AK Parti kurucularından Bostan: Krizden çıkışın yolu Kürt barışı

İSTANBUL - AK Parti'nin 64 kurucusundan biri olan Fatma Bostan Ünsal, Türkiye’nin bugün hem içeride hem de dışarıda girdiği krizin artık sürdürülemez noktada olduğunu söyledi. Bostan’a göre, bu krizden çıkış ise ancak Kürt barışını sağlamakla mümkün.

Kurulduğu ilk yıllarda, başta başörtüsü ve Kürt sorunu olmak üzere Türkiye’de “kangrenleşen” sorunları çözme konusunda iddialı olan AK Parti iktidarındaki Türkiye, şimdilerde iç ve dış politikada giderek çatallaşan bir kriz içerisinde. 2001 yılında kurulduktan bir yıl sonra iktidara gelen ve 14 yıldır da tek başına hükümet kuran AK Parti’de başlangıçta yer alan birçok isim bugün partiden ayrı. Bu isimlerden biri de partiyi kuran 64 isimden biri olan ve bir dönem İnsan Haklarından Sorumlu Başkan Yardımcısı görevini de üstlenen Fatma Ünsal Bostan.

Kuruluşunda yer aldığı parti ile bugünkü AK Parti arasındaki farklılıkları karşılaştıran Bostan, Türkiye’de yaşanan gelişmelere ilişkin dihaber’in sorularını yanıtladı.

KURULUŞ AMACI HALKIN TALEPLERİ ÇERÇEVESİNDE BİR ÇIKTI ÜRETMEKTİ

* Kuruluşunda yer aldığınız AK Parti 2002 yılında katıldığı ilk seçimlerde yüzde 34 oy alarak iktidar oldu. Öncelikle AK Parti hangi amaçlarla kuruldu ve bugün siyaseten gelinen noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ben siyaset bilimciyim. Bana göre, devlet toplumun beklentilerini ya da desteğini alır ve bu beklentileri kanun, yönetmelik gibi çıktı olarak yapar. Bu da yetmez. Çünkü bakar gerçekten halkın beklentisine uygun davranmış mı, davranmamış mı? Biz AK Parti’yi kurduğumuzda genel olarak halkın beklentisine yönelik şöyle bir sıkıntımız vardı. Devlet bazı istekleri illegal görüyordu. Mesela o zaman başörtüsü illegaldi. AK Parti kurulduğunda, irticai olduğu için Fazilet Partisi kapanmıştı. Ondan sonra Fazilet Partisi ikiye bölündü ve AK Parti kuruldu. Ve bazı talepleri ‘uygun olmadı’, ‘kandırıldı’ gibi…

AK Parti’de benim için önemli olan siyasetin bu tür talepleri illegal olarak görmemesiydi. Bu taleplere yönelik çıktı hazırlamasıydı. Hatta bu devlet içinde demokrasi bile şart değildir. Halkın talepleri çerçevesinde bir çıktı üretmek… Bu çerçevede gerek başörtüsü sorunu büyük sayıda kadını ilgilendiriyordu. Türkiye’de kadınların yüzde 65’i başörtülüydü ve AK Parti kurulduğu zaman eğitim, çalışma ve siyasi hayattan dışlanmışlardı. Aynı şey Kürt meselesi ile de ilgiliydi. Pek çok Kürt vatandaşımızın talepleri var ve bu taleplerin tanınması gerekiyordu.

Başörtüsü ile ilgili pek çok husus aşıldı sayılır ama Kürtlerin talepleri ile ilgili en azından seçilme hakkının ciddi olarak engellendiğini görüyoruz. İşte Hakkari örneğini verelim. Yüzde 65 oranıyla seçilmiş bir belediye başkanı alınıyor, kayyum üzerine kayyım atanıyor. 3 milletvekili kazanmış bir partinin 3 vekili de hapiste. Bu siyasi hakkın ciddi olarak ihlal edildiğini gösteriyor. Basın özgürlüğü anlamında da öyle. Ama bu demek değildir ki, bu şekilde devam edecek. Asla bu şekilde devam etmez. Her zaman için umut söz konusudur. Türkiye’nin şu andaki durumu hem içerdeki hem de uluslararasındaki durumu barışı yeniden zorlamaktadır. Bu da hiç de düşünülemez bir şey değildir.

'BİR BARIŞ SÜRECİ GELECEKTİR, BAŞKA ÇARESİ YOK'

* Recep Tayip Erdoğan, Başbakan iken “Kürt sorunu benim sorunumdur, çözeceğim” demişti. Şimdi ise, yeniden “Türkiye’de Kürt sorunu yok” denildiği çatışmalı bir ortam söz konusu. Bu noktaya nasıl gelindi?

Maalesef barış süreci devam edemedi. Pek çok barış süreci vardı. Oslo başarısız oldu. Nasıl izah ediyoruz, Oslo’nun başarısızlığını? KCK tutuklamaları ile izah ediyoruz. KCK tutuklamalarının arkasında da Fetullah Gülen örgütünün bu sorunu çözmemek için harekete geçtiğini söylüyoruz. Ondan sonra pek çok adı oldu. “Milli Birlik” projesi oldu mesela. Yine bir barış süreciydi bu. Başka bir barış süreci gelecektir ve Türkiye bundan çıkacaktır. Başka çaresi yok.

'MEVCUT DURUM SÜRDÜRÜLEMEZ'

* Türkiye’nin Suriye başta olmak üzere Ortadoğu politikası ve Avrupa Birliği (AB) arasında gelişmelerde çıkmaz bir durumda olduğu görülüyor. Yine ekonomik kriz kapıda. Türkiye neden bu hale geldi?

Nedenleri çok uzun sürer fakat önümüzü görebileceğimiz bir durumdayız. Şu açıdan, Endonezya’daki barış görüşmeleri ile ilgili barış müzakerecisi bize şunu söylemişti: ‘Açe’deki büyük tsunami, Endonezya’daki Açe’nin etnik problemini çözmek için bir katalizör olmuştu’. Yani, bazen krizler, o sorunu çözmesi için hızlandırıcı bir etki yapıyor. Bana göre, Türkiye’nin şu anda hem içerideki durumlar, yani HDP’lilerin ve belediye başkanlarının içeride olması, belediyelere kayyum atanması, dernek ve gazetelerin kapatılması. Bu sürdürülemez bir durum. Bu yüzden buna bir kriz diyebiliriz. Uluslararası anlamda da Türkiye’nin buralardan çıkabilmesi kendi barışı olan Kürt barışını sağlamasıyla mümkündür. Bu da olacaktır diye düşünüyorum.

'GÜÇ BOZAR, MUTLAK GÜÇ MUTLAK BOZAR'

* AK Parti kurulduğu zaman, Türkiye halkının bir kısmında umut doğurmuştu. Birçok farklı kesimlerden de destek almıştı. Şu anda baktığımızda ise o zaman ona destek verenler, şu an AK Parti’nin politikasını eleştiriyor. Ne oldu da, bu kesimler AK Parti’den desteğini kesti?

Türkiye’de genelde bir askeri ya da yargısal vesayet demokrasisi vardı. Pretoryan demokrasi de deniliyor… Siyasiler ancak sınırlı konularda söz sahibiydiler. Bazı kırmızı çizgilere olan yerleri de askeri ya da yargı hallediyordu. Türkiye bunu aştı ve bu önemli bir adım. Fakat Türkiye’nin yeni başlıyor demokrasisi. Yani bu aşıldı ama bu demek değildir ki denge-denetleme olmaksızın bir siyasi güç mümkün değil.

Siyaset biliminin tek bir kuralı vardır; Güç bozar, mutlak güç mutlak bozar. Bu yüzden daha vesayeti yeni kaldırmış Türkiye’de halk kendi denge mekanizmalarını bulacaktır. Bazı olumsuz durumlar var ama bu Türkiye’nin demokrasi gelişimi içinde bir aşamadır. Vesayet kalktıktan sonra bakalım Türkiye halk ve sivil toplum olarak herkes kendi durduğu yerde nasıl bir denge denetlemeyi yapacak. Ben de bir siyaset bilimci olarak gözlüyorum. Bu tecrübeyi anlamlı buluyorum. Elbette derneklerin kapatılmasını ya da siyasi parti temsilcilerinin tutuklanmasını kabul etmiyorum. Ama Türkiye vesayetçi sistemden yeni çıktı. Kendi dengelerini ve uzlaşmalarını doğal bir süreçte bulacaktır.

'DENGE VE DENETLEME OLMAZSA HER GÜÇ BOZULUR'

* Barış Bildirisi’ne imza atan isimlerden birisiniz aynı zamanda. OHAL’den sonra da çalıştığınız üniversiteden ihraç edildiniz…

OHAL’den sonra soruşturma geçirdim, orada da Fetullah Gülen örgütüne üyelik dolayısıyla soruşturma açıldı ve sonra da Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile ihraç edildim. Resmiyette herhangi Barış Bildirisi’ne imza attığım için ihraç edildiğime yönelik bir durum yok. O yüzden bu ikisini ayrı tutmayı uygun buluyorum. Dediğim gibi, Türkiye yeni yeni demokrasisinin ilk aşamalarında. Demokrasiden daha önemlidir denge ve denetleme. Ama Türkiye’de vesayetçi anlayış olduğu için siyasiler sınırlı alanlarda iş yapmaya alışkındı. Ama hem askeri hem de yargısal alanda kalktıktan sonra Türkiye bu konuda çok acemi. Bunu da oturtacaktır.

Bunu oturtmadığı takdirde her gücün bozulabileceği gibi silsile halinde bozulmuş güçler olacaktır. Ve bu durum bütün toplum için olumsuz olacağından mecburen Türkiye, halk olarak, sivil toplum olarak her düzeyde kendi uzlaşma noktasını bulacaktır.

* Yani, bu krizden demokrasi ile mi çıkılacak demek istiyorsunuz? Türkiye, bir demokrasi sancısı mı yaşıyor?

Evet, Türkiye demokrasisi emekleme döneminde. Dediğiniz gibi gerçek bir demokrasi yoktu, vesayetçi demokrasi altındaydı Türkiye. Bu vesayet kalktıktan sonra kendi güçleri arasında denge ve uzlaşma noktalarını bulması gerekiyor. Gerçekten bir toplumsal ve geleceğe yönelik huzuru ve sağlayacak bir toplum olup olmadığını ispatlayacaktır. Toplumun önünde ciddi bir sınav var. Bu zamana kadar demokrasi diyoruz. Nedir? Türkiye’deki seçkinlerin demokrasiyi seçmiş olmalarıyla demokrasiye geçti. Toplumdan gelen, aşağıdan gelen bir gayretle olmamıştı bu. Neydi? Batı demokrasisi örnekti. Hatırlarsanız çok partili sisteme geçişte bile İkinci Dünya Savaş’ından sonra çok partili demokrasilerin başarıları nedeniyle Türkiye de artık tek partiliği bıraktı. 1950’de de çok partili sisteme geçti. Fakat daha çok ‘Ne güzel, hakikaten daha çok gelişmiş bir toplum ve biz alalım’ denildi. Ama bunu orijinal olarak uygulamaya koymadı. Asker gerektiği zaman devreye girdi. Yargısal olarak da gördük. Partilerin kapatılması vs… Bunlardan şu anda kurtulduk. Güçler arasında uzlaşma noktalarına daha yeni başlıyoruz. Türkiye halkı bunun kararını verecektir. Bize düşen de gördüklerimizi söylemektir.

* Peki, Türkiye bu krizden nasıl çıkacak?

Gördük işte Kolombiya örneğinde. 250 bin insan ölmüş, kimsenin kazanamayacağı bir savaş. Şöyle söylenir; En kötü barış, en iyi savaştan daha iyidir. Sürdürülemeyecek bir durumda Türkiye’nin durumu. Her gün görüyoruz insanlar ölüyor. Yurtdışında keza ciddi bir askeri hareketlilikle bulunuyor. Buradan çıkması kendi Kürt barışıyla mümkün. Bir de ayrıca şunu da söylemek istiyorum. Yani, Türkiye zaten demokrasinin kendi dinamikleri ile sorununu aşamıyordu. Başörtüsü meselesi de öyleydi. Kendim yaşadığım için biliyorum. Türkiye’de yüzde 80 başörtü yasağına karşıydı, ama bir türlü bu yasağı aşamamıştı 2010’lu yıllara kadar. Çünkü demokrasinin kendi dinamikleri işlemiyordu. Vesayet kurumları müdahale ediyordu. Türkiye halkı şu an bir rüşt sınavında ve bu sınavdan da geçecektir. Huzurlu ve barışçıl bir atmosferin yaratılacağını düşünüyorum.

‘HER ZAMAN TAYİP ERDOĞAN BAŞKAN OLACAK DEĞİL’

* Başkanlık sistemi şu an gündemde. Başkanlık sistemi bu “demokrasi krizi”ne bir çözüm müdür sizce?

Denge-denetim mekanizmalarının olması gerekiyor. Bakıyorsunuz, Amerika’da başkanların akrabaları hükümette yer almıyor. Çünkü kanunları var. Bakıyorsunuz Suudi Arabistan’da böyle bir kural yok. Yani, önce mekanizmaları kurmak ve daha sonra mekanizmalara saygı duymak gerekiyor. Türkiye’de hukuk kuralları konuluyor ama bir yabancılaşma oluyor bu hukuk kurallarında. Aslında, hukuk ve kanunlar bizim daha huzurlu yaşamamız için. Ancak, biz genel olarak buna uymamayı tercih ediyoruz. Bu yüzden bizim çok dikkat etmemiz gerekiyor. Her zaman Tayip Erdoğan başkan olacak değil, herhangi biri başkan olacak ve aslında onu dengeleyecek bir sistem kurmadığımız zaman en büyük kötülüğü yapmış oluyoruz siyasi iktidara.

Tek bir düşünce bütün doğruları görebilseydi SSCB’deki merkezi planlama başarılı olurdu. Gördük ki olmadı. Çaremiz ise herkesin düşünmesi ve herkesin düşüncesinin doğru olabileceğini hesap etmek. Bu da kamusal alan dediğimiz alanda çeşitli görüşlerin birbiriyle alışveriş yapacağı, insanların böyle bir zeminde görüşlerini de değiştirebileceği ve bu görüşler çerçevesinde çıkacak kuralların herkesin saygı duyacağı bir sistemdir.

FATMA ÜNSAL BOSTAN KİMDİR?

AK Parti kurucu üyeleri arasında yer alan Fatma Bostan Ünsal, AK Parti Genel Başkan Yardımcılığı ve İnsan Haklarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı olarak görev aldı. AK Parti ile görüş ayrılıklarıyla yolları zamanla ayrılan Ünsal, siyasi hayatına bir insan hakları aktivisti olarak hem bireysel aktivitelerle hem de çeşitli organizasyonlarla ilişkili olarak devam etme kararı aldı.

AK Parti’de Genel Başkan Yardımcılığı görevini yürütürken ABD’nin 2003’teki Irak işgali öncesinde canlı kalkan olarak bölgeye gitti. Ocak 2016'da Barış için Akademisyenler’in imzaya açtığı "Bu Suça Ortak Olmayacağız" başlıklı bildiriyi imzalayanlar arasında yer alan Ünsal, Muş Alparslan Üniversitesi’nde öğretim görevlisi iken, Gülen Cemaati’ne yönelik soruşturma kapsamında 1 Eylül 2016 tarihinde KHK ile görevinden ihraç edildi.

Başkent Kadın Platformu'nun 2001 dönemi başkanlığını yürüten Ünsal, halen Başkent Kadın Platformu mensubu ve MAZLUM-DER üyesidir.