Prof. Dr. Kanadoğlu: Demokratik ilkelerden uzak bir teklifle karşı karşıyayız 2017-01-22 12:24:24 İSTANBUL - Anayasa değişikliği ile ilgili olarak halkın bu acelenin nedenini sorması gerektiğini belirten Prof. Dr. Korkut Kanadoğlu, “Burada denge kontrol paylaşılmış, kuvvetler ayrılığının etkin işleyişi gibi bütün demokratik ilkelerden uzak bir teklifle karşı karşıyayız” dedi. Özyeğin Üniversitesi’nden Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. Korkut Kanadoğlu, anayasa değişikliği ve Türkiye'nin içerisinde bulunduğu duruma dair sorularımızı yanıtladı. * KHK’ler ile medya ve kamu kurumları kapatıldı, ihraçlar yaşandı. Tüm bunlara karşı nasıl bir yargı yolu izlenebilir? Başvurularda, adil yargılanma olmadığından kişilerin bu şekilde kamu görevinden uzaklaştırılmasına dair belirli verilerin olması gerekir. Bunlara ulaşım sağlanmıyor bunlar hakkında hiçbir bilgi verilmiyor. Bunların herhangi bir yargı yolluda öngörülmüyor. Sonuç şuandan belli konu ne olursa olsun bir veri belirlenmediği sürece kamu görevinden uzaklaştırmaları haklı olsun olmasın gerçekten bir kalkışmaya katılsın ya da katılmasın 'cemaatle' bağlantısı olsun olmasın 'terör örgütü' ile ilişkili olsun olmasın. Hepsi aynı kaba girecek. Bunların hepsi için bir yargı yolu görünmedi. Bunlar öngörü görülmeyince adil yargılanma ihlallerine giriyor. Bu mahkûmiyetler ortaya çıkacak daha sonra ki yıllarda. Bu mahkûmiyetlerin tazminatlarını hepimiz vergi olarak geri ödemek zorunda kalacağız. Ya da devlet şunu öngörecek bu OHAL’in yarattığı süreci yargı yolunu açacak, yargı yoluyla suçlu, suçsuz birbirinden ayrılacak ondan sonra yine o yargı aşamalarında hukuksuzlukların giderilmesi çabası gösterilecek. Şu an itibari ile önümüzde böyle bir tablo görünmüyor. * OHAL süreci ile yönetilen Türkiye'de adeta tarihi günlerden geçiliyor. Yapılacak olan düzenlemelerle Türkiye yeni bir sisteme doğru gidiyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Bunun için hukukçu olmaya gerek yok. Bunun örnekleri daha önce yaşanmış hem kendi coğrafyamızda hem başka coğrafyalarda yaşanmış. Bu örnekler neyin yapılmasını da çok iyi gösteriyor. Kendi tarihimizden örnek verelim. 1971 sıkıyönetim dönemi arkasında gelen bir muhtıra var. 1978 de yine bir sıkıyönetim süreci ardından gelen bir darbe var. Bu tür baskı rejimleri demokrasinin önünü açmıyor. Bu tür baskılar kötüye kullanıldığı zaman doğacak tepkileri de ortaya çıkarıyor. Bu olaylar OHAL'i ortadan kaldıracak tedbirlere başvurulmada baskıcı bir tedbire başvurduğumuz zaman bu daha ağır hukuktan uzaklaşan dönemleri ortaya çıkarıyor. Bu tarihte böyle 1933 Almanya’sı yani o dönemde de parlamento sisteminden sonra ne yaptı Reichstang yaktı. E ne yapalım OHAL var. OHAL’de kimin yetkileri var Cumhurbaşkanı'nın. Hitler o dönemin cumhurbaşkanı Hindenburg, OHAL ilan ediyor. Kararnameler çıkarıyor. Benzer şekilde ifade özgürlüğünü ortadan kaldırıyor. Hatta bazı suçların cezasının idam olmasını öngören kararnameler çıkarılıyor. Bütün bunları gördüğümüz de dikkatli olmak lazım. Bu tür düzenlemeler kötüye kullanıldığı takdirde bu önlenemez başka sorunlara yol açıyor. Bu dönemler içirişinden biran önce çıkmak lazım ve dönemleri sınırlamak lazım. Bu dönemler, demokratik ülkeler içerisinde anayasa değişikliklerini engelleyecek hükümlerde getiriyor. Geçmişte yaşananlardan ders alıp anayasa düzenlerini korumak adına bu tür OHAL süreçlerinde kendi anayasalarını koruyan hükümler getirerek yasaklıyorlar. İşte Fransa Anayasası, Alman Anayasası, Belçika Anayasası, hep OHAL bu tür zamanlarda anayasa değişikliğini yasaklamıştır. Bunun mantıklı nedenleri var. Anayasa nasıl bir ortamda yapılırsa demokratik bir anayasa olur? Herkes bu anaysa hakkında görüşlerini dile getirir, bilgi edinme özgürlüğünden yararlanır. Bu bilgilerde kendi düşüncelerini oluşturur. Kendi bilgilerini denetler. Bu bilgilerden sonra oluşturduğu düşüncelerini yayar. Karşılıklı bir tartışma ortamı içerisinde basın özgürlüğü ile birlikte toplantı yürüyüş özgürlüğünü en etkin şekilde kullanılacağı koşullar yaratılır. Ama şimdi bakıyoruz Ankara Valiliği bir karar alıyor 60 gün bütün gösteri ve yürüyüşler yasak, bunu ortadan kaldırıyor. İnsanlar toplu olarak, kendi düşüncelerini ifade edemedikleri bir ortamda, hele bu denli önemli bir hükmü içeren bir rejim değişikliğine yol açtığı söylenen değişikliğin OHAL ortamında yapılmasını demokratik anayasa yapıcıları açısından kabul etmek mümkün değil. Burada ortaya çıkacak şey şikayet olacaktır. Nasıl 80 darbesi sonrası bir anayasa değişikliği yapıldığında nasıl darbe anayasası diye şikayet ediliyordu. Bundan da aynı şeyleri duyacağız, diyecekler ki bu OHAL'de yapıldı farklı düşünceleri içermiyordu. Demokratik bir anayasa değildir, OHAL dönem anayasasıdır. Şikayetleri sadece bu açıdan dile getirilecek. * Türkiye’nin bir başkanlık sistemine gerçekten ihtiyacı var mı yoksa tümden değişecek bir demokratik Anayasa’ya mı ihtiyacı var? Bu anayasa ile başkanlık rejimi gelmiyor. Bunu çok açık net ortaya koymak gerekiyor. Önce demokratikleşmemiz lazım. Bizim hukuk devleti eksikliğimizi işte bu tür KHK’lerde olduğu gibi yargının açıklarını denetim eksikliklerini gidermemiz, bağımsız yargıyı oluşturmamız, temel hak ve özgürlükleri güven içerisine getirmemiz gerekirken bunları hiç ellemiyoruz. Hatta daha özgürlükleri ortadan kaldıracak bir ortamda. Odaklandığımız nokta siyasal rejim değişikliği üzerindeki değişiklikler. Siyasal rejimle kastımız başkanlık parlamenter yarı başkanlı mı? Ortaya çıkan hükümlere baktığımız da bu bir başkanlık rejimi falan da değil. Amerika’daki anayasanın ön gördüğü başkanlık rejimine uygun kurallarla uzaktan yakından ilgili olmayan değişiklik teklifi önümüzde de duruyor. Hangi birine söyleyelim hangi birine saymak gerekir. Getirilen maddelerin ne kadar tuzaklarla dolu olduğunu, ne kadar yürütmedeki o tek kişinin Cumhurbaşkanı'nın konumunu pekiştirmek, onun konumunu son söz sahibi olmasını sağlamak üzere nasıl bir düzenleme içerdiğini saatler boyu tartışabiliriz. Burada denge kontrol paylaşılmış kuvvetler ayrılığının etkin işleyişi gibi bütün demokratik ilkelerden uzak bir teklifle karşı karşıyayız. * Üzerinde değişiklik yapılan maddelerden biri yargı yetkisinin “bağımsız ve tarafsız” olarak değiştirilmesi. Türkiye’de siyasetin yargıya etkisi açısından bakıldığından bağımsız ve tarafsız bir yargı düşünülebilir mi? Bir maddeyi iki kez sözcüğünü değiştirerek siz o maddeyi değiştiremezsiniz. O zaman o hukuk devleti var. Hukuk devleti bağımsız yargıyı da içeriyor. Bu değişikliğe değinmeye gerek bile yok, tarafsız demeye ama asıl sorun şu; Bunu hayata geçirecek bağımsız bir yargı teşkilatı nasıl oluşturulur. Bunu oluşturacak olan da HSYK’nin yapısına ilişkin güvenceleri sağlamak. Ama baktığımız zaman üyelerinin tamamını Cumhurbaşkanı ve onun hakim olduğu parlamento tarafından seçildiğini görüyoruz. Anayasa Mahkemesi de öyle. Kendisini denetleyecek olan yargı organını Anayasa Mahkemesi'ni belirleme konusunda yine Cumhurbaşkanı son sözü söylüyor. 15 üyenin 12’sini doğrudan doğruya kendisi atıyor. Kendisine bağlı bir yargının ortaya çıkmasını engelleyecek hiçbir hüküm yok. O zaman da Cumhurbaşkanı'nın iki dudağı arasına bırakıyoruz yargının tarafsız ve bağımsızlığını. Yürütmeden bağımsız bir anayasa ancak bağımsız bir yargı işlevini yerine getirebilir. Biz aksine yargıyı yürütmeye bağlı hale getirecek düzenlemeler getiriyoruz. Bir taraftan bağımsız ve tarafsız diyoruz öte taraftan yargıyı yürütmeye bağlıyoruz. Bu kendi içinde bir çelişki. Dolayısıyla bu düzenlemelerden sonra var olan bağımsız yargıyı da ne ölçüde varsa onu da kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyayız. * Yani anayasa paketi ile kuvvetler ayrılığı ortadan kaldırılmış olmayacak mı? Demokrasi kaybı olur. Demokrasinin temel ilkesi kuvvetler ayrılığı. Onu sağlayacak olan ne? O farklı kuvvetlerin çoğulcu bir şekilde yetkilerini kullanması birbirlerini kontrol etmesi ve dengelemesi. Bütün demokratik siyasal rejimler buna dikkat ediyor. Başkanlık rejimi de buna dikkat ediyor. Başkanlık rejiminde başkan öyle her istediğini yapabildiği yasamayı vesayeti altına alıp devre dışı bıraktığı yetkilere sahip değil. Yürütme yetkisini kullanır ama yasama organı da bütün yasama yetkilerine hakimdir. Çünkü orada yasayı koyma yetkisini ancak kongre kullanır. Başkanın veto yetkisi var ama başkan dorudan doğruya yasama alanında düzenleme yapmaz. Yasama ilkesi devredilmez ilkesi, bizde olduğu gibi Amerika’da da çok güçlü bir ilke. Bu yetki başkana devredilemez. Getirilen teklifin içeriğine baktığımız zaman çok belirsiz sınırları çizilmeden Cumhurbaşkanı'na kararname ile kanun gücünde işlem yapabilme yetkisi tanınıyor. OHAL döneminde hiçbir sınır taşımadan her alanda özgürlükleri de ortadan kaldırıp sınırlandıracak şekilde düzenleme yapma yetkisi tek başına Cumhurbaşkanı'na tanınıyor. Böyle bir yetki yok demokratik başkanlık rejimlerinde. Bozulması halinde bunun sapmasına dönüşen başkancı rejimlerde Sahra altı Afrikası’nda diktatörlüğe dönüşen başkanlık rejimlerinde ancak bu tür yasa gücünde kararname yapma yetkisi başkana tanınıyor. Bu bir noktası. Aynı şekilde fesih yetkisi tanınıyor. Fesih yetkisi de birkaç Afrika ülkesi dışında hiçbir başkanlık rejiminde yok. Zimbabve’de diktatörün kullandığı bir yetki fesih yetkisi. Bu fesih yetkisi kararname yetkisi ile ne yapabilir, her an kendi hakim olmadığı bir parlamento çıkarsa onu devre dışı bırakma olanağına sahip. Buradan kuvvetler ayrılığı çıkmaz. Buradan çıkacak sonuç çok açık. Buradan tek kişinin iktidarı çıkar. Buradan bir tek yetkinin tek kişiye devredilmesi çıkar. Bu demokrasi ile bağdaştırılamaz. * Cumhurbaşkanı'na “kararname yetkisi” verilmesi durumunda Türkiye ne ile karşılaşır? Teklifte şu var. Temel hak ve özgürlükleri sınırlandıracak karar çıkarılamaz diyor. Yasayla açıkça düzenlenmiş bir alanda kararname çıkaramaz diyor ama bunların güvencesi ne? Kendi belirlediği Anayasa Mahkemesi'nden mi? Cumhurbaşkanı’nın anayasal sınırlarını aştığına ilişkin karar bekleyeceğiz. Şu anki Anayasa Mahkemesi bu noktada önceki içtihatlarının arkasında duramazken, Cumhurbaşkanı'nın belirlediği yargıçların, Anayasa Mahkemesi üyelerinin, bu güvenceyi anayasanın şu an getirilecek teklifteki sınırlamaları nasıl koruyacak? Aynı zamanda bu sınırlı alan gri bir alan. O uzmanlığın hakkını verebilecek bağımsız karar verebilecek bir yargı organı olması gerekir. Bunlar olmadığı takdirde Cumhurbaşkanı kararnameleri kötüye kullanarak o alanda yasama organını devre dışı bırakabilir. O zaman da bütün yetkileri vesayetten şikayet edilen noktada yasama üzerinde vesayet kuran bir Cumhurbaşkanı'ndan rahatlıkla söz edilebilecek hale geliriz. * HSYK’nin yapısında değişiklikler yapılması söz konusu. Buna göre kurul üyesi 13, daire sayısı 2 olacak. Bunların büyük çoğunluğunu Meclis, bir kısmını da Cumhurbaşkanı atayacak. Cumhurbaşkanı'nın parti ile bağlantısı düşünüldüğünde bu durumda ne olur? Teklif o kadar tutarsız hükümler içeriyor ki, o kadar özensiz alel acele yapılmış bir teklif ki bir taraftan Cumhurbaşkanı'nın tarafsızlığı üzerinden yemin etmesi öngörülüyor. Tarafsızlığa ilişkin yemin varlığını koruyor. Diğer taraftan devletin ve milletin birliğini sağlama gibi bir yükümlülük getiriliyor cumhurbaşkanlığına. Bir taraftan ordunun başkomutan sıfatı veriliyor. Ama bir taraftan da partili cumhurbaşkanı olabileceği öngörülüyor yani bir partili cumhurbaşkanının bütün bu işlevlerini yerine getireceğini beklemek mümkün değil. Bu ileride sıkıntı yaratır. Partili bir kişinin örneğin a partisinin başkanının başkomutan olarak kabul edilebilmesi bütün ulusun birliğini bütünlüğünü sağlaması tarafsız olması beklenebilir mi? Bunu da hele ki yargı yoluyla da sınırlandıramıyorsak Anayasa Mahkemesi'nin yapısında olsun Cumhurbaşkanı'nın da ne ölçüde belirleyici olduğunu gördükten sonra da o zaman gelecekten endişe etmek gerekir. Bu tek kişi üzerinde tartışılacak bir konu değil. Bu tür hükümlerle bu tür rejimi demokratik olarak sürdürme sıkıntısı doğar. Yarın bu makama gelecek olan kişinin bu yetkilerin sınırını aştığı zaman nasıl engelleneceği sorusu ortaya çıkar. Vatandaşların anayasal düzene olan güveni sarsılır. Bu istikrarı sağladığı söylenen gerekçesindeki anayasa değişikliğindeki teklifin aslında istikrarsızlıklara gebe. Sadece yönetimdeki istikrar değil o zaten var ama biz o demokratik istikrarı, ekonomide, dış politikada, sağlıkta, eğitimdeki istikrarı nasıl sağlayacağız? Sorusunu sormak lazım. Tek adam rejiminin ortaya çıkmasında 'rejimde gelişme nasıl sağlanır' sorusunun herkes tarafından sorulması lazım. * Anayasa Mahkemesi’nin yapısına ilişkin düzenlemeler de söz konusu. Anayasa Mahkemesi yeni düzenleme ile bağımsız kararlar verilebilecek mi? Veremeyecek. 15 üyeye indiriliyor ve 12’sini doğrudan Cumhurbaşkanı belirliyor. Sonra kendisini yargılayacak olan bu mahkeme ile ilişkisi çok rahat ve kolay açıklanabilir bir ilişki değil. Hiç kimse davasında yargıç olamaz. Şimdi yüce divan sıfatıyla kendisini yargılayacak olan mahkemenin yargıçlarını olası olarak yargılayacak kişi seçiyor. Bu çelişkili bir durum. * Anayasa değişikliği görüşmelerinin yapıldığı Meclis Genel Kurulu’nda oy verme sürecinde gizli oy kullanmayan AK Partililer vardı. Bu aynı zamanda gizlilik ilkesinin ihlal edilmesi anlamına gelmiyor mu? Anayasa Mahkemesi’ne başvuru yapılması durumunda nasıl bir sonuç çıkar? Açıkça gizli oylamayı ihlal ediyor. Anayasanın açık kuralı. Daha önce anayasa eğer bu oylamanın sonucunu etkiler bir nitelikteyse belirleyici olan bu. İkinci tur oylamalar burada devreye giriyor. Bu oylamalarda 333’ün altına düşen maddeler paketten çıkacak. Tümü üzerindeki oylamaya katılmayacak. Onun için ilk turdaki gizli oy ihlalleri şimdi asıl önem kazanacak. Orada kabul sayılarında kıl payı çıkmışsa hele onun açık oyla kullanılmış oylar da ispatlanabiliyorsa o zaman o oylamayı şüpheli hale getirecek. Anayasa Mahkemesi o zaman şunu diyebilir: Evet bu ikinci tur oylamada kullanılan ispatlanmış şu kadar açık oy bu turdaki şu kadar sayıyla kabul edilen bu maddenin oylamasını geçersiz hale getirebilir. Biraz daha gizli oy konusunda özellikle iktidar partisi vekilleri daha duyarlı dikkatli olma ihtiyacı duyacaklar. * HDP İstanbul Milletvekili Garo Paylan’ın Meclis kürsüsünde “soykırım” sözcüğünü kullanması sonucu 3 birleşime katılmama cezası verildi. Bunu nasıl yorumluyorsunuz? Söz özgürlüğünün kürsüde mutlak bir sorumsuzluk kapsamında olduğunu belirterek başlayayım. Ermeni soykırımının olup olmadığına ilişkin tartışmalarının bu Anayasa değişikliğinin neresinde olduğunu da söylemek lazım. Bunu söylemek kime hizmet eder? Çünkü baktığımız zaman bir kimlik siyaseti güdülüyor. Bu kimlik siyaseti içerisinde ülkenin genel sorunları değil bu tür belirli kimlikler üzerinden siyaset yapılıyor. Yapıldığı zaman bu tür söylemler o kimliklerin daha keskinleşmesine daha kutuplaşmaya yol açabilir. Bu kutuplaşmanın da kime hizmet ettiği ortada. Bu oylamanın demokratik rejim üzerindeki etkilerini gözden uzaklaştıracak sonuçlar doğurma riski bu tür söylemler. * HDP’li milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Şu an tutuklu bulunan HDP'li milletvekillerinin dokunulmazlığı söz konusu değil mi? Toplumun belirli kesimlerinin bu anayasada kendisini bulamaması ileride sıkıntı yaratacak. Bu 1960’tan itibaren hep Türkiye’nin tartıştığı sorunlar. O zaman Demokrat Parti kendisini dışlanmış hissetti. Sonrasında yapılan anayasa tamamen farklı seslerin görüşlerine kapatıldı 1982 anayasası. Şimdi de yine toplumun belli bir kesimi bu anayasanın yapımında değişikliğinde kendisini görmezse o zaman o anayasayı kendi anayasası olarak görme konusunda da sıkıntılar çekebilir. O açıdan en kapsayıcı en tartışmanın geniş kesimlere yayılacağı şekilde karşılıklı ödünleşerek bir uzlaşma sonucunda bir metin ortaya çıkarırsak o anayasanın uzun ömürlü olmasını sağlarız. Aksi takdirde örneğin Hakkari şehrinin 3 vekili de tutuklu. E şimdi Hakkari ilinin seçmenlerinin bu anayasa değişikliği üzerindeki görüşlerini kim dile getirecek? Böyle bir sıkıntı da ortaya çıkıyor. Bu sıkıntıların giderilerek daha da normalleştiği birbirimizi dinleyebileceğimiz, birlikte ülkenin iyiliği için neler yapabileceğimiz bir ortamda bu anayasa tartışıp uzlaşmaya varsak iyi olur. Bu yangından mal kaçırırcasına bir aceleyi işaret ediyor. Yurttaşın bu acelenin nedenini sorması lazım. Buna neden bu kadar acele ihtiyaç duyuluyor? O soruda çok da iyi niyetlerin olmadığı kanısını uyandırıyor. * Şimdiye kadar 10’u aşkın demokratikleşme paketi çıkarıldı. Çıkarılan bu demokratikleşme paketleri ile bugünkü Anayasa değişiklik paketini karşılaştırdığımızda nasıl değerlendiriyorsunuz? 2010’daki de demokratikleşme değildi bana göre. 2010’daki yargının cemaate teslim edilmesi için yapılmış bir değişiklikti. Oradan ağızları yanınca şimdi tekrar el atılıyor ama bunu engelleyecek bir çözüm değil getirilen teklif. İlk 4 maddenin nesini tartışacağız? Benim anladığım demokratik laik sosyal hukuk devletidir. Bunlar dışında tartışmamız gereken neler var olabilir ama bunlar değişmez maddeler. Bunlar üzerinde değişiklik yapılmak isteniyorsa bir kurucu irade ortaya çıkarmak lazım. Yepyeni bir anayasanın yapılmasını sağlayacak bir ortam oluşturulmak gerekir. Onun için de bu Meclis yetmez. Bu Meclis'teki sıkıntıları dile getiriyoruz. O zaman yüzde 10 barajın olmadığı herkesin sandığa anayasa yapmak üzere gitmesini sağlamamız lazım. Bütün bu koşulları sağlamadan öyle anayasanın değişmez hükümlerini tartışmaya açmanın bu çerçevede bana göre çok fazla yararı yok. * Sizce yargı mı siyasallaştı yoksa siyaset mi yargıyı güdümüne aldı? Tabi ki eskiden şikayet edilen yargının hakimiyetini sağlayacağız gerekçesi ile 2010’da bahsettiğimiz değişiklikler yapıldı ama ortaya çıkan şey şu oldu: Yargı üzerinde şu an hakimiyet kuruldu. Siyaset bugün yargıyı belirleyen bir konuma geldi. Bu Sulh Ceza Hakimlikleri ile pekişti. Bugün tutuklama gibi tedbirleri alan mahkemelerin oluşumuna baktığımız zaman kanuna hakim ilkesinin çok dikkate alınmadığını görüyoruz. Kişi özgürlüğünü ihlal eden kararlarla karşı karşıyayız. Bu kararların neyi korumak adına da verildiğini görüyoruz. Mahkemelerin kişilik değerlerini korumanın ötesinde iktidarı korumaya yönelik bir tavır içinde olduğunu görüyoruz. O zaman da ortaya yargının siyasallaşması gibi bir tablo ortaya çıkıyor. Necla Demir / Uğur Atabay - dihaber