ gerekçesiyle naylon barakayı yakıyorlar. Naylon barakanın yakılmasına bunlar karşı çıkınca Hüseyin Dede ile yazarı götürüp içeri atıyorlar” dedi.

‘SÜRGÜNLER, TÜM KÜRTLERİN YAŞADIĞI TRAJEDİDİR’

“Bu kısır döngünün ana sebebi bu ülkenin gerçekliği olan bir halkın varlığının kabul edilmemesidir” diyen Aktaş, “37-38’de benim de ailemin evleri yakılıp yıkıldı. Köylüler sürgün edildi. 47’de geri döndüler. Perişan halde yeniden ev kurdular. Bahçe bağ kurdular, yeni bir hayat kurdular. 1994’te tekrar evlerini yakarak sürdüler. Bu sadece trajedidir. Sadece Dersim Kürtlerinin yaşadığı bir şey değildir. Aynı zamanda Kürdistan’ın diğer illerinde de yaşanan bir trajedidir” ifadelerini kullandı.

‘KÜRTLERİN NAYLON BARAKASI DAHİ ONLARCA KEZ YIKILDI’

Bu romandaki amacının kin gütmek, insanları birbirine düşman etmek olmadığının altını çizen Aktaş, amacının çözüm bulmak olduğunu belirtti. Aktaş, “Biliyorum ki buna bir çözüm bulunmayınca bir süre sonra tekrar tekrar yeniden kurulan hayatı yakacaklar, yıkacaklar. Buna bir çözüm üretilmeli. Bu yaşananlar binlerce on binlerce Kürdün hayatıdır. 94’te evleri yakılarak sürülen insanların yanında Bulgaristan’dan da çok ciddi sayıda göç vardı. Gelen Bulgarlara ev, iş veriliyordu Ege bölgesinde. Ama yine o bölgeye göçen Kürtlerin ise naylon barakası dahi onlarca kez yıkıldı. Bu devletin kendi yurttaşlarına bakış açısını gösteriyordu. Artık bu politikadan vazgeçilmeli” dedi.

‘BU COĞRAFYA İNSANI BİRBİRİNİ ANLAMALI ARTIK!’

Çok sayıda roman kaleme alan bir yazar olarak bu coğrafyada yaşayanların artık birbirlerini anlaması gerektiğini ifade eden Aktaş, “Bu coğrafyada yaşayan topluluklar artık birbirini anlamalı, varlıklarına tahammül etmelidir. Birbirlerinin varlıklarına tahammül eder, birbirlerinin yaşam haklarını kendisi için istediği bir şeyi başkası için isterse çok daha mutlu oluruz. Bu romanları yazmamdaki temel amaç budur. Bu topraklarda yaşayan insanlar, farklı kültürlerden, inançlardan olabilirler. Bu bunların bir arada yaşamalarını yok etmemelidir. Batı illerinde yaşayan insanların acılarını anlatan Sürgün romanımı yazarken de topluma bu mesajı verdim. Bu şekilde ne Kürt mutlu olabilir, ne Türk mutlu olabilir. Bir an önce bunlar terk edilmeli, bu ülkede yaşayan bütün kültürlerin varlıklarını kabul eden, özgürlükleri kabul edilen bir yasa, yaşam şekli inşa edilmeli” temennisinde bulundu.

‘KİTABIM, BİR UMUT BİR ÇIĞLIK OLSUN’

Sömürüye ve zulme dayanan siyasal iktidarların değişmesi gerektiğini ifade eden Aktaş, bu düzen değişmedikçe katliamların sürekli birbirini yenileyeceğini söyledi. Aktaş, “Dersim katliamından mağdur bir insan olarak büyüdüm. Ama yaşadığım zaman yanı başımda bir şehri, Diyarbakır’ı kuşatıyor gözlerimin önünde her gece görüyorum televizyonda. Dersim katliamında insanların onu görme şansı yoktu. Bugün bütün insanlığın gözü önünde bir şehir kuşatılıyor ve tanklarla yok ediliyor. Ve biz bunu her gün televizyonda izliyoruz. Toplum bu kadar ruhsuzlaştı. Bir tek insan bu dindar olur, dinsiz olur, sağcı olur solcu olur. Bir tek insan iktidara bu nasıl olur, niye böyle yapıyorsunuz demiyor. Bir anlamda bu kitabımla birbirine yabancılaşmış, kapitalizmin tutsağı olmuş bu insan topluluklarına bir umut bir çığlık, kendinize gelin demek istedim. Bu kadar insanlara yabancılaşmayın, siyasal iktidarın kölesi olmayın demek istedim” diye konuştu.

METİN AKTAŞ KİMDİR?

Dersim’in Ovacık ilçesine bağlı Çayüstü (Mamkirek) köyünde 1956 yılında doğdu. 1994’te köyleri yakılınca Elazığ’a yerleşti. Munzur Efsanesi, Beyaz Dağ, Avesta, Rüzgar Ateş Gibi Yakıyordu, Son Derviş, Harput’taki Hayalet, Sürgün, Cefr, Nişancı, Cennetin Ölümü, Dicle, Yezda, Gerçek ve İşkence, Acı Fırat Asi Fırat, Hammal Dersimli Bektaşi adlı 14 kitabı bulunuyor.

Müjdat Can - dihaber