HDP’li Konca: İmralı tecrit sistemi aşılmadıkça ihlaller bitmez

ANKARA – Geçtiğimiz günlerde tahliye olan HDP Siirt Milletvekili Besime Konca, cezaevlerinde yaşananların İmralı tecridinin bir parçası olduğunu belirterek, “İmralı tecrit sistemi aşılmadığı takdirde cezaevlerindeki bu uygulamalar devam ettirilip kalıcılaştırılmak istenecektir” dedi.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Siirt Milletvekili Besime Konca, 13 Aralık'ta gözaltına alınıp işlemlerin ardından serbest bırakıldı. Ancak savcılığın itirazı üzerine aynı mahkeme 4-5 saat içinde karar değiştirerek bu kez tutuklama kararı çıkarttı. 5 ay cezaevinde kalan Konca, savcının da talebi üzerine dördüncü duruşmada, 3 Mayıs tarihinde tahliye oldu. Bu kez de Batman Cumhuriyet Başsavcılığı, karara itiraz etti. Mahkemenin bu itirazı da reddetmesi üzerine, itiraz bir üst mahkemeye taşındı ve tekrar tutuklanmak üzere yakalama kararı çıkartıldı ve Konca yeniden tutuklandı.

Bu süre içerisinde davası da karara bağlanan Konca, “örgüt propagandası yapmak” gerekçesiyle 2 yıl 6 ay hapis cezası aldı. Aldığı ceza, tutukluluk süresi göz önünde bulundurularak, geçtiğimiz hafta tahliye oldu. Çıkar çıkmaz dışarıdaki politik çalışmalarına yeniden başlayan Konca, şu anda da seçim bölgesi olan Siirt’te seçmenlerini ziyaret ediyor.

Konca ile tutuklanma süreci, gündemden düşmeyen cezaevlerindeki hak ihlallerini ve yakın zamanda kendisinin de karşı karşıya kalma ihtimali olan vekilliklerin düşürülmesi konularını konuştuk.

* Kısa süre içerisinde iki kez cezaevine girdiniz. OHAL sürecinde cezaevlerinde yoğun hak ihlallerinin yaşandığı belirtiliyor. Cezaevinden tahliye olan yeni biri olarak koşullardan bahseder misiniz?

OHAL, aslında sadece cezaevlerinde ve 20 Temmuz ile birlikte ele alınacak geçici bir durum değil. Türkiye’de rejimin tanımlanma biçimi ve cumhuriyetin kuruluş gerekçelerine bakıldığında, adeta OHAL sistemine dayanır. Yüz yıldır konjonktürel olarak değişik biçimlerde hep halkların hayatında yer aldı. İktidarlar da hep OHAL siyaseti ile kendilerini var etmeye, ömrünü uzatmaya çalıştı. Bazen çok ince görünmez biçimde bazen bir yere kadar açık veya dolaylı bazen de işte bugün olduğu gibi çok açık bir biçimde OHAL kendini bir yönetim biçimi olarak hep var etmiştir.

* Bu durum cezaevlerine nasıl yansıyor?

Cezaevlerinde sadece hak ihlalleri değil, doğrudan yaşam hakkına saldırı da vardır. Hasta tutsakların tek tek cezaevlerinde ölüme terk edilmesi, ‘cezaevinde kalamaz’ raporlarına rağmen dışarı çıkarılmamaları buna örnektir. Yüzlerce tutsak çok olağan bir durummuş gibi yeterli tedavi alamadıkları için cezaevlerinde öldü. Son yıllarda gerçekleşen tutuklama biçimi ve gerekçeleri zaten bireylerin cezaevinde nasıl bir hak ihlali ile karşılaşacağının açık göstergesi oluyor. Hukukta karşılığı olmayan politik gerekçelerle tutuklayarak, aylarca hatta bir yılı aşan sürelerle mahkemeye çıkarmayarak zaten baştan her türlü insan ve yaşam hakkını ihlal etmiş oluyor. Gerisi adeta teferruattır misali cezaevi idarelerin keyfi uygulamalarına kalıyor.

Suç ceza sistemi; evrensel insan hakları, evrensel hukuk normlarına göre değil, düşman hukuku ve hesaplaşma, öç alma anlayışı ile her türlü onur kırıcı uygulamanın ve hak ihlalinin önünü açmış oluyor. Bu zihniyete ve uygulamalara karşı tutsaklar insan onurunu ve yaşam haklarını korumak için tutum aldığında da bu uygulamalar bir kat daha derinleştiriliyor ve çok normal uygulamalarmış gibi de tutsakların kabul etmesi beklenebiliyor. Yıllardır insanlık onurunu çiğnetmemek, insanca yaşam koşulları için hukuk mücadelesi veriliyor. Açlık grevleri yapılıyor. Ancak bazen gözden ırak olan cezaevlerindeki hak ihlalleri yeterince kamuoyunun gündeminde yer almayabiliyor. Oysa en fazla duyarlı olunması gereken husus, cezaevleri koşularıdır. Çünkü bu uygulamalarla karşı karşıya olan insanların sesini dışarıya ulaştırma koşulları yoktur.

Aslında bugün cezaevlerindeki tüm uygulamalar, tek kişilik İmralı tecrit sistemi ile Sayın Abdullah Öcalan’a uygulanmasıyla başlatılan ve tüm cezaevlerinde yaygınlaştırılarak oturtulmaya çalışılan bir sistemin parçalarıdır. Sonuç olarak; İmralı tecrit sistemi aşılmadığı takdirde cezaevlerindeki bu uygulamalar devam ettirilip kalıcılaştırmak istenecektir. Bu anlamda cezaevlerindeki her türlü insanlık dışı uygulamalara karşı duyarlılık göstermek çok önemlidir.

* Bulunduğunuz cezaevinde diğer siyasetçilerle bir araya gelebiliyor muydunuz? Nasıl vakit geçiriyordunuz?

Cezaevine girdiğimiz ilk ay, tek başına hücrelerde tecrit koşullarında tutulduk. Bazı arkadaşlarımız 3 ay tecritte tutuldu. Zaten cezaevi yönetmelikleri hak ihlali ile doluyken kendi yönetmeliklerini de kat be kat aşan uygulamalar devreye konulmuş durumda. 1990’ları 2010’ları cezaevinde yaşamış biri olarak, 2017’de hem kapasite hem koşullar açısından çok daha ağırlaşmış uygulamalar söz konusu. Uygulamaların mevcut yasal düzenlemelerde hiçbir yerinin olmadığı yönünde verdiğimiz mücadele sonucunda 2’şerli 3’erli birlikte kaldık. Haftada 2 gün spor ve sosyal etkinlikte görüşebiliyorduk. Bir araya geldiğimiz günlerde dışarıdaki siyasal atmosfere dair değerlendirmelerde bulunuyor, neler yapabileceğimize dair tartışmalar yürütüyorduk. Kısacası, rehin tutulmamız bizim için fiziki şartların değişmesinden başka bir anlam taşımıyor. Çünkü bizim için, özgürlük, demokrasi, hak, hukuk, adalet mücadelesi, hangi koşullarda olursa olsun sürdürülmesi gereken yaşamsal bir politik sorumluluk ve insani bir duruştur. Türkiye’de demokrasi ve özgürlük mücadelesinin hep bir bedeli olmuştur. Demokrasinin, özgürlüklerin geliştiği ülkelerde tutsak sayısının, cezaevi sayısının, hak ihlalleri sayısının daha az olması gerekirken Türkiye’de tersi durum yaşanıyor ise demokrasiden, özgürlüklerden bahsetmek mümkün değildir. 6 milyon seçmen tarafından seçilmiş temsilciler olarak Kandıra 1 Nolu F Tipi Cezaevi’nde, halkımıza verdiğimiz özgürlük, eşitlik ve demokrasi sözünün bilinciyle hareket ettik. Kadınların, halkımızın, çalışma arkadaşlarımızın dayanışma kartları mektupları çok değerliydi. Dışarıda okuma fırsatı bulamadığımız kitapları okuduk.

* Daha önce tutuklanıp yeniden serbest bırakıldınız. Ardından bir kez daha hakkınızda tutuklama kararı verildi. Kimi HDP’li vekiller için de aynı durum yaşandı. HDP’lilere yönelik yargının bu tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Tutuklayıp bırakma, tekrar tutuklama yargı değil; yargısızlığın, çaresizliğin, acizliğin ifadesidir. Yargıçlar aldıkları hukuki eğitim ve inandıkları evrensel hukuk değerleri ile saygınlık kazanır ve kendi mesleklerine saygı duyarlar. Bizlere uygulanan hukuksuzluk ile bu saygınlığın nasıl yitirildiğini bir kez daha gördük. Aslında yargı hiçbir zaman bağımsız yargı olmadı. Ancak; hiçbir zaman da bu kadar iktidarların propaganda aracı haline de gelmedi. HDP’ye karşı ayan beyan bir hukuksuzluk senaryosu sahneye kondu ve algı operasyonu ile HDP’ye uygulanarak Türkiye kamuoyunda meşrulaştırılmaya çalışıldı. Her geçen gün toplumun büyük bir çoğunluğunu sarmaya başladı. Bizim için üzücü olan tutuklanıp bırakılıp tekrar tutuklanmamız değil, üzücü olan bu senaryoya hala hukuk işliyormuş gibi inananların var olmasıdır. HDP, her türlü hukuksuzluk haksızlık sömürü ve inkar biçimini ortadan kaldırmayı, kuruluş amacı ve politik ilkeleri haline getirdiği için, Demokratik bir Türkiye için büyük bir umut oldu. Tekçi, inkarcı, sömürgeci zihniyet bu umudun büyüyüp yeşermesine yaşam ağacı olmasına izin vermek istemiyor. Bunun için de her türlü saldırıyı kendine hak görüyor. Israr edilen tüm bu hukuksuzluklar ya evrensel hukuk değerlerine dönüşün yolunu açmaya vesile olacak ya da evrensel insanlık değerleri yerle bir olacak. Ama şu an yaşananlardan net olarak görülen o ki, hem evrensel hukuk hem de insanlık değerleri aşındırılıyor.

* Bu süreçte HDP’lilerin vekillikleri de düşürülmeye başlandı. Sizin de cezanızın onaylanması durumunda aynı durumla karşı karşıya kalacaksınız. Bu ne anlama geliyor?

Siyasetin yargıyı araçsallaştırması, yargıyı hukuksuz kılmıştır. Hukuk olmadığı için yargıçlar da hukukçu kimliği dışında başka rol ve misyonlar üstleniyor. AKP Genel Başkanı Erdoğan sık sık “sandıkla gelen sandıkla gider” diyor. Evet, biz de sandıkta 6 milyon küsur seçmenin oyunu alarak Meclis’e geldik. Peki, milletvekilliğimizin düşürülmesi neden sandık yolu ile değil de iki üç hakimin iki dudağı arasında çıkacak olan “gereği düşünüldü” cümlesi ile gerçekleşiyor. Yani, sandık ile gelen cebren ve hile ile gidecek siyaseti uygulanmak isteniyor. Bu konseptin başarılı olacağını sanmıyorum. Hukuken milletvekilliğimizin düşürülmesi siyaseten halkımızın seçilmiş iradesi olmadığımız anlamına gelmez. Zaten Meclis iç tüzüğü değişikliği ile de Meclis Genel Kurulu “adliye sarayına” dönüştürüldü. Yeni iç tüzüğün pratik uygulaması ile adeta meclis kürsüsü iktidardan olmayan milletvekillerin yargılanacağı sanık kürsüsüne çevrilmiştir.

* Bu dönemde iç tüzük değişikliği de gündeme geldi ve AKP-MHP ortaklığıyla kabul edildi…

Meclis, AKP-Saray’ın “İktidar Güvenlik Mahkemesi”ne dönüştürüldüğünden artık yargı görevini de Meclis’te iktidar partisi ve iktidarı temsil eden Meclis Başkanı üstlenmiş oldu. İktidar olmayan her milletvekili temsil ettiği milyonlarca seçmeni karşısında her gün belli bir saate kadar TRT canlı yayında yargılanacak. Kurduğu hangi cümle iç tüzüğe göre, kimin söylediğine göre, suç sayılıp sayılmadığı, cezasının ne olup olmadığının yargılaması yapılacak. İç tüzük değişikliği ile zaten tüm milletvekillerinin vekilliği düşürülmüş oldu. İradesi, cesareti, düşüncesi, kendine güveni kırılmış bir milletvekili zaten halkın iradesi olmaktan, seçmeninin temsiliyetini yapmaktan alıkonulmuştur. Yeni meclis iç tüzük tüm milletvekillerini bu pozisyona sokmak istiyor.

* CHP’li Berberoğlu da tutuklandı. CHP’nin tutuklu milletvekilleriyle ilgili tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye’nin bugün geldiği nokta bize gerçek ve temelden bir muhalefetin ne kadar değerli ve önemli olduğunu göstermektedir. Ülke sorunlarına yaklaşımda yüzeysel, iktidarların değirmenine su taşıyan tutum ve pozisyonlar almanın, ana muhalefet adı altında iktidarı besleyen politikaların, bir gün mutlaka gelip sizi vuracağı CHP’nin de vekilinin tutuklanması ile bir kez daha ispatlanmış oldu. Türkiye’de siyasetin bu denli yozlaşmasında CHP çıkmazlarının payı büyüktür. Bizler için önemli olan, evrensel insan haklarını ve hak, hukuku temel alan, adaleti herkes için isteyen, vicdandan asla ödün vermeyecek, ülke ve halkların sorunlarına çözüm olabilecek temelden ve gerçek bir muhalefettir. CHP içinse son dönemlerde attığı adımların gerçek bir muhalefete dönüşmesine vesile olmasını umut edebiliriz. Hiçbir şeyi sadece kendimiz için istemediğimiz gibi bunu da kendimiz için değil, Türkiye’nin demokratikleşmesi, Türkiye halklarının özgür ve demokratik bir toplumda, eşit ve adil bir şekilde yaşaması için istiyoruz, bunun için verdiğimiz mücadeleden de her koşulda vazgeçmeyeceğimizi bir kez daha belirtelim.

Hayri Demir – dihaber