İSTANBUL - Türkiye’nin Suriye ve Irak’taki politikalarını değerlendiren Ortadoğu uzmanı araştırmacı-yazar Faik Bulut, Türkiye’nin Bab’da tıkandığını söyledi. Bulut, ayrıca Kürtler’in Türkiye’ye karşı Musul ve Rojava’da 2 raundu aldığını dile getirdi.
Türkiye’nin "Fırat Kalkanı Harekatı" adıyla Bab’daki operasyonu devam ederken, geçtiğimiz gün Halep’te ateşkesin ilan edilmesinden sonra Türkiye, İran ve Rusya arasında imzalanan Moskova Deklarasyonu ile birlikte "Ortadoğu’da yeni bir döneme mi giriliyor" tartışmalarını beraberinde getirdi. Ortadoğu uzmanı araştırmacı-yazar Faik Bulut, Suriye, Musul, Bab, Halep’teki hesapları ve Türkiye’nin buradaki amaçlarına ilişkin dihaber’in sorularını yanıtladı.
* Ortadoğu’da şu an durum nedir? Suriye, Bab ve Musul’da uluslararası güçlerin hesapları nelerdir, kısaca özetler misiniz?
Bölge devletleri ya da büyük devletler adına oralarda çatışmalara girenler bakımından vekalet savaşına giden süreç sonuna doğru yaklaşıyor ya da azalıyor. Şimdi devletler daha ön plana çıkmış durumda. Devletler oyunu sahnede. Böyle söylemek daha doğru. Devletler oyununda şimdilik kaybeden ve kazanan var; ama bu nihai bir kaybetme ya da kazanma değil. Gerilemeler var. Bu gerilemeler açısından baktığımızda Amerika’nın Halep ve Suriye politikası var. Belki de seçim nedeniyle Obama’nın çekilmesi ve Trump’ın gelmesi arasındaki boşluktan kaynaklı Amerika neredeyse en gerilerden takip ediyor. Devreden çıktı diyemiyorum ama son 3’lü toplantıyı göz önüne alırsak, İran ve Rusya ve daha sonra Cenevre yerine Kazakistan’ın başkenti Astana’da yapılacak olan Suriye meselesinin barışçıl ya da siyasi çözümünü hesaba katarsak Cenevre bitmemiş ama ruhu devam ediyor.
Yani, bu bölgelerde askeri mesele yerine siyasi çözümlerin ön plana çıkması durumu söz konusu. Amerika, bu oynadığı kartları şimdilik kaybetmiş durumda. Amerika’nın şu anda tutunacağı bir tek dal var, o da Suriye Demokratik Güçleri ve PYD. Buna karşılık Amerika; Suriye ve Musul’da büyük ağırlığı ile ön planda. Dolayısıyla, Musul Harekatı merkeze doğru yaklaştıkça IŞİD’in direnci daha hızlı devam ediyor. 30 bin kişilik Irak ordusu oraya saldırdı ama 7 bin kayıp verdi ve çok sayıda yaralısı oldu. Şimdilik Musul Harekatı ağır ilerliyor ya da yeni bir planın devreye girmesi gerekiyor.
* Musul’da “Yeni bir planın devreye girmesi” sözlerinden kastınız ne?
Musul’da yeniden bir operasyon harekatı planının yapılması söz konusu. Musul’da pek dengeler değişmiş değil. İran, Irak dolaylı olarak da Amerika şu anda inisiyatif ellerinde. Haşdi Şabi meselesi yine ön planda. Fakat, orada problemli olan 2 durum var. İlki Haşdi-Şabi’nin son dönemde çıkardığı Kürt ve Arapların ortak deyimiyle milis biriminin kurulduğuna dair olay... Diğeri de Şengal güçleri ve PKK olayı. Kürdistan yönetimi, bu yeni Haşdi-Şabi yani Kürtlerle Arapların oluşturduğu milis güçlerine şiddetle itiraz ediyor. Gerekçesi henüz bilinmiyor ama bir itirazı var. Keza Kürdistan yönetimi; özellikle Neçirvan Barzani’nin iki gün önceki demeçlerine baktığımızda, ‘Biz orada PKK’nin varlığını ya da onlarla bağlantılı olan Şengal güçleri oradan çıkmazsa biz de gerekeni yapacağız’ diye bir demeci var. PKK’nin karşı demeci oldu. Yani; bu, çatışma zemini yaratan bir durum.
‘ŞENGAL’DE BİR KÜRT SAVAŞI ÇIKACAĞINI DÜŞÜNMÜYORUM’
* Neçirvan Barzani’nin "Gerekeni yapacağız" sözlerine, Türkiye’den de destek geldi. Bu durumu nasıl yorumluyorsunuz?
Türkiye’nin amacı, kendisi Şengal’e direkt müdahale edemediği için muhtemelen Kürtleri birbirine düşürmek ya da Brakuji (Kardeş kavgası) Kürt savaşı çıkarmaktır. Bu olur mu olmaz mı hem dengeler bunu gösterecek hem de tabi Kürdistan yönetiminin Türkiye’nin taleplerine karşılık ne kadar direnç göstereceği önemlidir. Kürdistan yönetiminin eskisi gibi sadece 1992’lerdeki gibi Brakuji’yi hatırlarsak daha çok Amerika da göz yumuyordu ve Türkiye de sonuçta bastırıyordu ve bu tür bir kardeş savaşı çıkmıştı. Ama bugün Amerika yönetimi Türkiye’nin Şengal’e girmesini istemiyor ve muhtemel bir Kürt-Türk çatışmasından da yana değil. Sadece PKK ile Kürdistan hükümeti arasında değil, ama diğer Goran ya da KDP arasındaki bir çatışmanın kendi işine yaramayacağını, oradaki siyasetini sabote edeceği kanısı var bende. Dolayısıyla böyle bir çatışmanın olmasını temenni etmem ama böyle bir çatışmanın şimdilik olacağını sanmıyorum. Yerel mevzilerde birkaç çatışma olabilir.
Kuşkusuz PKK’nin oradaki varlığı uluslararası alanda kendisini meşru kabul görmeye yöneliktir. Ya da kendi dostlarıyla siyasi ve diplomatik hamle yapmak istiyor. Musul, uzun süreceğe benziyor. Dolayısıyla Musul’un alınması uzun sürse de oraya barış istikrar hemen gelecek gibi değil. Çünkü, Kürdistan hükümeti olsun genel olarak Kürtler, anlaşmazlık uyuşmazlık bölgelerde kendi denetimlerine alacaklar. Bu, ileride Kürdistan’ın merkezi hükümete karşı elinin coğrafi anlamda yönettiği, denetlediği bölgeler açısından daha güçlü olması manasına gelir.Burada da bağımsızlık devreye girebilir. Trump’un gelişiyle Kürdistan hükümetinde bağımsızlık ihtimali olabilir mi? Olabilir. Fakat, Amerika durup dururken bağımsızlığı desteklemez, İran buna karşı çıkacaktır.
* Türkiye, olası bir Kürdistan hükümetinin bağımsızlığına nasıl bakar? Türkiye, sınırında bağımsız bir Kürdistan devleti ister mi?
Güya, basından çıkan son haberlere bakarsanız, Türkiye’de, Kürdistan yönetimi bu kez partiler olarak değil, Kürdistan hükümeti adına bir diplomatik büro açacağı gözlemleniyor. Bu da, Türkiye’nin bağımsız bir devlet kurulmasını destekleyici yolundaki bir tahmin ya da öngörü şimdilik yanılgıdır. Sanıyorum, Kürdistan yönetimi bunu henüz algılayabilmiş değil. Bu konuda kendisini nispeten destekleyen Suudi Arabistan ve Türkiye görünüyor. Ama ben Suudi Arabistan’ın da Türkiye’nin de hem bölge dengeleri hem de özellikle Türkiye’nin 150 seneden beri Kürtlerin siyasi bir varlık olmalarına karşı mücadele eden bir devletin birden bağımsız bir Kürt devleti isteyebileceği ya da destekleyeceği tutumu içine gireceğini sanmıyorum. Muhtemelen oyun oynuyordur. Diplomaside taktik. İşte oradakini destekleyip ‘benim Kürdüm iyidir’, ‘başkasının Kürdü kötüdür’ demek içindir. Bu biraz da mezhepçi bir konumlanış. İran ve Irak şiilerine karşı ‘Şii harekatına’ karşı Sünni bir dolunay yaratma çabasından öte bir şey değildir ve yanıltıcıdır, desteklemiş gibi görünse bile yeni çabalara gebe bir durum.
* Türkiye, “Fırat Kalkanı Harekatı” adıyla Bab’da operasyonlarına devam ediyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Bab için "Bitti, bitecek" diyor. Ancak, her seferinde askerlerin ölüm haberi geliyor. Türkiye Bab konusunda neden bu kadar ısrarcı?
Öncelikle, Türkiye’nin El Bab dediği bölgeye girmesinin birçok sebebi vardı. Muhtemeldir ki Amerika birkaç nedenden dolayı buna göz yumdu. ‘Nasıl olsa Türkiye benim müttefikimdir benim dediğimden dışarı çıkmaz’ diye düşündü Amerika. İkincisi de Amerikan tipi pragmatizm. ‘IŞİD’e karşı mücadele etsinler nereye kadar giderse gitsin’ dedi.
Ancak, Türkiye’yi bu bölgeye çekmek bir anlamda Cerablus’u vererek Türkiye’yi bir sus payı olarak oyunun içine çekmekti. Daha önemlisi ise bildiğim kadarıyla PYD ve Suriye Demokratik Güçleri (SDG) bundan birkaç ay önce Amerika ile bir görüşme yapmışlardı ve Amerika, ‘müttefik olalım’ anlamında aslında 5 maddelik bir görüşme gündeme koymuştu. 5 madde de PYD ve SGD olsun bu 5 maddenin 2’sini kabul etmişlerdi ama diğer 3 maddeye pek razı olmamışlardı. Çünkü diğer 3 madde tümüyle Amerika’nın güdümünde bir milis gücü yaratmaya yönelikti. Dolayısıyla, bunlar reddedilmişti ve muhtemelen Amerika, Kürtlerin ve SDG’nin ‘Burnu sürtsün’ diye Türkiye ile bunu dengeleme hesabı içine girdi. Bir sebep de Amerika CIA ile Dışişleri Bakanlığı Türkiye’nin politikalarına yatkın göründüler. Gerek oradaki silahlı muhalifleri destekleme babında olsun gerekse de Türkiye için ‘65 yıllık bir müttefiktir ve onu kızdırarak bu bölgede bir şey yapamayız’ diye düşündüler.
Şu anda El Bab operasyonu çok sıkı geçiyor. 16 askerin katledilmesi, başarılı bir operasyon değil. Askeri, siyasi ve öngörüsüz bir operasyon. Başarılı olması Rusya ve Amerika’nın destek ve onayına bağlıdır. Dikkat edin kendilerine göre 6 mahalleyi almışlar ve 2 mahalle kalmış. Ama gazeteci Saygı Öztürk, ‘Artık biz orayı almayacağız, kuşatacağız’ diyor. Yani bir anlamda o operasyonun orada çakılıp kaldığının göstergesi bakımından önemlidir. Ama her halükarda o kuşatma hali devam ederken Kürtlere de vurmayı sürdürecektir. Bunu zaten hiç ihmal etmedi. IŞİD’in birkaç hedefine vuruyorsa Kürtlere de az ya da çok hedeflerini bombalıyor. Türkiye Bab’da çakılıp kaldı ve tıkandı.
* Tam da bu noktada, MHP Lideri Devlet Bahçeli, “El Bab'dan elimiz boş dönersek Diyarbakır'ı, Ankara'yı tehlikeye sokarız" dedi. Bu, ne anlama geliyor?
Tehlikeyi gördüler, aslında büyük bir siyasi ve askeri maceraya atıldılar. Enver Paşa’nın Orta Asya ve Sarıkamış’taki macerası malum, şimdi başkasının kapısını çaldığınız zaman başkası da sizin kapınızı çalar. ‘Biz Osmanlıyız, hükmümüz geçer, biz eskiden buraları dar ediyorduk’ dediğiniz zaman başkaları da ‘Bizim de burada sözümüz var’ der ve sizin kapınızı çalar. Bahçeli’nin tespiti doğru. Oradaki başarısızlıkları, hem iç politikaya hem Kürt meselesine hem dış politikaya olumlu ya da olumsuz yansıyacaktır. Bunu bildikleri için acitasyon yapıyorlar. Bunun anlamı, böl-yönet. Bizimle birlikte olun biz başa çıkalım ama biz bununla başa çıktığımızda sen Kürtler’in hakkından çıkabilecek misin? Yani, oralarda büyük bir yenilgi Diyarbakır’dakileri de etkileyecektir.
* ABD’nin yeni başkanı Donald Trump 20 Ocak’ta Beyaz Saray’a geçecek. Trump’ın genel Ortadoğu politikası nasıl olacak sizce, mevcut olandan farklı olur mu?
Amerika Dışişleri Bakanı John Kerry, neredeyse elini eteğini çekti. Ama Trump ekibi, Suriye’de savaşın ve çatışmanın sürdürülmesine dair İsrail ile birlikte hareket edecektir. Çünkü, İsrail de son dönemlerde çok rahatsız. Özellikle, Halep’in düşürülmesi ve oradaki çetelerin derdest edilmesinden rahatsız. Muhtemelen, yarın öbür gün Trump ve İsrail ekibinin savaş ve çatışmayı farklı bir yöntemle sürdürülmesinde aktif rol oynayabilirler.
* Trump, seçim sonuçlarını kazandığı zaman, “Kürtleri destekleyecek” tartışmaları başladı. Siz, nasıl görüyorsunuz bu durumu, Trump gerçekten Kürtleri destekler mi?
Trump’un ekibi genel anlamda Kürtleri destekleyen bir tavır içinde ama bu ‘Kürdistan’ı destekleyelim’ derken aslında Güney Kürdistan’ı kast ediyor. Daha çok peşmergeyi kast ediyorlar, direkt PYD’yi kast ettiklerini sanmıyorum. Ancak, Trump’ın tüm ekibi siyasal İslam’a karşıdır onların içinde Neokonlar (yeni muhafazakârlar) var, daha radikal olan bir grup. Bu grup, Kürtlerle IŞİD meselesinde sonuna kadar giderler. Fakat, aynı ekip gördüğüm kadarıyla, ‘Acaba Türkiye ile Rojava’daki Kürtleri bir araya getirebilir miyiz, bir dengede tutabilir miyiz, deyim yerindeyse her ikisini de idare edebilir miyiz politikası güdecekler bir müddet.
* ABD, “Türkiye ve Kürtleri idare edebilir miyiz?” tutumunu nerede ve nasıl uygulayabilir?
Yani, bu tutumu muhtemelen Rakka’da devam edecektir. Ancak, Amerika, şu anda Rakka operasyonunu deyim yerindeyse rafa kaldırdı. Sadece PYD ve bileşenleri Rakka’ya doğru gidiyor fakat, bu henüz Amerika’nın aktif desteğini almış değil. Amerika’nın itirazı da yok nereye gideceğini bilemiyoruz.
* Türkiye’nin de Rakka planı var. Cumhurbaşkanı Erdoğan geçtiğimiz günlerde “Minbiç gibi Rakka’ya da gireceğiz” dedi.
Rakka’daki olay Amerika’nın olayı olmadan daha çok Türkiye’nin şöyle bir teklifi var; ‘Siz PYD ve SGD’ye destek vermeyin biz daha başarılı oluruz burada.’ Amerika buna eğilim gösterir mi gösterir. Fakat yani Musul bağlantılı düşündüğümüzde menfaatinin nerede olacağına henüz karar vermiş değil. Rakka’ya girmek sadece IŞİD’i oradan atarak uluslararası alanda Türkiye’nin yeni bir pozisyon kazanmasından öte, Kuzey’den zaten hani Türkiye Kobane’ye baktığınızda zaten sınır orada bir baskılama var. Rakka’ya girerse, bu sefer Güney’den de bir baskılama olacaktır. Deyim yerindeyse mengene içine alacaktır. Bu, Amerika’nın işine gelir gibi değil. Büyük ihtimalle Türkiye şimdilik ya Kürtlerle çatışmadan ‘sen orada ben burada bir arada bir şeyler yapalım’ der ya da birisinden birisini tercih eder. Ama tercih ederken ipleri koparacağını sanmıyorum. Çünkü, büyük devletler çok yönlü oynarlar.
‘TÜRKİYE’NİN ELİNDEKİ HALEP KOZU ZAYIFLADI’
* Halep’te geçtiğimiz hafta ateşkes ilanının ardından sivillerin tahliyesi başladı. Türkiye de sivillerin tahliyesi konusunda destek verdi. Türkiye’nin Halep’teki rolü nedir?
Bir anlaşma sonucu, İslamcı çeteler Halep’ten İdlib’e doğru Türkiye’nin aktif desteğiyle çekildiler. Bu, bir anlamda Türkiye’nin şimdiye kadar, ‘ÖSO’yu ayrı tutarak desteklemiyoruz’ demesinin tersi bir durum olması bakımından önemli. Burada, Türkiye’nin ‘Acaba El Bab’ı alırsam Halep’te bu direnen gruplara yeniden siyasi, askeri hatta insan kaynakları açısından destek verir miyim?’ olan planı çöktü ve Rusya ile yeniden oturmak zorunda kaldı. Rus Büyükelçisi’nin suikast meselesi de vesile oldu. Bir yanıyla bakarsak Türkiye 1-0 mağlup. Türkiye, kendi açısından ‘Ben masaya artık oturdum ve masada sözüm var’ diye düşünüyor. Ama masaya otururken elinde hangi kartlar var, elindeki kartlar çok azaldı. Görünen o ki Türkiye’nin elindeki mevcut kart bir anlamda İdlib.
* Kürtlerin Ortadoğu’daki varlığını nasıl yorumluyorsunuz? Türkiye, bu politikanın neresinde?
Türkiye, PKK ile olan çatışmaları, özellikle şehir savaşlarını ele alırsak bunu da bir boks maçına benzetirsek belki ilk alanda Kürt ana akımının bu boks maçı 11 rauntluktur. Birinci raunda, Türkiye askeri bakımdan daha kazançlı gözükmekle birlikte Musul ve Rojava’daki Türkiye’nin mevcut durumu bunu göstermiyor. Tersine, Kürtler Musul ve Rojava tarafında 2 raundu almış durumda. Bu açmaz devam edecektir. Yine, İdlib meselesi söz konusu. 5 bin aile İdlib’e getirildi. Bu ailelerin de hemen hemen hepsi silahlı grupların aileleri. Demek ki İdlib şu an El Kaide’ye bağlı El Nusra’nın başkenti. Yani, bir Rakka da İdlib’de. Suriye hükümeti, Rusya ile birlikte Halep meselesini tam kontrolü sağladıktan sonra ikinci hedefleri İdlib olacak. Suriye, Rusya ve İran İdlib’e yüklenecekler. İdlib’e yüklendikten sonra gerisi kara deliktir. Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’ın desteklediği silahlı gruplar sınırın diğer tarafına geçmiş olacak. Bu da muhtemel iç savaş dinamizmi artabilir demektir, Türkiye tarafına geçtiler ve bir müddet Türkiye’de barınacaklar. Türkiye’nin yüzde 14’ü IŞİD’e sempati duyuyor. 15 milyon Alevi’yi saymazsak, 65 milyonun yüzde 14’ü az bir kesim değil. Bu da tehlike işareti.
‘ASTANA’DA PYD DOLAYLI OLARAK MASADA OLACAK’
* Geçtiğimiz yıl uçak krizi ile başlayan bu yıl ise Moskova Deklarasyonu ile devam eden Türkiye-Rusya ilişkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Rusya, Türkiye’ye neden yaklaştı?
Rusya Türkiye’yi aslında bir müttefiki olarak yanına çekmiyor tersine, ‘Türkiye’nin Amerika ve NATO ile ne kadar arası açılırsa benim için o kadar iyi. Ne kadar da onlar birbiri ile ihtilaflı olursa, sürtüşme ve çekişme olursa benim işime yarayacaktır’ diye düşünüyor. Demek ki Türkiye, şu andaki haliyle İran ve Rusya’nın çizdiği bir çerçeve içinde askeri oyununu sürdürüyor. Kaldı ki Esad rejimini bu haliyle kabul etmiş oluyor. Moskova’daki o bildirinin özüne baktığımızda Esad rejiminin gitmesini değil, Esad’ı “laik” çizgisiyle kabul ediyor. Yine, Moskova Anlaşması’ndaki en önemli nokta, PYD de zikredilmiyor. Bu durum, Rusya’nın hedefinde şu an için PYD’nin olmadığını göstermesi bakımından önemli. Ama Türkiye’nin hedefinde PYD var. Burada önemli bir çelişki. İkincisi, Astana’da olabilecek siyasi bir çözümde bütün tarafların Esad gitmeden mevcut Esad yönetimi kalırken diğer bütün muhaliflerin de masada bulunması, şu anlama geliyor; PYD’de de masada bulunmuş olacak, geçiş hükümetinde diğer bütün muhaliflerin de masada olması gerekir. Bu, aynı zamanda PYD ve bağlı olduğu, bileşeni olduğu güçlerin de masaya gelmesi anlamını taşıyor. Amerika mesela Cenevre’de PYD’nin katılmasına itiraz ediyordu. Ama, Rusya itiraz etmiyordu. Dolaylı olarak Türkiye’nin Astana’da oturacağı masada PYD’nin gündeme gelmesi ve zımni olarak PYD’nin de bu güçler içerisinden kabul edilmesi anlamında önemli. Türkiye’de de itirazlar kabul edilmedi. Hizbullah konusu gündeme geldiğinde İran ve Rusya reddetti, yarın öbür gün PYD konusu da gündeme gelecektir ve Rusya bunu reddedecektir. Demek ki Türkiye’nin çok fazla oynayacağı kart yok.
‘TÜRKİYE’NİN ŞANGAY’A ÜYE OLMASI MÜMKÜN GÖRÜNMÜYOR
* Türkiye’nin bir de Şangay İşbirliği Örgütü’ne katılma durumu gündeme geldi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, beşlinin içine girebileceğini söyledi. Türkiye’nin bu örgüt içerisinde yer alma durumu ne kadar gerçekçi?
Türkiye’de Avrasyacı akımlar var. Bunlar, mümkün olduğu kadar Türkiye, İran ve Suriye’nin birleşmesini daha da çok Kürtlerin siyasi bir varlık olarak ayakta durmamasını, Kürtleri imha etme üzerine kurulu bir akımdır. Çok söyleniyor, Türkiye Rusya ile barışık durumda. Ama bu barışık hali ittifak Şangay İşbirliği üyesi olmasına neden olmaz. Şangay İşbirliği Örgütü’nün 3 temel maddesi vardır. Türkiye gözlemci olabilir ya da izleyen olabilir ama örgüte üye olabilmesi için 2 temel şartı kabul etmesi lazım. Birincisi; üye ülke hiçbir zaman İslamcı hareketlerin merkezi olmayacaktır. Ancak, Türkiye İslami hareketlerin merkezi durumunda. Neredeyse, İslami hareketleri en fazla destekleyen ülkelerden birisidir. İkincisi de bir ülkenin üye olabilmesi için etnik bölücülüğünü desteklememesi lazım. Ama Türkiye, Türkistan ya da Uygur bölgesine ayrılıkçı bir hareket. Onun destekleyeni yine Türkiye. Bunlar, ciddi durumlar. Ekonomik, siyasi ve stratejik nedenlerle Türkiye’nin Şangay Örgütü’ne üye olması mümkün görünmüyor. Türkiye muhtemelen, ‘Bak ben oraya giderim’ diyerek Avrupa ve Amerika’ya taktik güdüyor.
* Özellikle Halep’ten sonra Türkiye ve Esad rejimi arasında yakınlaşmaların olduğu gündeme geldi. Olası bir Türkiye ve Esad işbirliği mümkün mü?
Suriye-Türkiye yakınlaşması olabilir. Fakat, Suriye’nin Halep’i aldıktan sonra Türkiye ile hemen barışacağını ve onun da Kürtlere karşı bir politika güdeceğini düşünmüyorum. Sebep ise; birincisi Rusya hemen PYD’yi karşısına almaz. İkincisi; Esad rejimi İdlib’i almadan Türkiye ile bir ittifak kurmaz. Ya da Türkiye’nin Suriye ile ilgili öne sürdüğü tüm şartları kabul etmesi lazım. Ancak, bu da şu an için çok mümkün görünmüyor. Bir konu daha var, Türkiye bu bölgelere girdi, askeri kontrol bakımından, orada kurduğu yönetimler ise Özgür Suriye Ordusu (ÖSO). ÖSO dediğimiz, içinde 6-7 İslamcı örgüt var ama varsayalım ki hepsi ılımlı, peki Suriye kendi yerine ÖSO’nun gelip bu bölgelerde yönetim kurmasını ister mi? İstemeyecek. Bu, kendi eliyle kendi mezarını kazması anlamına gelecektir. Türkiye, bunlardan vazgeçmediği sürece Suriye’nin Türkiye ile yakınlaşması şimdilik mümkün görünmüyor.
* Cumhurbaşkanı Erdoğan, sürekli olarak Sevr Anlaşması’na vurgu yapıyor. Erdoğan’ın, geçtiğimiz günlerde, “Şu kritik dönemde eğer durmaya kalkarsak kendimizi bulacağımız yer Sevr şartlarıdır” diye açıklamaları oldu. Bu, ne demek?
Türkiye parçalanır demek istiyor. Burada tarihsel yanlışlık var, maalesef Türkiye’yi yönetenler doğru düzgün tarih de bilmiyorlar ve savaş bilgileri çok daha eksik. Osmanlı Devleti, parçalanmadan 3 milyon 800 km karelik bir alandaydı ama bu parçalanmanın yarısından fazlası 1912-1913 Balkan Savaşları’nda zaten gitmişti. Sevr’den çok önceydi. Ancak, Enver Paşa’nın maceracı tutumuyla ‘toprakları geri alalım’ ruhuyla birinci dünya savaşına girdikten sonra yenildi Türkiye. Dönmek istediğin Osmanlı’nın kendisi daha önce kaybetti, Enver Paşa’nın maceracılığı yüzünden. İkincisi, bu topraklar, Sevr geldiğinde zaten kaybedilmişti. Sevr, aslında bölgeler haritalarını çizdi. İstiklal Mücadelesi açısından baktığımızda bu mücadele, kaybedilmiş Anadolu’yu kurtarmaktı. Misak-i Milli’yi de bu yüzden çıkardılar. Eğer İstiklal Mücadelesi veriliyorsa Anadolu’yu savunma projesi midir, yoksa bir fütuhat projesi midir? Önce bunu kabul etmek lazım. Yani, siz bölünmüş bir Anadolu var da onu mu kurtarmaya çalışıyorsunuz yoksa Halep ve Musul’a girerek Osmanlı fetihçiliği peşinde misiniz? Kemalistlerle en önemli çelişkileri buradadır. Kemalistler bir sınır çizdi ve ‘bunun içine taşmayacağız’ dedi. Ama siz yeni Osmanlıcılık, İslam Federasyonu peşindesiniz. Fetihçilik yaptığınız zaman başkaları da size fetih hareketi yapabilirler.
Aslında özgün olarak da şunu kastediyor; ‘Biz buradaki Kürtleri bastırmazsak PYD’yi Rojava’yı bastırmazsak bunlar Türkiye’deki Kürtlere model olurlar. Dolayısıyla, Türkiye bunlarla birleşir, devletimiz parçalanır’ diye bir söylem içindedirler. Mevcut Türkiye’deki Kürt ana akımın hareketini bir parçalama diye bir söylemi de yok. İdeolojik olarak yok, pratikte de yok. Kürtler, ‘Biz bulunduğumuz yerlerde öz yönetimler kuracağız , devletleşme diye derdimiz yok’ diyor. Hükümet, ‘Kürt koridoru yapacağız’ demişti. Sonra Kürt koridoru baktılar, propagandaya malzeme oluyor, bu kez ‘Kürt koridoru’ değil, ‘terör koridoru’ demeye başladılar. Gerçekte bunların karşı çıktığı Kürt koridoru denen Kürtlerin siyasi varlığının ikame edilmesidir. Milli seferberlik çağrıları da biraz da bu yüzdendir. Sanki İstiklal Savaşı’nı çağrıştırıyormuş gibi. Ama İstiklal Mücadelesi denilen şey sonuçta Yunan ya da İngiliz işgaline karşı Anadolu’nun kurtarılması harekatı diye düşünülür. Ama sen Anadolu’yu kurtarma derdinde değilsin. Bu da çok tehlikeli ve riskli sonu gelmez dipsiz bir kuyudur.
YARIN: Kürtlerin Ortadoğu’daki konumu ve geleceği.
Zuhal Atlan - dihaber