Önder: Türkiye’nin tamamı İmralı’ya dönüştürüldü 2017-02-15 09:57:03 ANKARA - İmralı Heyeti Sözcüsü Sırrı Süreyya Önder, 15 Şubat’ın Öcalan’ın bölgede başlattığı özgürlük, demokrasi ve barış yürüyüşüne yönelik bir saldırı olduğunu belirterek, AK Parti’nin bütün Türkiye’yi İmralı haline getirdiğini söyledi. Önder, Öcalan’a verilebilecek en büyük özeleştirinin “Kürt Ulusal Kongresi”nin toplanması olacağını söyledi. PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın 15 Şubat 1999 yılında Türkiye’ye teslim edilmesinin üzerinden 18 yıl geçti. Öcalan Türkiye’ye getirildiğinde henüz doğmamış olan çocuklar ya da daha sonra doğanların bir kısmı Kürt sorunu çözülmediği için dağın yolunu tuttu. Daha önce geliştirdiği demokratikleşme ve barış inisiyatifi nedeniyle etkisiz hale getirilmek istenen Öcalan ise, 18 yıllık tutukluluk durumuna rağmen barış iradesini hep korudu ve devreye girdiği her dönemde barış adına topluma nefes aldırdı. Bugün İmralı kapıları yine kapatıldı. Acaba Öcalan ile görüşme imkanı olsaydı, bölgedeki gelişmeleri de nazara alarak 15 Şubat’ı 18’inci yılında nasıl değerlendirirdi? Bu soruyu, Öcalan’a ulaşamadığımız için onunla çözüm süreci boyunca yakın mesai yapmış İmralı Heyeti Sözcüsü ve HDP Ankara Milletvekili Sırrı Süreyya Önder’e sorduk. Önder, hem Öcalan’ın daha önce yaptığı değerlendirmeler hem de kendi gözlemleri üzerinden 15 Şubat’a ilişkin sorularımızı yanıtladı. * 15 Şubat’ın üzerinden 18 yıl geçti. Siz geçen bunca zamanı ve yarattığı sonuçları nasıl değerlendiriyorsunuz? Sayın Öcalan ile yürüttüğümüz çalışma döneminde kendisine de sormuştum. Kendisi hep bu meseleye dönemin başbakanı Bülent Ecevit’in yaptığı açıklamayı hatırlatarak başlardı ve gülerek derdi ki, ‘Adam çıktı dedi ki bu şahsı bize niye verdiler halen anlamış değilim’. Ondan sonra onun öngörüsüzlüğüne vurgu yapmaya başlardı. Ondan bunu dinlemiş biri olarak değerlendirmesini tekrar etmekte fayda var. Ecevit’in değerlendirmesinde hem komplo boyutunu hem de uluslararası boyutunu görebiliriz derdi. Üzerine bastığı nokta şuydu sistem sürekli bunu bir teslim alma ya da Suriye’den çıkarma operasyonu olarak hikaye etmeyi seviyor. * Kendisi öyle değerlendirmiyor mu? Hayır, kendisi Suriye’den çıkarılmasının söz konusu olmadığını, Suriye’den çıkışının iradi olarak çözüm ve demokratikleşme yürüyüşü olarak algılanması gerektiğini, bunu planlayıp buna karar verdiğini vurgulardı sürekli. Bölge dengelerinde, Kürt halkının parçalı yapısı nedeniyle de Kürt halkına hep enstrümantaliz, araç sallaştırma yaklaşımı söz konusuydu. Bölgedeki devletler içinde batılı emperyalist devletler içinde mevcut dengeyi sürdürmenin en kestirme yoluydu, Kürtlerin bu parçalı durumunu ve bunun araçsallaştırılmasıydı. Sürekli birini diğerine karşı kullanmak, onu bir hesaplaşmanın aracı haline getirmek… Bütün bu paradigmayı değiştiren şey demokratik siyaset kararı, barış kararı ve bölge için yapılan projeksiyonları berhava edecek bölgesel demokratikleşme, Ortadoğu’yu halklar evi haline getirme yaklaşımı bir hayli tedirgin etmişti bu güçleri. * Türkiye’ye verilmiş bir taviz söz konusu değil mi? Bölgede Türkiye’ye öyle jeo-stratejik önem atfedecek bir konumlanış söz konusu değildi. Yani Türkiye’ye şunu vermezsek çıkarlarımıza helal gelir diye. O anlamda uluslararası komplo boyutu bu kadar açık ve görünür vaziyete geliyor. * Sizin bu konudaki değerlendirmeniz nedir? Bu komplo süreci aslında çözüm odaklı siyasete yönelim sırasında yani çözüm süreci boyunca kendini hiç eksik etmedi. Sayın Öcalan’ın darbe mekaniği olarak adlandırdığı şey özünde yerel güçlerle sınırlı bir şey değil. Süper NATO’yu sürekli işaret eden ve o tespiti-belirlemeyi yapmadan değerlendirmeye başlamayan bir noktadan bakıyordu. 18 yıl önceki gibi sistemin bütün daraltmalarında Sayın Öcalan daima yeni bir düzlem ve kavramsallaştırma yapabilecek kudrette birisi. Çözüm süreci o açıdan yarım kalan sürecin tamamlanmasıydı. Burada sürecin sonlandırmış olmasını, bu komplonun devamı gibi alabiliriz. Benim değerlendirmem budur. Fakat Sayın Öcalan yaptığı değerlendirmelerden yola çıkarak ulaştığım bir sonuçtur bu. Bölgede oluşan yeni dengelerde Kürt kartını sürekli kontrol altında tutma girişimiydi çözüm sürecinin akamete uğraması. Yoksa AKP’ye tek başına böyle bir rol izafe etmek ona hak etmediği önem atfetmek anlamına geliyor. * Öcalan’ın yürüyüşünün ve demokrasinin ısrarının da “uluslararası komplonun” kendisini sürekli olarak yenilendiğini mi söylemek istiyorsunuz? Evet. Özellikle komplo kendisini sürekli yeniliyordu. Ama Sayın Öcalan haritanın bu bölümünü yırtıp attı. Bu durum, bölgedeki bütün önemli gelişmelere yönelik önemli bir müdahaleydi. Nerden çıkarıyoruz bunu? Kendimi de katarak söyleyeyim. Biz Rojava’nın, Şengal’in stratejik önemini, IŞİD denilen yapının kendisini ortaya çıkarma biçimini, daha sonra izleyeceği yolu: Sayın Öcalan bunların emaresi bile yokken yoğunlaşması gereken noktaları da dahil olmak üzere açık bir şekilde ifade etti. Bugünden dönüp baktığımda tabiri caizse dehşete düşüyorum. Yani bu bir tarih okuma ve geleceğe dair belirlemenin ötesinde, kesinlik içeren, şaşmaz bir yaklaşımla neyi öngördüyse o oldu neye dikkat çektiyse ve tehlike olarak gördüyse o bölge halklarının ayağına dolaştı. Böyle bir öngörü ve sezgi gücünden bahsediyorum. * Darbe mekaniği diye yıllar önce ifade ettiği şey yaşanan darbe sürecine mi işaretti? Darbe mekaniği dar bir şekilde yorumlayanlar var. Oysa bunun uluslararası boyutunu görmeden 15 Temmuz’u da görmeyiz. Burada cemaat ya da başka yapıların artıklarının bir araya gelerek geldiği bir koalisyon var ama bu özünde bir NATO operasyonudur. * AK Parti de neredeyse benzer şeyler söylüyor. Dış güçler, dış mihraklar, içeride hainlerle bizi götürmek istiyorlar vs. diyorlar… Çok farklı bir şey söylüyorum. AKP bu söylemleri iç kamuoyunu konsolide etmenin bir aracı olarak kullanıyor. Siyasal bir yapı bir belirleme yaptığı zaman buna dönük uygun bir hazırlık, cevap olma, önlem olma, sürece müdahale etmesi beklenir. AKP eğer bu değerlendirmeyi yapış şeklinde samimi ise, bir çok bölgesel ittifakı ve neredeyse biat ettiği ve bir telefon görüşmesi yapabilmek için bugüne kadar ilkesel düzeyde baktığı ne varsa onların tarumar edilmesine sessiz kaldığı bir profil sergiliyor. Dolasıyla bir samimiyette ya da hakikate dayanan bir yaklaşımdan ziyade kendi ajandasını hayata geçirme ve bunun için bu argümana sıradan bir şekilde sarılma durumu var. Salt belirleme bununla sınırlı değil. Bölgede neredeyse bir araya gelmeleri mümkün olmayan ne kadar güç varsa onları da darbecilerin torbasına koyup zorlama bağlantılar icat etme ve bunların hepsi bir arada ben tekim şeklinde sahte bir durum yaratmaya çalışıyor. * Peki, bu anti-emperyalist söylemler? Antiemperyalist söylemler edebilirler. Ama Anadolu’da bir laf vardır ayinesi iştir kişinin… Biz ona bakarız. Madem bu belirlemeyi yaptın o halde nerede duruyorsun ne yapıyorsun? Sürekli bölgede bir emperyalist kamptan öbürüne savurmanın izahı nerede? Ya bu belirlemen yanlış ya yaptıkların yanlış. İkisi bir arada olmaz. * Siz “uluslararası komplonun” bir boyutuna dikkat çektiniz. Öcalan bölgeden çıkarıldıktan sonra uluslararası bazı müdahaleler gerçekleşti. Öcalan’ı engel olmaktan çıkarma boyutu da yok mu? Şüphesiz var. Hiçbir faktör tek başına belirleyici olamaz. Fakat Sayın Öcalan’ın en çok yoğunlaştığı nokta, daraltılma hali üzerindeki baskıdır. Bunlar işin bir boyutudur. Ama biraz deneyim sahibi olduysam barış yürüyüşü, demokratikleşme yürüyüşü kararını aldıktan sonra bu mekanizma devreye giriyor. Bölgeye dönük ABD’nin de batının da bir günde oturup tavır almaları belirlemezler. En kısa ölçekli plan ve programları 10-15 yıllık hazırlığı gerektiriyor. Acil müdahale gerektiren bu paradigmayı tam da orta yerinden yırtan bir demokratikleşme şiarı var ortada. Üstelik Arap Baharının gelmekte olduğunu fark edip belki de ilk inisiyatifi alan ilk kıvılcımı tutuşturabilecek bir yürüyüş iradesinden bahsediyoruz. O açıdan benim şahsi düşüncem o kararın ortaya çıktığı andan itibaren bu komplonun hızlı bir şekilde hazırlanmış olduğu yönündedir. * Suriye kritik bir ülke. Öcalan oradan çıkıyor ondan sonra “terör bitecek” propagandası başlıyor. Ama şimdi bakıyoruz, onu çıkardığını söyleyen, teslim eden, teslim alan herkes Suriye’de. Suriye virane bir ülke haline geldi. Bu nasıl bir denklem? Esad’ın sınıfsal analizi ile başlamazsak değerlendirmelerin bir kısmı havada kalır. Esad’ın küçük burjuva diktatörü olduğunu belirlemek gerekiyor. İkincisi tarihsel bir gerçekliktir, dışarıdan gelen güçler yerli güçler kadar düzenleyici ve nizam kurucu olamazlar. Ne olurlar? Bozucu olabilirler. Çoğul kavramı kullanmak istemiyorum ama dış güçler denilen güçlerin bölgede nizam kurma kabiliyeti yoktur. Gelişmeleri bozabilirler, engelleyebilirler, yönünü değiştirebilirler. Genel olarak yaptıkları da budur. Esad, biriktirdiği ve baskıladığı birçok sorunun birden bire savaş gibi bozucu bir şey ile ortaya çıkması ile pragmatist bir çizgi gözetmek zorundaydı. Bunu gözetti. Ama demokratikleşme ve birlikte yaşama perspektifi olmadığı için uluslararası güçleri kullanmayı ve kendini onlara kullandırtmayı tercih etti. Biz nasıl müdahil olabiliriz. Demokratik bir teklif ile. Bu teklif yazılı sözlü bir şey değildir. Bu belirleme pratiğe işaret eder. Esad’ın yönetme pratiği hiçbir zaman birlikte yaşam hukukuna tekabül etmiyordu. Suni Müslümanlar içinde, Çerkezler, Türkmen içinde taşımıyordu. Kürtler bunun en büyük mağduru konumundaydı. Ta baba Esad döneminden başlayan Arap Kemeri politikası ile bugün Türkiye’nin güvenli bölge önermesi bir birinin aynısıdır. Bugün Cumhurbaşkanı söylüyor ya oraya Arapları ve Türkmenleri taşıyacağız diye. Esad’dan farkı işin içine sadece Türkmenlerin dahil edilmiş olmasıdır. Ve Kürt ile Kürdün arasına bu kemer oluşturuluyor. Esad’ın da yaptığı buydu. Netice alabildi mi? Arap kemerine baktığımız zaman nice Köroğlu’lar çıkmış. Türkiye Suriye sınırındaki mayınları patlatmadan Arap Kemerine yerleştiren Kürtler çıkmış bunların destanları yazılmış. Orada toprak ve imtiyaz taahhüdüne rağmen Arapları Kürt ile Kürdün arasına yerleştirmeye muvaffak olamamış. Ne yapmış belki de 20’nci yüzyılın en vahşi sömürgecilik biçimini hayata geçirmiş. Kimliğini alıyor, seyahat özgürlüğünden eğitim özgürlüğünden tut, her türlü hakkını elinden almış. Ben yaşanan sürecin Esad’ı da dönüştüreceğini düşünüyorum. Önünde iki yol ayrımı var. İngilizcede ‘Budaklılık’ diye tanımlayabileceğimiz bir teori var. Her gelişme tıpkı bir lego gibi birçok yeni durum ortaya çıkarır. Burada neyi seçeceğiniz ile ilgili bir yol ayrımı söz konusu. Yapacağınız tercihte birçok yeni ihtimali doğuracaktır. Esad eğer kendisi ile ciddi bir hesaplaşma yaşayabilmişse o zaman birlikte yaşam hukuku oluşturmanın halkına çektirdiği acıları görebilir. * Dönüşerek bu ortak yaşama dahil olabilir mi? Her şey imkan dahilinde. Düşünün ki en ağır yaptırımı uyguladığı Kürt halkı Suriye’nin ayakta durmasının temel taşıyıcı kolonlarından birisi haline geldi. Eğer bir insanın çok büyük düşmanlıkları yoksa oturup düşünür. Ben bu halka bu kadar eza cefa ettim ama bugün hem de savaşın içinde bir nizam kurabilme kabiliyeti gösterdi bu halk diyebilmeli. * Bu birazda Öcalan’ın öğretisi ve etkisi ile mümkün olmadı mı? Biraz değil, bu önemli ve belirleyici ölçüde Sayın Öcalan’ın hem oradaki çalışmaları hem oradaki ilişkileri ve oradaki emeği ve belirlemeleri üzerinden oldu. * Peki, bu İmralı sistemi nereye kadar ve nasıl sürecek? Biz ortak mesaimizde zaman zaman onun özgürlüğü ve İmralı sistemine dair belirlemelerimizi, kaygılarımızı ve önerilerimizi paylaştığımızda, hep önünü keserdi. İtiraf etmeliyim ben bunu çok da anlamazdım. Standart ve sabit bir yaklaşımı vardı bu konuda. Önemli olan hep birlikte özgürleşmemizdir derdi. Bu hep birlikteliğin içine bütün ülkeyi hatta bütün bölgeyi katardı. Oysa biz kendi özgürlüğünün rahat etme imkanlarının barışa ve demokratik siyasete, demokratikleşmeye daha süratle evirilebileceğini düşünüyorduk. Şimdi anlıyorum eğer siz özgürleşmeyi toplumsal özgürleşmenin parçası olarak ele almazsanız, bu en ufak konjonktür sapmasında, özgürlük çok daha büyük bir cendere olarak size dönebilir. Yani özgürlüğün kalıcı ve nitelikli olması hep birlikte özgürleşme ve demokratikleşme ile mümkün olabilir. Dolasıyla İmralı’daki sistem ve tecrit meselesi böyle ele alınmalı. Günlük diplomasiler ile elbette bu geriletilebilir. Ama bu sistemin en makul hali bile kabul edilebilir değil. Dolasıyla bütün bu toplumsal mücadelenin barışa demokratikleşmeye ve özgürleşmesiyle bu ile mümkün olabilir. * Bu işin bir sonu olmayacak mı? Elbette bu sistem ilelebet sürecek bir sistem değil. Baskının, zorun, sıkıştırmanın bir limiti vardır ama mücadelenin demokrasi talep edilmesinin böyle bir limiti yok. Bence sistem bu baskı ve zor limitinin sonuna geldi. Bundan başka ne yapacaklar. Bütün ülkeyi İmralı’ya çevirdiler zaten. * Uzun bir süredir Öcalan ile görüşme yapılmıyor. Sizde uzun süre birlikte çalıştınız. Eğer görüşme imkanı olsaydı bugünkü gelişmeleri nasıl değerlendirirdi? Zaman zaman buna yoğunlaşıyorum. Biz yeniden görüşmeye başlasak kendisinin değerlendirmeleri eleştirileri olacak ama bizimde bir değerlendirme yapmamızı isteyecektir. Bu kadar benimle çalıştınız peki ne anladınız ne yaptınız, niye böyle oldu diye. Benim değerlendirmem kendisinin neredeyse her görüşmede çok ağırlıklı olarak temas ettiği, ısrar ettiği ve zaman zaman kendi temel yaklaşımlarından taviz vermez dediğimiz meselelerde bile buna açık olduğu bir tek konu vardı, Kürt Ulusal Kongresi... Bu uluslararası komplo ile de bağlantılı düşünürsek bu parçalı yapı bir bir araya gelmemenin nitel ve nicel olarak önemli bir güç ve kimlik erozyonu olduğu anlamına geldiğini çok iyi biliyordu. Sayın Leyla Zana ile beraber bizi birde ayrı bir heyet etmişti bu çalışmaları yürütmek üzere. Salt bu gündemle yaptığımız ziyaretler oluyordu. Şuan Ulusal Kongrenin toplanamamış olmasının mazeretlerinin hepsini zamanında elinin tersi ile itmiş ve mahkum etmiştir. Nedir bunlar Eş Başkanlık meselesinden tutun delege sayısı ve oranına kadar. Bunlar hiç önemli değil diyordu. IŞİD daha ortaya çıkmamışken bir barış gücü oluşturun diyordu. Kürt halkı saldırı ve tehdit altında diyordu. * Ulusal kongreye yüklediği misyon bu muydu? Barış gücü oluşturma arayışı mıydı? Önemli bir boyut olarak buna işaret ediyordu. Bence sürecin buraya evirilmesinde bizim fren olabilecek en önemli mekanizmalardan biri buydu ve bunu gerçekleştiremedik. Bunda başta kendimiz olmak üzere bütün paydaşların ortak sorumluluğu vardır. Bu ne pahasına olursa olsun bütün eksiklikleriyle birlikte hayata geçirilmesi gereken bir şeydi. Hayata geçirilmiş olsaydı ne bölgemizde ne de ülkemizde yaşadığımız bu acıların birçoğu yaşanmazdı. Kenan Kırkaya / Salman Gozelyuz - dihaber