ANKARA - Dersim 1937-1938 yılında yaşananlar roman oldu. Siyasetçi-yazar Hayri Ateş, en az Franz Werfel ustalığı ve “Musa Dağ’da 40 Gün” kitabının edebi etkileyiciliğiyle “Kör Kuyuda Tufan” ismiyle Dersim trajedisini gerçek yaşam hikayelerinden esinlenerek anlatıyor.
Yaşamadığı trajedi kalmayan ancak romanı yazılmamış bir halk olarak, acılarının üzerine yatılan Kürtler, artık kendi tarihlerine, geçmişlerine, yaşadıklarına kendileri ışık tutuyor ve dertlerine derman oluyor. Büyük ihanetlerin yanında, büyük savaşçıların, direnişçilerin çıktığı Kürt toplumu, şimdi kendi sanatçısını, yazar ve edebiyatçısını da yaratıyor.
ETKİLEYİCİ BİR ROMAN
Siyasetçi kimliğiyle tanınan Dersimli Hasan Hayri Ateş de edebiyat dünyasına, kaleme aldığı çok acı bir trajedi üzerinden iddialı bir giriş yapıyor. Ateş, gerçek yaşam öykülerinden esinlenerek, Türkçe bir dille yazılmasına rağmen yerel söylemin, söylencelerin, tabirlerin egemen olduğu, akıcı ve etkileyici bir dil ile Dersim 38’de yaşanan trajediye ışık tutuyor. Cizre’de halk önderi olarak öne çıkan Mehmet Tunç ve 1938 yılından beri gömülme hakkı elinden alınanlara adanan kitapta, sadece acıya ve trajediye ışık tutmuyor aynı zamanda Dersim Kürdünün yaşam kodlarını da ince ince irdeleniyor.
TUFAN’I RESMETMEK
Katliamın yaşandığı Dersim coğrafyasının insanın gözünde canlanacak şekilde tasvir edildiği, bölgenin gelenek ve göreneklerin aynı anlatı içerisinde hayat bulduğu, aşiret yapısının yücelttiği değerlerin toplumu nasıl şekillendirildiğinin anlatıldığı “Kör Kuyuda Tufan”, bir çocuğun gözünden doğduğu andan katliama tanıklık ettiği evreye kadarki dönem anlatıyor.
KERBELADAN BERİ SUSSUZLUKTAN KIRILAN BİR İNANÇ
İnsanların yaşadığı katliamların yanında katliamdan kaçarak sığındıkları dağlarda, açlığa ve susuzluğa mahkum edilmelerini, peşlerine takılan “candırmanın” yani devletin ölüm kusan taburlarının anlatıldığı romanda, çocukların kendi dillerinden, “daye awe/anne su” haykırışları insanın beyninde patlıyor. Yine “su” diye feryat eden çocukların, sesleri çıkıp da “yerleri candırmalar” tarafından belirlenmesin diye, “ebediyen susturulmalarının” acısı tüyler ürpertiyor.
ÖLÜM VADİSİ
Yerel inançların da insanların yücelttiği ve en zor zamanlarında mutlaka imdatlarına yetişeceklerine inandıkları, “Xızır”a yakılan isyanların yükseldiği kitapta katliamın gerçekleştiği ve adeta “ölüm vadisine” dönen bölgenin de yöre halkı tarafından çok ironik bir şekilde “ölümsüzlük vadisi” olarak kabul edilmiş olmasına işaret ediliyor. “Su” diye feryat ettiği için “ebediyen susturulan” Azê’nin annesinin şu feryadı asılı kalıyor okuyucunun belleğinde:
HİÇ YETİŞMEYEN XİZİRA YAKARIŞ
“Xızır, Xızır, yaşadıklarımız yetmezmiş gibi bin de bize çocuklarımızın ecelsiz çığlığında ölmeyi mi reva gördün. Masumlarımızın ecelini niye annelerin eline bıraktın. Hangi anne taşıyabilir bu yükü… Uy kınalı kuzum, nasıl kıydım sana, senin ecelinde Azrail oldum. Nasıl dayanırım bu dermansız acıya. Bulamadım susuzluğuna bir çare çena min… Bu ölüm kuyusuna düşmek kara yazgımız mıydı? Al canımı Xızır. Kızımın ecelini benim gibi naçar bir annenin eline bıraktın. Hiç değilse benim ecelime gönder, ölüm meleklerini. Beni masumemden ayırma.”
KERBELA’DAN DERSİM’E, DERSİM’DEN CİZRE’YE
Xızır’ın asla gelip yetişmediği, kimi rakamlara göre en az 70 bin Kürdün, köylerde ve mağaralarda katledildiği Dersim 38 katliamı, ağlaşıp sızlanmadan ama gerçekçi bir şekilde bütün acılarıyla, sevdalarıyla, adet ve gelenekleriyle resmeden Kör Kuyuda Tufan kitabındaki “susuzluktan kırılma” gerçeği de, Kerbela’dan Dersim’e, Dersim’den en son Cizre’deki katliama kadar süren bir yazgı olduğunu çarpıcı bir şekilde resmediyor.
KATLİAMI ANLAMAK İSTEYENLERE
12 Eylül döneminin eğitimini yarım bıraktığı Dersim Pülümür doğumlu Hasan Hayri Ateş’in Dipnot yayınlarından yayınlanan kitabı sadece Dersim’i değil aynı zamanda bir inanca ve halka karşı yapılan kıyımın kodlarını öğrenmek, anlamak isteyenlere edebi zenginliği, usta anlatıcılığıyla önemli bir perspektif ve yeni bir bakış açısı sunuyor.
Kenan Kırkaya - dihaber