ANKARA - HDP Mardin Milletvekili Mithat Sancar, 7 Haziran’da HDP etrafında toplumun “barış özlemini” dile getirdiğini ve bunun da “ulusalcı, milliyetçi, Gladyocu” grupları tedirgin ettiğini belirterek, “Bunun üzerine Erdoğan etrafında İslamcı-ittihatçı bir koalisyon oluştu” dedi.
İkinci yıldönümünde 7 Haziran seçim sonuçları halen çok büyük derslerle dolu bir süreç olmayı sürdürüyor. Çözüm süreci ve ortaya çıkan bahar havasından, savaşa, çatışmaya, ölüm, darbe, OHAL düzenine geçilmesiyle Türkiye büyük altüst oluşlar yaşadı. Anayasa hukukçusu HDP Mardin Milletvekili Mithat Sancar 7 Haziran’a ilişkin dihaber’in sorularını yanıtladı.
* 7 Haziran 2 yıl sonra sizin için ne anlama geliyor?
7 Haziran gerçekten pek çok açıdan çok önemliydi. Bu seçimlere damgasını vuran HDP yeni bir fikir ve projeydi. Şüphesiz HDP’nin öncesi de var. Kürt siyasi hareketi çerçevesinde kurulan partiler önemli bir birikim yaratmıştı. HDP bu birikimler üzerine kuruldu ama eski partilerden bazı yönleri ile önemli farklılıklar gösteriyordu. Daha önceki dönemlerde Kürt siyasi hareketi içinde kurulan partiler çeşitli sol gruplar ile ittifak yapmıştı. Ama HDP bir ittifak partisi değil, bir birliktelik modeliydi. Birlikte bir siyasi parti oluşturma fikrinin ilk defa bu kadar güçlü somutlanışını temsil ediyordu. Kürt siyasi hareketinin birikimi ile Türkiye hakları buluştu. Bu buluşma oya da dönüştü ve yüzde 13 gibi önemli bir oy oranı da yakaladı. Ama yüzde 13’ten çok daha fazla ve büyük bir sempati yarattı. Sandığa giren HDP oyları ile sempati oyları arasında neredeyse iki kat fark var. Türkiye siyasi tarihinin en kritik dönemlerinden birini oluşturuyor bu açıdan. Türkiye halkları Kürt siyasi birikiminin böyle güçlü buluşması, demokrasi, barış ve özgürlük gibi çok önemli değişimlerin böyle bir zeminde gerçekleşebileceğini gösterdi.
* Bu başarıyı, bu birlikteliği ne sağladı?
Bir kaç faktör var, birincisi hiç şüphesiz çözüm süreci. Çünkü HDP çözüm süreci fikrini esas alarak kurulmuştu. Barışın kalıcı hale gelmesi için güçlü siyasi temsilcilere ihtiyaç var. HDP’nin varlığı böyle güçlü bir barış temsilciliği algısını yerleştirdi. İnsanlar HDP’nin barışın siyasi aktörü olabileceğine inandı. Barış zamanında demokratik siyaseti en üst seviyeye taşıma görevini de bize verdi. Barışın sadece silahların susmasından ibaret olmadığını HDP fikriyatı ve bunun toplumda karşılık bulması bize gösterdi. Barışla birlikte demokratik dönüşüm, ezilenlerin eşit mücadelesinde önemli bir aşama kat etme imkanını o dönemde ortaya çıktı. HDP iyi bir fikir olarak kurgulanmıştı. İyi bir program ve inandırıcı bir vizyon ile ortaya çıktı. Bunlar birleşince güçlü bir destek aldı. Haziran 2015’i ve ondan sonraki 1-1.5 ayı bir bahar süreci olarak değerlendiriyorum. Şu bahar bu bahar diye konuşulur ya 7 Haziran Türkiye haklarının baharıydı ama maalesef kısa sürdü.
* Bu süreç neden akamete uğradı, halen bu konuda tartışmalar sürüyor siz ne görüyorsunuz?
Kilit bazı olaylar var, bunlara baktığımızda nedenleri görüyoruz. Öncelikle AKP bizim başarımızdan olumsuz etkilendi. Kurulduğundan beri ilk kez AKP iktidar olma çoğunluğunu kaybetti. Ama sadece AKP etkilenmedi. Seçimden hemen sonra Devlet Bahçeli’nin bir açıklaması vardı bizi kast ederek ‘Biz bu tarafı flu göreceğiz, yok sayacağız’ dedi. Bu da Türkiye milliyetçilerinin geleneksel temsilcilerindeki büyük kaygıyı dile getiriyordu.
* Bu bir işaret miydi?
Evet, çok fazla üzerinde durulmadı ama bu önemli bir işaret fişeğiydi. İkincisi, ulusalcılarda çok büyük bir tedirginlik doğdu. 3’üncüsü Türkiye derin devletinin çekirdeği çok büyük kaygı ve korkuya kapıldı. Çünkü eğer bu yürüyüş devam etseydi hem devletin mimarisi değişmek zorunda kalacaktı, hem de toplumsal dokunun çeşitli parametreleri yeniden tanımlanacaktı. Yani hem siyasi alan hem toplumsal alan yeniden şekillenecekti. Bu eski Kemalist, derin devletçi, milliyetçi, otoriter devlet sisteminin yürümesini çok zorlaştıracaktı. En başta da inkarı ve inkar üzerine kurulan zalim düzeni çok sıkıştırdı.
* Devletin bekası tehlikede dedikleri şey neydi?
Kendi kafalarındaki devletin sonuna gelinmişti. Yeni bir devletin demokratik cumhuriyetin yolu açılmıştı. Bunu bizden daha iyi gördüklerini sanıyorum. Devletçilerin, milliyetçilerin, ulusalcıların bu refleksi, kendileri yönelen tehlikeyi bizden daha iyi gördüler. O nedenle planlar devreye sokuldu.
* Neydi bu plan?
Bu plan Erdoğan etrafında bir devletçi, milliyetçi, ulusalcı koalisyon kurmaktı. Bu bir tür İslamcı-ittihatçı buluşmasıydı. Bu buluşmanın başlangıcı 7 Haziran’dır. Çok korktular, herkes bir birine tavizler vermeyi kabul etti. Bizim yarattığımız bu etkinin doğurabileceği dalgaları durdurmaya çalıştılar. İlk yaptıkları iş savaşa dönmek oldu. Çünkü eğer savaşa dönebilirlerse bu dalgayı kırabileceklerini hesapladılar. Savaşa dönme politikası sadece Erdoğan’ın politikası değildi. Erdoğan bu yol ile iktidarını yeniden kurmayı hedefledi. Diğer güçlerde, derin devletçiler, Ergenekon atıkları, Gladyocular, ulusalcılar, milliyetçilerde sert bir anti-Kürt politikasını masaya koydular. Erdoğan onların talepleri kabul etti, onlarda Erdoğan’ın iktidarına razı oldular. İşte bu İslamcı-ittihatçı ittifakıdır. 1915 yılında eksik ayaklarla hakim olan o zihniyet 7 Haziran’dan sonra daha tehlikeli bir işbirliği ve birliktelik kurmayı başardı.
* Siz AKP ile yapılan ittifaktan bahsediyorsunuz ama seçim öncesi HDP suçlanıyordu. CHP, ‘Eğer HDP barajı aşarsa başkanlık için anlaşacak’ diyordu…
CHP’nin hem tahlilleri hem de öngörüsü son derece kısıtlı. Onun tarihsel kısıtlılıkları ve prangaları var. Ama CHP içindeki ulusalcılar yaşananları daha iyi gördüler. Onlar bizim güçlenmemizin böyle AKP ile işbirliğiyle sonuçlanacağını falan değil, bizim güçlenmemizin müesses nizamın kodların değiştireceğini anladılar. Müesses nizam (kurulu düzen) aynı şekilde kendisini devam ettirme imkanını kaybedecekti. CHP yönetimi bunları okuyabilecek derinliğe sahip değildi.
* Sizin bazı ittifaklar geliştirme hakkınız yok muydu?
Bizim böyle bir güç elde ettikten sonra kendimize güvenle çeşitli müzakerelere girme imkanımız da vardı bu da son derece meşruydu. Biz Türkiye’de ezilenlerin, ötekileştirilenlerin, mağdurların haklarını savunarak, herkes ile müzakere yapabilecek bir özgüven ve özgüce kavuşmuştuk. Eğer o savaş konsepti ve yeni İslamcı-ittihatçı ittifak bu politikaları devreye sokmasaydı, yürüyüşümüzü güçlendirerek sürdürecektik ve yeni adımlarla bunu sürdürecektik.
* Bütün bunlara rağmen savaşın başlamasından Kürtleri ve Kürt hareketini sorumlu tutanlar var. Ne dersiniz?
Savaşın başlama kararının 2014 yılındaki MGK’de verildiği aşağı yukarı biliniyor. Savaşa başlamanın bütün hazırlıkları MGK’de kararlaştırılmıştı. Asıl mesele 2015’in Şubat ve Mart aylarına gelindiğinde bu çözüm sürecinin AKP’ye herhangi bir artı fayda sağlamadığını anketler gösteriyordu, onlar da görüyordu. Yaptıkları anketlerde çözüm sürecinden bekledikleri sonuçları elde edemediklerini gördüler. Barış Kürt hareketine ve barış isteyen kesimlere yarıyordu. Ayrıca barışı isteyenin Öcalan ve Kürt hareketi olduğunu da kamuoyu güçlü bir şekilde algıladı. Şimdi barış talebi bu kadar güçlü iken, barışı samimiyetle savunan aktörlerin oy bazında da güçlenmesi sürpriz olmaz ki. Çözüm sürecini sürekli yokuşa sürenin ve problem çıkaran tarafın AKP olduğu seziliyordu. 7 Haziran’da seçmen barış tercihindeki samimiyete göre de oy verdi. HDP’ye gelen oylar Öcalan’ın ve Kürt dünyasının barış konusunda daha samimi, istekli hevesli olduğunu görmekten de kaynaklanıyordu. AKP’nin oylarının düşmesinin de o dengeyi sağlama, barış isteyenleri güçlendirme, barışı sabote edenleri bir ölçüde cezalandırma motivasyonu da rol oynadı.
* Peki, HDP’nin hiç sorumluluğu yok mu Türkiye’nin bu noktaya gelmesinde. Bir özeleştiri yapmanız gerekirse…
7 Haziran sonrası her şeyi doğru yaptığımızı söylemek kesinlikle doğru değil. Bir defa hazırlıksız yakalandığımızı söyleyebiliriz. Böyle bir başarıya ve barış süreci politikalarına yeterince hazırlıklı değildik. AKP ve Erdoğan asıl savaş kararı alanlardır ama bunu engelleyecek hazırlığı da yeterince yapmayanlar bizleriz. Eğer 8 Haziran sabahı mesela biz Trakya’dan başlayıp İç Anadolu’ya Kürdistan’a kadar barışı kitleselleştirme buluşmaları gerçekleştirseydik, barışın toplumsal ayağını kurma planını ayrıntılı yapabilseydik, hükümet ve Erdoğan’ın savaş politikalarına dönmesi kolay olmazdı. Burada bizim önemli bir eksiğimiz var. Burada şununla görüşürüz bununla görüşmeyiz açıklamaları talidir. Aslolan onlar değil, aslolan toplumsal barış projemizin yeterince hazırlanmamış olsaydı. Eğer biz yine mesela Trakya’dan başlayıp herkese teşekkür eden bir ziyaret ve buluşma planlasaydık buralarda barışın toplumsal tabanını güçlendirelim mesajını güçlü bir şekilde işleseydik, muhtemelen savaş kararı bu kadar kolay alınmazdı. Temel eksikliğimiz buydu ve bunun yan sonuçları da var. Başka hata ve yetmezliklerde var ama temel eksiklik buydu.
* Türkiye çok kötü bir dönemden geçiyor. Siz Haziran’ı bahar olarak nitelendirdiniz. Yeniden o bahara dönme imkanı şansı yok mu?
Türkiye’nin son 5 yılı inanılmaz dönüşümler ve altüst oluşlara sahne oluyor. Burada savaşın çok tırmandığı dönemlerde var, açlık grevlerini hatırlayalım, çatışmaların çok şiddetlendiği dönemleri, Kazan Vadisi’ni, operasyonları ve karşı hamleleri… Belki de o tarihe kadar en şiddetli dönemini yaşadı bu savaş. Ama arkasında bir çözüm süreci geldi. Tam bir bahar demek zor ama bir baharın müjdecisiydi ve 7 Haziran’ın tohumları ekildi. Ortadoğu’da barış ve eşitlik temelli bir şekillenme yaşandı. Öcalan’ın en temel hedefi de buydu. Kürt sorununa çözüm ama özellikle Rojava ekseninde Suriye ve Ortadoğu için eşitlikçi, özgürlükçü bir projeyi hayata geçirme… Bunu Türkiye’deki güçlerde hükümet olsun diğer güçler olsun bunlarla yapmak için çözüm sürecinde Sayın Öcalan’ın çok taviz verdiği söylenir. Taviz değil çıtayı çok yüksek tutmamaya uğraştı çünkü ulaşılacak çok çok önemliydi. Bunlara baktığımızda umutsuz ve karamsar olmak için bir sebep görmüyorum. Türkiye halkları bu dönüşümü, 7 Haziran havasını sahiplenmeye hazır bir kitle var. Halkı suçlamak olabilecek en a-politik, anti-politik yaklaşımdır. Eğer bir eksiklik varsa hepimiz kendimizi katmalıyız. Eğer bugün o baharı yaratamıyorsak sadece egemenlerin korkunç baskıcı politikalarından değildir. Aynı zamanda bizim de eksiklerimiz var. Bunları samimi bir şekilde masaya yatırmazsak tabii ki baharı yeniden yakalamamız zor olur. Bütün demokrasi güçlerine düşen asli görev bu baharı yeniden yaratmaktır.
* Çok konuşulan ittifaklar meselesi var. Bu bahsettiğiniz ittifaka karşı bir ittifak…
Yukarıda Hayır blokuna dahil partiler arası görüşmeler yapılabilir. Eş Genel Başkanımız sevgili Selahattin Demirtaş da bir tür yuvarlak masa öneriyor. Bu yapılabilir, yapılmalıdır. Bu yapılmıyorsa çeşitli temaslar kurulabilir. Bu da yapılmıyorsa asıl adrese topluma dönmek lazım. Biz bu ittifakları öncelikle toplumsal zeminde kurmanın yollarını aramalıyız. Asıl adresimiz toplumun kendisidir. Orada mücadele için güçlü bir demokratik birliktelik slogan ve formüle sarılmamız gerekiyor. Bunun içini doldurmamız gerekiyor. Metodunu ve ilkelerini sağlam bir şekilde oluşturmamız gerekiyor.
YARIN: CHP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Bekaroğlu: 7 Haziran toplumun barışa olan özlemini gösterdi
Kenan Kırkaya - dihaber