İSTANBUL - Genel kurulda HDK’nin eşsözcülüğüne seçilen Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu, faşizmin kendilerine bir cephe sorumluluğu dayattığını söyleyerek, baskılara karşı şu mesajı verdi: “Herkes gibi direneceğiz. Bu topraklarda büyüdüm ve ürettim. Başka bir yere sadece turist olarak gidebiliriz.”
"Geleceğimiz için örgütleniyor, özgürlüğümüz için direniyoruz" sloganıyla 7. Genel Kurulu’nu yapan Halkların Demokratik Kongresi (HDK) Eş Sözcülüğüne Gülistan Kılıç Koçyiğit ile birlikte Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu seçildi. Barış İçin Akademisyenler bildirisini imzalayan ve bu gerekçeyle ihraç edilen Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Hamzaoğlu, kurulduğu 2011 yılından bu yana HDK’de aktif yer alıyor. İhraç edildikten sonra mücadelesini demokratik siyaset alanında yürütmek isteyen Hamzaoğlu, HDK’de yer almasının nedenlerine, yapının ne gibi değişim ve dönüşümler yaşadığına, yeni dönemde nasıl bir yol ve yöntem belirleyeceğine ile gündemdeki gelişmelere ilişkin dihaber’in sorularını yanıtladı.
* Öncelikle HDK’de yer alma nedenleriniz nelerdir sorusuyla başlayalım…
HDK biliyorsunuz bugünün olgusu, yapısı ya da hayali değil. 2011 Temmuz genel seçimlerinden sonra toplumsal muhalefetin yükseldiği bir dönemde gündeme gelmişti. Türkiye’de Kürt özgürlük hareketinin yanı sıra sosyalist yapılar, yaşananlara dönük müdahale edip hem kadın cinsiyet eşitlikçi hem toplumsal cinsiyet eşitlikçi, özgürlükçü, demokratik bir toplum, laik bir toplum hayali ile bir araya gelip nasıl mücadele edeceğini tartışmışlardı. Ben o dönemde Kocaeli Üniversitesi’nde, Dil Ovası’ndaki annelerin ilk sütü, havadaki ağır metallere benzer çalışmalar nedeni ile üniversitemde sorgulanıyordum. Büyükşehir Belediye Başkanı ve AKP‘liler tarafından hedef alınmış bir durumdaydım ve benim adıma arkadaşlarım bir mücadele yürütüyorlardı. Bu öneri Eylül 2011 geldi. Yürütmekte olduğumuz toplumsal mücadelenin, bu süreçte üzerinin örtülebileceği ile ilgili arkadaşlarımızın değerlendirmeleri oldu. Eğer Türkiye’de eşitlik, özgürlük mücadelesiyle ilgili bir yapılanma varsa 2011 Temmuz-Ağustos koşullarında böyle olacakken, böyle bir sorumluluktan kaçamayacağımı düşünmüştüm. İlk kuruluşundan beri HDK’deyim. HDK yürütmesinde görev alıyorum. Dolayısı ile HDK’nin başarısızlıklarında da başarılarında da sadece payı olan değil sorumluluğu olan bir kişiyim. Şanslıyım ki HDK sürecini içinde yaşayan tarihsel bir tanığıyım.
* O tanıklıklardan biraz bahseder misiniz?
Bugün için çok neden söylenebilir ama bir fotoğraf çektiğimizde HDK’nin görünür olmadığını, HDK yürütmesinin ilk toplantısı başlandığında bileşen temsilcileri ve bireysel olarak katılanlar tarihlerinde sanıyorum ilk defa bir arada ortak iş yapmak adına düzenli toplantıların öznesi oldular. Bu daha önce Türkiye muhalefetinde, sol sosyalist kültüründe en azından benim tanıklık ettiğim dönemlerde yaşanmış bir durum değildi. Beraber oturmayı, bunda sürekliliğin olması, birbirini dinlemesi ve yapıcı eleştiriler ile üzerine koymayı deneyimledikleri bir sürecin başlangıcı oldu. Bunun çok önemli bir katkı olduğunu düşünüyorum. Bir araya gelmek dışında iş yapmak meselesi, bir tartışma kültürü ortaya çıktı ve bir kesim kendi yapıları ve kendi öznelliklerin dışında bu yapıların “HDK ortaklığında ne yaparız” diyerek HDK etrafında faaliyetler ortaya çıktı. Bu becerilmeye çalışıldı. HDK’nin varlığı yine sol sosyalist, muhalefet anlamında benzerlerinin kurulmasını motive etti. O bakımdan HDK kendi hedefleri ile kendi bünyesinde yapmak ve yapmak istediklerinin ötesinde bunu gerçekleştirdi. HDK bir partiye rahim oldu. Anne karnı oldu. O bileşenlerinin önemli bir kısmı ile Türkiye’nin en kritik dönemlerinde Türkiye’de muhalefeti temsil eden, Türkiye muhalefetini bir araya getiren uzun zamandır unutulmuş var olan düzen için partilerin ötesinde muhalefeti Meclis’e taşıyan ve parlamenter muhalefetin aracı olabilecek yüzde 13’e ulaşan bir partiyi kurdu HDK.
* İlk kurulduğu günden yana HDK’nin içindesiniz, geçen süre içerisinde HDK ne gibi değişim ve dönüşümler yaşadı?
HDK, HDP’nin kuruluş aşamasının hemen ardından katılmış olduğu 2014 yerel seçimleri, sonra aynı yıl yine Cumhurbaşkanlığı seçimleri, ertesi yıl genel seçimler, ardı ardına Türkiye siyasetinde her biri kendi içerisinde bir dönüm noktası olan seçimlerinde örgütleyici bir partinin ortaya çıkışını sağladı. Dolayısıyla partinin oralardaki varlığının pekiştirilmesi amacıyla kendisi çok doğal olarak geri planda kaldı; hem merkezi kurumsal yapısıyla hem yüklenme biçimiyle. Çünkü biliyorsunuz Anadolu’da egemen kültür olarak doğusunda, Egesinde, kuzeyinde, batısında, güneyinde görünür olanın algısı ve onun üzerinden yürümesi bir gelenektir. Dolayısı ile parlamenter siyaset, milletvekilliği, belediye bakanlığı meselesi HDK üzerinden değil HDP üzerinden olması da gerektiği için tabi ki HDK’nin “bir geri kalmışlığı” oldu. Bir de insan gücümüz sınırlı tabi ki. Bir şekilde bu yapılar kurulur ve bu hazırlıklar yapılırken HDK’de başlamış ve yaklaşık 2 yıla aşkın bir süre birlikte çalışmış, ortak kültür üretmiş insanlar doğal olarak siyaset arenasına, parlamenter siyasete, HDP’ye geçtiler. Böyle de bir kadro kayışını da beraber yaşadık. Dolayısıyla HDK’nin bugünkü görünür olmama durumu aslında başarılarının altında kalmasından da kaynaklanıyor. Ürettikleri ve var etikleriyle ortaya çıkarttıklarının gölgesinde kaldı.
FAŞİZME KARŞI CEPHE SORUMLULUĞU
* Yapılan genel kuruluda Gülistan Koçyiğit ile birlikte eş sözcülüğe seçildiniz. Bundan sonraki süreçte HDK nasıl bir yol ve yöntem belirleyecek? Plan ve programlarınız neler olacak?
HDK bugün itibarıyla 35 bileşenden oluşan bir platform. Bu platform ortak değerlendirmelerle programını oluşturuyor. Genel kurulda da konuşma yapan eş sözcümüz, hepimiz adına faşizmin varlığından ve bunu tanımladığımızdan bahsetti. Dolayısıyla bu tanım hepimize bir cephe sorumluluğunu dayatıyor. İşte biz bu cephenin kurulması gerektiği bilincindeyiz. O aşamanın gerçekleşmesi için dayatma yapmadan, onun yol ve yordamının tümünü uygulamaya çalışarak sabırla bu yolu yürüyeceğiz. Bu tabi ki önümüzdeki önemli başlıklardan bir tanesidir. Bunun yolu da bileşenlerimizi nitelik ve nicelik olarak artırmaktan geçiyor.
* HDK’nin bileşenlerini çoğaltmayı düşünüyor musunuz?
Öncelikle müzakereler… Türkiye’nin nesnelliğini herkesle paylaşmak, sanıyorum şuanda yapılması gerekenleri ve Türkiye’nin siyasi atmosferinin ne olduğunu tanımlamayı zorlaştırmayacaktır. O bakımdan en azından bu yeni dönemde kendi adıma söyleyeyim, umutluyum.
* HDK, Türkiye halkları için bir kurtuluş mudur?
Evet. Bunda hiç tereddüt etmiyorum. Çünkü 2011’den beri benzer bir hedefle bu işin içindeyim. Aktif olarak yürütme kurulu faaliyetini yerine getirirken de hem günlük hayatımdaki akademik işlerimden kopmadan hem de buradaki faaliyetlerden geri kalmadan yürütme enerjisini bu umuttan aldım.
BÜTÜN KURUMLARA FAŞİZM YERLEŞMİŞ
*HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ, DBP Eşbaşkanı Sebahat Tuncel ile birçok milletvekili tutuklandı. Bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’de demokrasi var mı yok mu diye sormak artık abesle iştigal. Türkiye’de baskı rejimi var mı diye sormak abesle iştigal. Birilerinin yaptığı gibi 1930’ların Almanya’sında neler yaşandığını elimize alıp, ‘Şu var, şu var, şu var ama şunlar yok, şunlar yok, şunlar yok’ deyip bir siyaset alanından kaçamayız. Türkiye’de bugün bütün kurumları ile faşizm yerleşmiş durumda. Bu bağlamda faşizme karşı mücadele nasıl yapılacaksa, örneğin; birilerinin bana göre Troçki’nin faşizme karşı mücadelesini okumaları lazım. Faşizmin doğrudan doğruya kapitalizmi içselleştirmesi ile nasıl gündeme geldiğini, sermayenin gereksinimleri ile kapitalizmin düzenlenmesi adına ne gibi kurumsallaşmaları ve araçlar kullandığını bir kez daha görmemiz gerekir. Aslında Türkiye’deki sol sosyalist, siyasal öznelerin faşizmin siyasal ve ideolojik değerlendirmeleriyle ilgili bir sorunlarının olduğunu hiç düşünmedim, düşünmem de. O beni aşar. Ama şunu görüyorum ki bugün Türkiye’de toplumun mobilizisyonu ile ilgili bir değerlendirme yapmamız lazım. Bugün Türkiye’de cephede, toplumun bütün kesimleri, işçileri, köylüleri, ev kadınları, akademisyenleri var. Kim adına var? Şuan da var olan sistemin korunması adına var. Bunlar nasıl oluyor da böyle bir dönemde doğrudan doğruya kendi sınıfsal konumlarının ötesinde, kendi sınıfsal kurumlarına karşı, hatta kendi geleceklerine karşı bir sürecin aracı olabiliyorlar? Bu mobilizisyon meselesini çözebilirsek eğer, hep beraber bu kurumdan hareket ederek, araçlarımızı gözden geçirip, karşı mücadeleyi yükseltebiliriz.
HERKES GİBİ DİRENECEĞİZ
* Demokratik siyasetin önü kapatılıyorken, hedef haline getirilip tutuklanmanız durumunda tavrınız ne olur?
Herkesin yaptığı gibi direneceğiz. Bu topraklar bizim, hiçbir yere gitmiyoruz. Beni akademiden çıkardıklarında sordular. “Sizin için yurtdışında bir üniversitede bağlantı kurabiliriz, böyle olanaklar var” diye. Nereye gidebilirim? Yarım asırdan fazla bu topraklarda yaşadım. Bu topraklarda ürettim, bu topraklarda büyüdüm. Başka bir yere sadece turist olarak gidebiliriz. Dolayısıyla bu topraklarda Türkiye halklarının eşitlikçi, demokratik, laik, barış içinde yaşaması için ne gerekiyorsa yapacağım. Bundan önce bunu başka kurumlarda yapıyordum, bundan sonra da yeni konumumda yapmaya çaba göstereceğim.
* OHAL ilanından sonra çıkartılan KHK’lerle basına, sivil tolum kuruluşlarına, akademiye, siyasete, kısacası muhalif olan tüm kesimlere dönük bir baskı süreci başladı. Bu baskı sürecinden çıkmanın ve kurtulmanın yolu ne?
Kendi araçlarımızla yaşananları görünür kılmamız lazım. Bakın bugün Sağlık Bakanlığında “Fettullahçıları atıyoruz” kampanyası var. Kendi sektörüm olduğu için çok rahat söyleyebilirim. Yerine kimi koyuyorlar, yerine başka bir sağlıkçıyı koyuyor. Peki, o sırada ne yapıyor? Türkiye’de bebek ölümlerini gizliyor. Örneğin bizim bunu görünür kılmamız lazım. Sağlık Bakanlığı bebek ölüm sayısının 2014-2015’de değişmediğini söylüyor. İnceliyorsunuz yayınlarını, tanımlarını değişmiş. Bunların kamuoyu tarafından görünür olması lazım. Bizim SGK primlerimizin artışını, ilaç almaya giderken ödediğimiz paraların, ulaşımdaki harcamaların, gelen zamların, Dilovası’na yaptıkları 3. Köprü paralarının nerelerden geldiğini, ve o köprüden geçsek de geçmesek de borçlarını ödemeye Türkiye halklarının mahkum edildiğinin görünür olmasına gerek var. Biz Türkiye’de özel alanların, sağlık, eğitim, ulaşım, kentsel dönüşüm vb. doğadaki tahribatlarıyla beraber yaşananları kendi araçlarımızla, sizler aracıyla, sosyal medyayla ya da benzeri nelerimiz varsa el birliği yapıp, birbirimizle dayanışarak görünür kılmamız lazım. Ve bunu siyasetin alanına, direnişin alanına indirmemiz lazım. Sadece “Hayır” demekle olmuyor. Bu hayırın içeriğini bizim hep birlikte doldurmamız lazım. Bu zenginliğe, bu beceriye sahibiz, Türkiye solu ve sosyalistleri olarak. Bunu gerçekleştirebiliriz. HDK bileşenleri arasında siyasi parti dışında inanç gruplarımız var. LGBTİ yapılar, gençlik, kadın var. Bunlar Türkiye demek zaten. İşte oradaki yetişmiş kadrolarımız, yetişmeye uygun kadrolarımız bu süreci başarabilir ve kazanabilirler. Yapacağımız tek şey bunda kararlı olmak ve büyümek.
ALTERNATİF AKADEMİLER MODELE DÖNÜŞEBİLİR
* Barış Bildirisi’ne imza attığınız için birçok akademisyenle birlikte ihraç edildiniz. Siz mücadelenizi siyaset yaparak sürdürme kararı aldınız, diğer akademisyenlere bir öneriniz var mı?
Bulunduğum sağlık ortamını, akademik ortamı siyasallaştırmayı hedef aldım yıllarca. O ortamda yaşananların, o ortamın özgünlüğü dışında doğrudan doğruya siyasetle, toplumsal üretim ilişkileriyle yansıtmaya, hem öğrencilere hem meslektaşlarımla paylaşmaya çalıştım. HDK’de de bu nedenle yer ve görev aldım. Bundan sonra da akademi hiç kimse için terk edilecek yer değil. Buralar bizim becerisine ve bilgisine sahip olduğumuz mücadele alanları. O bakımdan Kocaeli’nde atılanlar olarak Kocaeli Dayanışma Akademisi’ni kurduk. Her Çarşamba sabah saat 10.00’da toplanıyoruz, akşam 16.30’a kadar kendimizin daha gelişkin nasıl olabileceğiyle ilgili tartışma yürütüyoruz. Her Çarşamba saat 17.00 ile 19.00 arasında da seminerlerimiz var ve biz bunu bir akademik programla deklare ettik. 28 Eylül’de Kocaeli Dayanışma Akademisi’nin açılışını gerçekleştirdik. Alternatif bir akademi açılışı yaptık. Arkadaşlarımın bundan önce olduğu gibi akademik mücadeleyi, akademi ve siyasi ayağına birlikte basarak yürüteceklerini düşünüyorum. HDK bir platform olduğu için ben sadece platform sözcüsüyüm.
* Bu tür alternatif akademiler çoğalmalı mı? Mevcut üniversite yapılarını değiştirir mi?
Kocaeli Dayanışma Akademisi’nde derslerimiz başladı. 2 Kasım’da benim de dersim vardı. Ama ben anlatmadım. Dil Ovası’nın doğa ve çevre derneklerinin yöneticileriyle beraber anlattık. Bizim alternatif olalım değimiz şey, sadece dayanışma değil, toplum içinde toplum için üniversite, zaten Dil Ovası olayları da tam da bu nedenle ortaya çıkmıştır. Toplumun bilgisini, yine bilimsel yöntemle, genelleştiren bir yöntemle, onlarla paylaşmak, onlara vermektir. Çünkü bilgi toplumun ürünü, toplumun malıdır. Kocaeli Dayanışma Akademisi de toplum için üniversite uygulamalarının ya da akademi uygulamalarının bir başlangıcı olarak görülebilir. Tabi daha önce de pek çok deneme var bu konuda ama ne mutlu bize ki örneğin; bizden önce Eskişehir’de dayanışma dersleri başlamıştı ama adını koymamışlardı. Sanıyorum arkadaşlarım yakın tarihlerde onun adını koyacaklar. Eskişehir’de olacak. Ama 4 Kasım’da İzmir’de dayanışma akademisi kuruldu benzer bir perspektifle. Üniversiteden çıkartılmanın yoğun olduğu kentlerimizde benzer faaliyetler olacak. Birbirine yakın denemeler olacak ve biz bunu, zaman içinde Türkiye genelinde bir çatı altında yerelliklerini koruyarak toparlayıp bir Türkiye modeline de dönüştürebiliriz.
* Son olarak bir çağrı ve mesajınız var mı?
20 Kasım Kartal Meydanı’nda "Teslim Olmayacağız" miting var. Bana çok büyük bir heyecan verdi. Hepimizin bütün gövdemizle, birey olarak, yapılar olarak, o meydanı doldurmamız gerekir. O meydanı dosta heyecan ve umut veren, düşmana da korku veren bir hale getirelim.
ONUR HAMZAOĞLU KİMDİR?
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı olarak 2002 yılından bu yana akademi dünyası içerisinde yer alan Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu, "Barış İçin Akademisyenler İnisiyatifi"nin yayımladığı Barış Bildirisi’nde imzaları bulunduğu gerekçesiyle Kocaeli Üniversitesi’nden ihraç edilen 21 akademisyenden biri. Yerli ve yabancı kaynaklara gönderdiği çok sayıda makalelerin yanı sıra özellikle Dilovası bölgesinde endüstriyel kirliliğe bağlı hastalıklara ve ölümlere dair yaptığı araştırmalar nedeniyle hükümetin hedef konumunda olan bir isim olarak biliniyor. 15 Ekim 2011 yılında kurulan HDK’nin kuruluş aşamasından itibaren aktif bir şekilde içinde yer alan Hamzaoğlu, en son HDK’nin 7. Genel Kurulu’nda Gülistan Koçyiğit ile birlikte HDK Eş Sözcülüğüne seçildi.
Necla Demir / Sadiye Deniz Eser - dihaber