DİYARBAKIR – Türkiye’nin önde gelen hukukçuları ve insan hakları savunucuları, Ak Parti ve MHP arasında uzlaşmaya varılan anayasa değişikliği ile ilgili kaygılarını dile getirdi. Türkiye’nin 1961, 1972 ve 1982 anayasalarını OHAL dönemlerinde değiştirdiğini hatırlatan Prof. Dr. Turgut Tarhanlı, “Bugün artık Türkiye’nin bir anayasa değişikliğini OHAL döneminde gerçekleştirmesi uygun değildir” değerlendirmesi yaptı.
Türkiye’de, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından ilan edilen Olağanüstü Hal (OHAL) ile birlikte ülke genelinde yaşanan hak ihlallerinde yoğun bir artış yaşanırken, toplumsal kesimlerin bir bir susturulduğu dönemde yeni anayasa çalışmalarına hız verildi. Ak Parti iktidarı ve MHP’nin üzerinde uzlaştığı yeni anayasa taslağın önümüzdeki günlerde Meclis'e sunulması bekleniliyor. Hak ihlallerinin tavan yaptığı ve toplumsal kesimlere söz söyleme hakkı dahi verilmeyen bir dönemde gerçekleştirilen bu anayasa değişikliği çalışmalarını değerlendiren insan hakları savunucuları ve hukukçular, iktidarın hukuken denetlenemediği bir dönemde hazırlanacak anayasanın çoğulcu ve demokratik olamayacağını vurguladı.
‘HAK İHLALLERİNİN TAMAMEN KALDIRILDIĞI MEKANİZMALAR KURULMALI’
Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, sokağa çıkma yasakları ile ilgili değerlendirmesinde bu sürecin insanların göçe, zor durumlarda yaşamaya, sivil ölümleri ile cunta dönemini aratır gözaltı ve tutuklama uygulamaları ile darbe girişimi bahane edilerek bütün temel hakların gündemden çıkarıldığı bir dönem olduğunu söyledi.
Türkiye’de hak ihlallerini gerçekleştirenlerin sıraları geldikçe hak ihlallerine maruz kaldığını belirten Fincancı, “Dolayısıyla cellattan kurbana dönüşmek son derece kolaydır. Bunu bilmek gerekiyor. Dolayısıyla hak ihlallerinin tümüyle kaldırıldığı mekanizmaların kurulması gerekiyor. Bunun için de toplumun tamamına hitap eden bir çalışma olması gerekiyor. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin neredeyse hiçbir maddesinin uygulanmadığı şu dönemde toplumun tamamına görevler düşmektedir. Ölümleri, acıları ayırmadan mücadelemizi de beraber sürdürmeliyiz” ifadelerini kullandı.
‘AİHM’DEN ÇIKINCA…’
Yeni anayasa çalışmalarının sürdüğü bir dönemde iktidarın idamı tekrar gündem yaptığını ve gerekirse kimi uluslararası hukuk mecralarından çekilme gibi bir durumun ortaya çıktığını da anımsatan Fincancı, “Bugün artık dünyada ülkeler tek başlarına var olamıyorlar. Bu neoliberalist akım içerisinde böyle bir sistem var. Kapitalist ekonomik sistemde bir globalizm var diyoruz, ama benzer şekilde devletlerin birbirleriyle ilişkisini koruyan bir takım mekanizmasının da işler olması gerekmektedir. AİHM bu mekanizmaların bir parçası. Buradan çıktıkları esnada aslında bütün ekonomik ilişkileri sürdürdükleri devletler ile de ilişkilerini kesmek zorunda kalacaklar” saptamalarında bulundu.
‘HUKUKA AYKIRILIĞIN DEĞİL HUKUKSUZLUĞUN OLDUĞU BİR DÖNEMDEYİZ’
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Kerem Altıparmak de, Türkiye’nin Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile yönetildiğini, böylesi bir rejimin ise, hukuken kontrol edilemez ve yargılanamaz bir sistem yarattığına dikkat çekti. Altıparmak, “Yargısal denetimin olmadığı bir yerde hukuktan bahsedilemez. Hukukun olmadığı bir yerde de anayasadan bahsedilemez. Bir sürü yayın organının kapatıldığı, farklı görüşlerin seslendirilemediği bununla ilgili hukuksal yolların da takip edilemediği bir dönem ve bunun yarattığı derin krizin aşılması kısa sürede aşılacak bir durum değil” dedi.
OHAL’in kaldırılması halinde bile, Türkiye’nin hukuk sisteminde çok derin boşluklar oluşacağını vurgulayan Altıparmak, “Krizin onarılması çok daha uzun süreli ve çoğulcu demokratik bir yönetimi gerektiriyor. Onun için kısa vadede çok iç açıcı bir tablo göremiyorum. Resmi doğru anlamak lazım. Biz hukuka aykırılığın değil hukuksuzluğun olduğu bir dönemden geçiyoruz” değerlendirmesinde bulundu.
‘ÇÖZÜM İKTİDARI SAĞLIKLI VE ÇOĞULCU BİR ŞEKİLDE FRENLEMEK’
Anayasanın değiştirilmesi için imza atan vekillerin bile ortaya ne çıkacağını bilmediğini, dolayısıyla halkın hiç bilemeyeceğini belirten Altıparmak, “Esas sorun da bu zaten. Çoğulcu demokratik yönetimlerde anayasa böyle değiştirilemez. Türkiye’nin sorunu yönetim sorun değil. Türkiye’nin sorunu hukukun üstünlüğü, hukuk devleti sorunudur. Bunun için bulunacak çözüm de Türkiye’deki fren sistemini güçlendirmek yani iktidarın sağlıklı ve çoğulcu bir şekilde nasıl sınırlandırılacağına çözüm bulmak daha da gazını artırmak değil” ifadelerini kullandı.
‘TÜRKİYE ARTIK OHAL DÖNEMİNDE ANAYASA DEĞİŞTİRMEMELİ’
Türkiye’de devam eden OHAL bünyesinde alınan bütün işlemlerin hukuken denetime açık işlemler olması gerektiği belirten İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Turgut Tarhanlı ise “Türkiye’nin geçmişinde OHAL dönemlerinde çok anayasa ile karşılaşırız. 1961 anayasası öyleydi, 1971 anayasa değişiklikleri öyleydi, 1982 anayasası öyleydi. Ama bugün artık Türkiye’nin bir anayasa değişikliğini OHAL döneminde gerçekleştirmesi uygun değildir” dedi.
‘TOPLUMUN SESİNİN DUYULMASI MÜMKÜN DEĞİL’
Yeni anayasa çalışmalarında ortaya çıkan süreç anayasacılığı kavramını, “Yani sonda bir anayasa metninin hemen çıkarılması değil de, o anayasanın hazırlanmasına giden süreçte anayasayı tartışmak suretiyle toplum kesimlerinin yeni bir toplumsal inşayı nasıl ortaya koyacaklarına karar vermesi sürecidir” sözleriyle tanımlayan Tarhanlı, “OHAL döneminde de toplum kesimlerinin birçok hakkı sınırlandırılmış vaziyette. O zaman bu süreçte toplumun yeni anayasaya katılması, yeterli düzeyde tartışması, toplumun sesinin istediği gibi duyulması mümkün değildir” dedi.
Tamamen bir anayasa metni hazırlama ve o metnin nasıl üretildiğinin çok önemli olmadığı bir süreçten geçildiğini belirten Tarhanlı, “OHAL süreklilik taşımayacak, bir gün bitecek elbette. Dolayısıyla bunu geçici bir dönemde yapmak yerine OHAL dışındaki olağan dönemde gerçekleştirmenin avantajlarından yararlanmak hem demokratik bir mesaj olması açısından değer taşıyor hem de buna destek verecek toplum kesimlerinin sesini duyurmak açısından önem taşıyor” ifadelerini kullandı.
‘AMAÇ DEMOKRASİ İSE İLKELERİ ÜZERİNDEN REJİM GÜÇLENDİRİLMELİDİR’
Türkiye’nin 19. yüzyılın sonundan bu yana iyi ya da kötü bir parlamenter rejim deneyiminin olduğunu ve tartışması yürütülen başkanlık sistemi hakkında hiçbir tecrübesi bulunmadığını vurgulayan Tarhanlı, “Eğer Türkiye demokrasisini güçlendirmek konusunda bir çaba içerisinde olunacaksa demokrasinin ilkeleri malumdur. Bunlar da öncelikle katılımcılık, çoğulculuk, hukukun üstünlüğü, insan hak ve özgürlüklerine saygıdır. Dolayısıyla demokratik ilkeler üzerinden rejimi güçlendirmenin yollarına odaklanmak sadece başkanlık rejimine odaklanmaktan daha anlamlı, daha etkili ve daha kendi tecrübemizi geliştirmeye yönelik bir değer taşıyacağı için şahsen parlamenter rejimin güçlendirmesinin daha yararlı olacağına inanıyorum” dedi.
‘KAPALI KUTULARDA TARTIŞILIYOR OLMASI İSABETLİ DEĞİL’
Anayasa çalışmalarında toplum kesimlerinin her şeyi tartışabilmesi gerektiğini belirten Tarhanlı, “Bunların kapalı bir kutuda tartışılıyor olması bir anayasa çalışması için hiç isabetli değildir” vurgusu yaptı.
Nuri Akman/Devran Toptaş - dihaber