EFRÎN - Efrîn Kantonu Yürütme Meclisi Eşbaşkanı Osman Şêx Îsa, Rusya, Türkiye ve İran'ın Suriye konusunda üzerinde anlaştığı "Moskova Deklarasyonu" için “Suriye halkının içinde yer almadığı herhangi bir oluşumun alacağı kararlar bu topraklarda hüküm bulmayacaktır” dedi.
Halep’teki grupların varılan anlaşmalar sonucu kenti terk ederek otobüslerle İdlib’e taşınması gündemdeki yerini koruyor. Rusya Büyükelçisi Andrey Karlov’un Ankara’da çevik kuvvet polisi tarafından öldürülmesinden bir gün sonra Rusya, Türkiye ve İran arasında Moskova’da 8 maddelik "Suriye deklarasyonu" imzalandı. Efrîn Kantonu Yürütme Meclisi Eşbaşkanı Osman Şêx Îsa, Rusya, Türkiye ve İran arasındaki anlaşmayı, Halep’i, Türkiye’nin Şehba bölgesini işgal etmesini, Bab’a yönelik saldırılarını ve kendilerinin buna karşı tavrına ilişkin, dihaber’in sorularını yanıtladı.
* Bir süredir Türkiye ve Rusya arasında Halep üzerine kimi görüşmeler gerçekleşiyordu. Varılan anlaşmalar sonucu Halep’teki grupların kenti terk etmesi sağlandı. Halep’teki son durum nedir?
Birkaç gün önce bizler de Efrîn Kantonu yönetimi ve kimi kurumlarımızla birlikte Halep’i ziyaret ettik. Uzun bir süredir Suriye muhalefeti adıyla Türkiye’nin talepleri doğrultusunda hareket eden kimi gruplar Halep’te bulunuyordu. Bu gruplar Rusya ve Türkiye arasında birer pazarlık aracına dönüştü. Bununla birlikte yıllardır “Suriye muhalefetini destekliyorum. Suriye halkının yanındayım. Esed’i düşürmek temel gayemizdir” diyen Türkiye, gerçek niyetini de gösterdi. Halep’teki grupların kenti terk etmeleri üzerine varılan anlaşma, ne Suriye halkının ne de muhalefetin Türkiye’nin umurunda olmadığını gözler önüne serdi.
* Öyleyse Suriye savaşının başlangıcından bugüne, Türkiye neden bu grupların hamisi gibi davrandı?
Türkiye çıkarlarını, Rojava halkının, Suriye halklarının yenilmesinde buluyor. Kürt halkı Suriye’de yürüttüğü siyaset ve eşsiz mücadele ile birlikte, bu topraklar üzerinde yaşayan tüm halklarla ortak bir yaşamın temellerini attı. Türkiyede bütün gücü ve kendi kontrolündeki çete gruplarıyla bu kazanımları yok etmek için uğraştı. Bu nedenle birçok ülkeye tavizler vermek zorunda kaldı. Yani Türkiye, bütün planlarını Kürt halkının ve mücadelesinin yenilgisi üzerine oluşturdu.
* Halep gibi stratejik öneme sahip bir kentten, Türkiye destekli bu grupların çıkarılması da aynı amaç doğrultusunda mı sağlandı?
Halep bütün Suriye için önemli bir kent. Siyasi, stratejik ve ekonomik öneme sahip bir kent. Böylesi bir kentten Türkiye’nin elini kolunu çekmesi ve Rusya ile Rejime teslim etmesi söz konusu. Burada aslında Türkiye resmi anlamda bu çete gruplarının kendi himayelerinde olduğunu da tescil etmiş oldu. Bu da bu güçlerin Türkiye’nin Suriye ajandası için bugüne kadar çalıştığının ispatı. Yani Türkiye’nin derdi BeşarEsed’in gitmesi değil. Daha önce de bunun işaretleri vardı. Ancak son durumla bu tescillendi. Örneğin Halep’in yüzde 25’i Demokratik Suriye Güçleri (QSD), YPG ve YPJ’nin kontrolü altındaydı. Türkiye ve kimi başka ülkelerin çıkarları için eline silah alan gruplar, Şêx Meqsûd’daki halkımız üzerinde bütün saldırı yöntemlerini denedi. Ancak başarılı olamadılar. Ve bu grupların AKP Hükümeti tarafından nasıl otobüslerle canlı yayında kentten çıkarıldığına tanıklık etti tüm dünya. Bu terörist grupların İdlib’e taşındığına tanık olduk. Bu güçler daha sonra Türkiye üzerinden işgal için Şehba bölgesine taşınacak. Yani Ezez, Raî ve Bab’a yerleştirilecek bu gruplarla Türkiye Kürtlere karşı yeni bir yol deneyecek.
* Bütün grupların Halep’i terk ettiği söylenebilir mi?
Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) adıyla hareket eden bu grupların tamamının Halep’i terk ettiğini söylemek mümkün değil. Bu gruplar arasında kimi sorunlar yaşandı. Kimi gruplar bunu iradelerinin kırılması şeklinde yorumladı. Türkiye’nin amacının farkına varanlar karşı çıktı. Bu nedenle kimileri YPG/YPJ güçlerine teslim oldu, kimileri her şeyi bırakıp evlerinde oturmayı tercih etti. Türkiye ve Rusya arasında varılan bu anlaşma, sadece Halep’teki değil, Suriye’deki bütün grupları etkiledi. Bütün gruplar arasında bir karmaşa hakim. Yine YPG/YPJ’nin aldığı mahallelerde yaşayan Türkmen yurttaşlar da Türkiye’nin amacını geç de olsa anladı. Türkiye’nin yıllardır Halep’te yürüttüğü siyaset hüsranla son buldu.
* Türkiye’yi böylesi bir hamleye iten temel neden neydi?
Bunun karşılığında Türkiye’nin Şehba bölgesine, Bab’a göz diktiğini belirtebiliriz. Cizîr, Kobanê ve Efrîn kantonlarının birleşmesini engellemeyi amaçlıyor. Kuzey Suriye Federasyonu projesini engellemek istiyor. Yine Türkiye uzun süreden beridir tampon bir bölge oluşturmak istiyordu. Bu girişimle aslında bölgenin demografisini de altüst etmek istiyor. Buradaki halkı göçerterek, mal ve mülklerine el koyarak çetelere peşkeş çekmek istiyor. Halep’ten taşıdıkları çete ve ailelerini Şehba bölgesine yerleştirerek tampon bir bölge oluşturmayı hedefliyor. Türkiye hem Suriye halklarına hem de Kürt halkına karşı tehlikeli bir siyaset yürütüyor. Suriye, İran, Rusya, Amerika, İsrail ve birçok ülkeye verdiği tavizler de bundandır.
* Kürt halkının kazanımları neden bu kadar tehlikeli görülüyor?
Rojava Devrimi ve Kürt halkının başarıya ulaşması,bu topraklarda demokrasi ve barışın hayat bulması demektir. Halklar arasındaki sevgi, demokratik Suriye topraklarının birlik temelinde savunulması, Ortadoğu’nun tamamını etkileyecektir. Bu proje başarıya ulaşırsa AKP ve Ortadoğu’yu emelleri için kan gölüne çeviren bütün güçler yenilecektir. Bu nedenle de demokratik ve özgürlük felsefesini şiar edinen bu projeye karşı sert bir düşmanlık yürütülüyor. Halkın kendi kendini koruması, örgütlülüğünü güçlendirmesi ve ekonomik olarak ayakta durması Türkiye’yi öfkelendiriyor. Ancak Türkiye Rojava’da ne kadar katliamcı politikalar yürütürse yürütsün, işgal planlarını ne kadar uygularsa uygulasın, bu devrimi yenemeyecektir. Çünkü hiçbir güç bir halkın iradesinden daha güçlü değildir. Bu irade; sultan, hükümdar ve imparatorlardan daha güçlü bir iradedir. Sadece Rojava’da değil, her bir parçada Kürtlerin kazanımlarına bir tahammülsüzlük var. Kuzey’deki halkımızı katliamlardan geçiriyor, milletvekilleri, belediye başkanlarını tutukluyor, kurumlarını kapatıyor; ama yine de iradelerini teslim alamıyor. Recep Tayyip Erdoğan’dan önce hükmedenler de aynı yöntemlere başvurmuştu ama hepsi yenildi. Bu nedenle AKP de yenilecek. Çünkü bir halk, öldürerek tükenmez...
Türkiye’nin Şehba bölgesini işgal etmek için verdiği tavizler ne olursa olsun, Şehba’da yaşayan halklar, bu işgale sessiz kalmayacaktır. Bizler de gerek toplumsal, gerek örgütlü, gerekse de silahlı güçlerimizle buna karşı duracağız. Bütün dünya Rojava’da ortaya çıkan askeri, siyasi, diplomatik ve örgütlü sistem karşısında şaşkın. Bu sistem eşitlikçi Federal Demokratik Suriye’nin geleceği için de en önemli model.
* Amerika Birleşik Devletleri öncülüğündeki Uluslararası Koalisyonun bu konudaki tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye hala NATO üyesi bir ülke. Rusya ve ABD arasındaki çelişkilerden faydalanmaya çalışıyor. Aslında ABD’ye, “Senin de alternatiflerin var. Eğer biraz da benim çıkarlarımı gözetmezsen senin alternatifin olan güçlerle yeni koalisyon yaratabilirim ve içinde de yer alabilirim” mesajı vermek istiyor. Türkiye kendi başına Suriye topraklarına girmiş değil. ABD’nin de, Rusya’nın da hatta Suriye’nin de oluruyla burada bulunuyor. Belki bu kadarına razı değillerdi; ama Türkiyede belirsizliklerden faydalanmaya çalıştı. Türkiye aslında amacını da ortaya koydu. Kuzey Suriye’ye de, Irak’a da göz diktiğini gösterdi. Bu çıkışı da uluslararası güçlerin çıkarlarını çakıştırdı. Yani tekrardan sorunuza dönersek Efrîn, Haleb, Şehba bölgesi, Amerika’nın umurunda değil. Amerika sadece suya (Firat) ulaşmak istiyor. Rakka ve Cizîr bölgesi ile etrafının temizlenmesini istiyor…
Yine dünya, aslında Kürt halkının hakları, kimliği ve bu sorunun çözümü konusunda aciz bir pozisyondadır. Bir taraftan olası bir çözümün nasıl ve kimlerle olabileceğini, diğer taraftan Kürtler olmadan çözümü nasıl sağlayacağını düşünüyor. Böylesi örgütlü bir güçle hareket edeceğine, kimi yerlerde bu güçle birlikte savaşıyor, kimi yerlerde de yüz üstü bırakıyor.
* Bu tavır "Madem öyle neden ABD ve Rusya ile birlikte hareket ediliyor" sorularına da neden oluyor?
Bizler ne ABD’ye ne de Rusya’ya itimat ederek hareket etmiyoruz. Onların onayıyla da hareket etmiyoruz. Rojava Devrimi’nin çıkarlarına göre hareket ediyoruz. Bu nedenle de aralıksız mücadele ediyoruz ve bedel ödüyoruz. Bedel ödeyenler de bu halkın bu ülkenin çocuklarıdır. Ancak uluslararası güçlerin Türkiye’ye karşı sessizliği üzücü ve utanç vericibir durumdur. Bir taraftan “ortağız” diyecek, diğer taraftan “o bölgede ortak değiliz” diyecek. Düşmanınla da anlaşıp yardımcı olacak.Uluslararası kurumların gerçeği, gerek insani alanında çalışma yürüten kurumlar olsun, gerekse de siyasi anlamda; Rojava Devrimi ve Suriye şahsında ortaya çıktı. Bu kadar katliam, tecavüz, işgal, kentlerin virane edilmesine rağmen, sessizliklerini korumaları, bu kurumların artık hiçbir öneminin kalmadığını gösteriyor. Milyonlarca çocuk, yaşlı, genç insan katledilecek; ama buna karşı tek bir kurum sesini çıkarmayacak ve yanıt olmayacak. Bu nedenle artık bizlerin ne Güvenlik Konseyine, ne Avrupa Birliğine, ne Birleşmiş Milletlere, ne de insan hakları alanında çalışma yürüten uluslararası kurumlara inancımız yok. Ancak kendi örgütlü gücümüzle, siyasi, askeri, toplumsal ve ekonomik gücümüzle uluslararası siyasete ve saldırılara karşı durabiliriz. Bizler herhangi bir dış güce umut bağlayarak başlamadık bu mücadeleye ve geldiğimiz aşamada da bağlamıyoruz.
* En son Rusya,Türkiye ve İran, Suriye başlıklı bir toplantı gerçekleştirdi ve kimi maddelerde bir uzlaşmaya da varıldı. Rusya Büyükelçisi’nin öldürülmesi bile bu toplantının ertelenmesine neden olmadı. Bu toplantı bölgede neleri değiştirecek?
Rusya Büyükelçisi Andrey Karlov’u öldüren şahıs sıradan bir şahıs değil. Doğrudan Emniyet Müdürlüğü’ne bağlı çevik kuvvet şubesinde görevli bir polis memurudur. Bunun AKP siyasetinden bağımsız olmadığını gösteriyor. AKP, bugün Ortadoğu’da ateşi harlayan güç konumundadır. AKP’nin bugüne kadar sahip çıktığı ve desteklediği kimi güçlerin zaman zaman kontrolden çıkabileceğini gösterdi bu olay. Bu nedenle de baş sorumlu AKP’dir. Bu suikastın hemen ardından Türkiye’nin Rusya’ya kimi tavizler verdiğini, Rusya’nın savaş uçağının düşürülmesinden sonraki tavrından çok farklı bir tavır sergilediğini gördük. Bunun hemen ardından Moskova’da Türkiye, Rusya ve İran toplandı. Konusu Suriye olan bu toplantıda Suriye halkları ve siyaseti yoktu. Bu nedenle de bu toplantının başarıya ulaşmayacağını belirtebiliriz. Çünkü daha önce Avrupa’da da (Cenevre Toplantıları) toplantılar yapıldı; ama hiçbir yol alınamadı. Bu toplantılarla Türkiye’ye kendi politikalarını kabul ettirecekler. Neticede de kaybeden Türkiye olacaktır. Bir zamana kadar bu görüşmeler yapılabilinir, kimi ittifaklar kurulabilir; ama bir aşamadan sonra Erdoğan Saddam Hüseyin’in akıbetini tadacaktır.
* Son günlerde Bab da gündemde önemli bir yer tutuyor. En son Türkiye ve desteklediği gruplar ağır kayıplar verdi. Oradaki durum nedir?
Türkiye, ordusuyla o bölgeyi işgal etmiş durumda. Ancak bu o kadar kolay değil. Her bir saldırıda Türk ordusu çok sayıda kayıp veriyor. Türkiye’deki basın Erdoğan’ın kontrolünde olduğu için bu kamuoyuna pek yansımıyor. Ancak bizler görüyor ve biliyoruz ki büyük darbeler aldılar. İstedikleri kadar dünya güçleriyle anlaşmalara varsınlar, bu topraklara geldiklerinde yapılan bütün anlaşmalar hükmünü yitiriyor.
* Siz Suriye’deki sorunun çözümünü neyde buluyorsunuz?
Suriye’de Rojava Devrimi şahsında kendi politikamızı üçüncü yol olarak deklere ettik. Bu da Demokratik Özerklik projesiydi. Ancak Suriye’nin tamamında adil bir şekilde demokratik ve federal bir Suriye ile bu ülkenin geleceği belirlenebilir. Bu politika çerçevesinde mücadelemiz devam ediyor. Bizler Suriye halklarının, bütün etnik ve inanç gruplarının, askeri ve siyasi bütün oluşumların öldürmeden, tahrip etmeden, savaşmadan sorunu ortak çözebileceklerine inanıyoruz. Demokratik, federal ve eşitlikçi bir Suriye için bu şarttır.
* Son olarak söylemek istediğiniz bir şey varsa buyurun...
Direnmek yaşamaktır. Yaşamak için direniyoruz ve direneceğiz. Ne olursa olsun, özgür fikir ve felsefemizin hayat bulması için, üçüncü yol dediğimiz sistemimizi korumak için mücadele edeceğiz. Zorluklar çekebiliriz; ancak başaracağız. Gün be gün bunu hissediyor ve görüyoruz.
Abdurrahman Gök - dihaber