ANAP eski Başkanı Nesrin Nas: Bu anayasa değişikliğinin ülkeyi yıkıma sürükleme riski var

İSTANBUL - ANAP'ın eski genel başkanlarından akademisyen Nesrin Nas, anayasa tartışmalarına ilişkin “Şimdi OHAL-KHK ve yaygın tutuklamalar altında ve mevcut anayasal düzen askıya alınarak yapılan bir Anayasa'nın ülkeyi büyük bir çatışma ve hatta yıkıma sürükleme riski var” değerlendirmesinde bulundu.

Anavatan Partisi'nin (ANAP) 5. Genel Başkanı ve akademisyen Nesrin Nas, ekonomik krize, devam eden anayasa ve başkanlık tartışmalara, OHAL sürecinde gidilmesi öngörülen referanduma, HDP’li milletvekillerin tutuklanmasına, devletin Kürt ve Suriye politikasına dair dihaber'e değerlendirmelerde bulundu.

‘TÜRKİYE AKSİNİ YAPTI’

Türkiye’deki ekonomik gelişmelere dikkat çeken Nas, “Dolar kurları ile yatıp dolar kurlarıyla kalkmaya devam ediyoruz. Öyle görünüyor ki, dolar kuru 3.50' ye oturmuş durumda. Uzun bir süredir rekabetçi gücünü kaybetmiş, doğrudan yatırım çekemeyen ve sanayi ülkeleri listesinden düşen bir Türkiye vardı. Büyümesi içeride yaratılan kamu rantlarına, inşaat sektörüne ve dış kaynaklardan sağlanan borçlarla finanse edilen iç tüketime dayalı bir ülkenin yöneticilerinin yapması gereken en önemli şey, hukuki güvenliği yok etmemek ve güvenilirliği sağlayacak şeffaf ve hesap verebilir bir yönetimi kurmaktı. Türkiye, bunun tam aksini yaptı” dedi.

'MERKEZ BANKASI POLİTİK BASKI ALTINDA'

Merkez Bankası başta olmak üzere tüm ekonomik kurumların ağır bir politik baskı altına alındığını dile getiren Nas, “Bütçe denetim dışına kaçırıldı. Kayıt dışı ve kara paranın önü açıldı. Döviz kazancı olmayan şirketler dahi dövizle borçlanmaya özendirildi ve halkta 'büyüyoruz, bizi herkes kıskanıyor' söylemini desteklemek için devlet aşırı gösterişli ve pahalı ama ekonomik fizibilitesi olmayan yatırımlara kalkıştı” diye konuştu.

‘CUMHURBAŞKANI’NIN SÖZLERİ TERSİNE YOL AÇTI’

Türkiye’de hem işsizlik hem de enflasyonun arttığına dikkat çeken Nas, “Bugün Türkiye ekonomisi, değiştirilen milli gelir hesaplama yöntemine rağmen, son çeyrekte küçülme eğilimine girmiş bir ekonomidir. Borçlanma olanakları ise giderek daralıyor. Suriye'de girilen maceracı politikalarda harcamaları artırıyor. Bu yılsonuna kadar Türk ekonomisi borç+faiz+cari açık finansmanı için 220 milyar dolar taze kaynak bulmak zorunda. Kurdaki her artış bu rakamı daha da yukarı itiyor. Döviz ve altın rezervlerimiz ise son 5 yılın en düşük seviyesinde, 106,1 milyar dolara indi. Cumhurbaşkanı'nın 'faizleri düşürün' baskısı ne yazık ki, hem rezerv kaybına hem de enflasyon artışına yol açtı. Bundan sonra bağımsız olmadığı algısı yerleşen merkez bankası ister faiz artırsın, ister faiz düşürsün, kurun yükselişini önleyemez. Çünkü piyasalarda müthiş bir güven kaybı yaşanıyor. Bu durum ara ve yatırım malı ithalatını olumsuz etkileyecek, dolaylı olarak ihracatı da aşağı çekecektir. Turizm ise Türkiye'nin içinde bulunduğu savaş ve terör nedeniyle neredeyse çökmüştür. Dolayısıyla önümüzdeki aylarda daralan bir ekonomi ile yüz yüze kalacağız” değerlendirmesinde bulundu.

‘YAKIN GELECEK UMUTLU GÖRÜNMÜYOR’

Bu koşullar altında “dövizini bozdur” kampanyalarının sadece ülkede panik havasını beslediğini dile getiren Nas, “Dünya ile kavgalı, Suriye'de her an yayılma ihtimali güçlü bir savaşın tarafı olan, ülke içinde birliğini sağlamakta zorlanan ve tek önceliği bedeli ne olursa olsun tek kişinin otoritesini güçlendirmek olan bir yönetimin bu ekonomiyi toplayabilmesi pek olası görünmüyor. En önemlisi Türkiye'nin artık bir hikayesi yok. Bir zamanlar dünyanın en büyük 10 ekonomisinden biri olma iddiasındaki ülke bugün 'beka sorunu'nu konuşuyor. Bu açıdan yakın gelecek pek umutlu görünmüyor” dedi.

Ekonomi kötüye gittikçe mevcut yönetimin baskıcı politikalarını daha da artıracağının pek çok işareti olduğunu dile getiren Nas, “Özellikle başkanlığa giden süreçte, kendi tabanını tatmin etmek için, zaten oy vermeyeceğini düşündüğü kesimleri hedef alan yıkıcı politikalar izleme ihtimali ortadadır. Bu da top yekün bir dağılmayı ve yıkılmayı tetikler. Günümüz dünyasında ‘güven’ en önemli girdidir. Güvenin sağlanmadığı, hukukun işlemediği, ifade ve akademik özgürlüğün olmadığı, medyanın baskı altında olduğu ülkelerde yatırım ortamı oluşmaz. OHAL ve KHK yönetimlerinde mevcut yatırımcı da kaçar. Ucuz krediler, teşvikler ne yazık ki işe yaramaz. Aksine ekonomide kaynak dağılımını daha da orta vadede bozarak krizi derinleştirir” diye konuştu. Nas, ekonomide giden kötü gidişatın durdurulması için de “Çözüm yeni bir hikaye yazmaktır. Çoğulcu demokrasi ile yönetilen, barış ve huzuru önceleyen bir hukuk devleti taahhüdünü içeren yeni bir hikaye olmadan ekonomide çözüm bulunamaz” yorumunu yaptı.

Nas, çatışmacı ortamların Anayasa yapmak için elverişli ortamlar olmasa da, bazen Anayasa yapma sürecinin kendisi, çatışmaların çözümü, barış ortamının sağlanmasına katkıda bulunabileceğini ifade ederek, “Bazı milletvekillerine dokunma yasası dediğim dokunulmazlıkların kaldırılması ve bu ucube düzenlemeye dayanarak HDP eş genel başkanlarının, milletvekillerinin, belediye başkanlarının ve parti yöneticileri ve üyelerinin tutuklanmadığı dönemde böyle bir ortam mevcuttu. Ne var ki, artık bu ortam kalmamıştır. Bugün tartışılması gereken OHAL ortamında yapılacak bir Anayasa'nın meşru olup olmayacağıdır. Hatta böyle bir anayasanın toplumu bölüp bölmeyeceğidir” diye konuştu.

'OLAĞANÜSTÜ YÖNETİMLER ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİNE UYGUN DEĞİLDİR'

Olağanüstü yönetimlerin anayasa değişikliğine uygun ortamlar olmadığını belirten Nas, "Nitekim OHAL, sıkıyönetim, savaş, işgal vb. ortam ve koşullarda değişikliği yasaklayan ve sınırlayan birçok anayasa vardır. Fransa (1958), Portekiz (1976), İspanya (1978), Brezilya (1988), Romanya (1991), Belçika (1994) örnekleri belirtilebilir. Bizde bu tür bir sınırlama ve yasak bulunmamakla birlikte, sıkıyönetim döneminde yapılan 1971 Anayasa değişikliklerinin meşruluğu, 1982 Anayasası (Anayasa’da TBMM tarafından defalarca gerçekleştirilen olumlu yöndeki değişikliklere rağmen) hep tartışma konusu olmuştur" dedi.

Nas, TBMM'nin üçüncü partisi HDP milletvekillerinin tutuklu olduğu, ana muhalefet partisinin "darbeci-düşman" ilan edildiği, muhaliflerin cezaevine girdiği ve en ufak bir itirazın dahi susturulduğu bir OHAL-KHK ortamında, sadece iki partinin konuşarak ve kelime oyunları arkasına saklanarak-başkanlık yerine cumhurbaşkanlığı gibi- yapılacak bir Anayasa’nın toplumdaki ayrışmayı daha da derinleştireceğini söyledi. Nas, “Şimdi OHAL-KHK ve yaygın tutuklamalar altında ve mevcut anayasal düzen askıya alınarak yapılan bir Anayasa'nın ülkeyi büyük bir çatışma ve hatta yıkıma sürükleme riski vardır” diye konuştu.

‘TEKLİF REJİM VE SİSTEM DEĞİŞİKLİĞİ ÖNGÖRÜYOR’

“Mevcut 18 Madde olarak TBMM'ye sunulacak olan Anayasa değişiklik kanun teklifi aslında bir ‘rejim ve sistem değişikliği’ öngörmektedir” diyen Nas, “Değişiklik 18 madde olmakla birlikte, her madde matruşka gibidir ve mevcut anayasanın birçok hükmünü değiştirmektedir. Hatta değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek maddeleri de mesela laiklik gibi bu 18 madde içine saklanmıştır. Kaldı ki bu 18 madde ile rejim değişikliğiyle birlikte idari yapı da değiştirilmektedir. Bu da referandum sonrasında birçok yeni değişiklik ve düzenleme zorunluluğunu getiriyor” değerlendirmesinde bulundu.

‘MEVCUT DURUM BUNUN TAM TERSİDİR’

OHAL sürecinde “anayasal kamuoyu” oluşabilir mi, referandum yapılabilir mi? sorusuna da Nas, “Halkoylaması, seçmenlere sunulan seçeneklerin şeffaf, özgürce, sınırlama olmaksızın ve tutuklanma korkusu olmadan serbest tartışılabildiği ve serbest tercihlerin ortaya çıktığı bir ortamda mümkün olabilir. Oysa mevcut durum bunun tam tersidir. Medya büyük ölçüde Cumhurbaşkanı ve Hükümet denetiminde, sosyal medya da troller ve yargı denetiminde. Her şey bir yana, 'Cumhurbaşkanına hakaret' diye bir suç var bu ülkede ve Cumhurbaşkanı'nın davetine gitmeyen muhtar hakkında dahi hakaret suçlaması yapılabiliyor” yanıtını verdi. Nas, “Toplantı ve gösteri yasakları muhalefete uygulanır, hatta IŞİD saldırısını yapan değil de, protesto eden ve laiklik isteyenler dahi tutuklanırken AKP ve ona yamanan MHP devletin maddi manevi tüm imkanlarını kullanıyor” ifadesinde bulunarak “Ekranlar, gazeteler ve meydanlar iktidarın yedeğindeki sivil toplum kuruluşlarına açık, diğerleri sert polis müdahalesi ile karşılaşıyor” dedi.

'BÖYLESİ BİR ORTAMDA REFERANDUM TEHLİKELİ'

Var olan süreci 12 Eylül sürecinden daha olumsuz olarak değerlendiren Nas, “Çünkü o zaman sadece devlet radyo ve TV yayını vardı; dolayısıyla, siyasal iktidarın propaganda araçları sınırlı idi. Bugün, Cumhurbaşkanı konuştuğu zaman, birkaç eğlence ve magazin kanalı dışında, bütün yayınlar ‘canlı yayın’ adı altında kesiliyor. Başbakan için de, çoğu zaman paralel bir uygulama söz konusu. Böyle bir ortamda gidilecek bir referandum daha doğrusu plebisit meşru ve demokratik olmamanın ötesinde, toplumun bugünü ve gelecek kuşaklar açısından tehlikelidir de” diye konuştu.

HDP’nin Türkiye için büyük bir şans olduğunun altını çizen Nas, ancak Türkiye'nin devlet aklı ve AK Parti'nin bu şansı kullanamadığı görüşünde. Nas, "HDP'nin 7 Haziran seçimlerinde aldığı oy ‘çoğulculuğa, barış içinde birlikte geleceğe yürüme kararlılığına’ verilmiş bir destekti. Maalesef, Kürtlerle eşitlik içerisinde yaşama ihtimalinin dahi rahatsız ettiği kesimler ayağa kalktı. Suriye'de yaşanan gelişmelerin üzerinden içerideki milliyetçi lümpen kitlelerin de desteğiyle Kürtlerin siyasi temsilcileri üzerinde büyük bir baskı uygulandı ve bu baskı eş genel başkanlarının tutuklanması gibi aklın dahi almayacağı gayri meşru uygulamalarla taçlandırıldı. Bugün Kürt şehirlerinde yapılanların hafızalardan ve vicdanlardan silinmesi kolay değil. Bu baskı Kürtlerin hakları için yazıp çizenleri de hedef aldı” ifadesinde bulundu.

‘BARIŞ İMKANSIZ DEĞİLDİR AMA ÇOK GÜÇTÜR’

"Aşırı hırslı" olarak tanımladığı Türkiye'nin Suriye politikasının faturasının Kürtlere, barış isteyen, hukuk devleti isteyen ve çoğulcu demokrasi isteyenlere kesildiğini söyleyen Nas, “Kürt şehirlerinde aylarca süren sokağa çıkma yasakları, uygulanan şiddet, ölen onlarca insan ve yok edilen yaşam alanları ile HDP ve Kürt siyasetçilerine yönelik hukuk dışı baskı, gözaltı, tutuklama Kürt halkının Türkiye'den duygusal kopuşuna yol açmıştır. Bugün barış imkansız değildir ama çok güçtür” dedi. "Terörle sonuna kadar mücadele ve önleyici güvenlikçi politikaları”na değinen Nas, “Toplumsal, siyasal ve duygusal yıkım bugünün tozu dumanı ve ırkçı-milliyetçi çılgınlık ortamı içerisinde belki yeterince idrak edilemiyor ama bu toz bulutu dağıldıktan ve tekrar akıllar başa geldikten sonra ortaya çıkacak, felaketin boyutu daha iyi anlaşılacaktır. Ne yazık ki çocuklarımıza birbirleri ile konuşabilecekleri ve acı ve sevinçlerini ortaklaştırabilecekleri bir ülke bırakmayacağız” diye konuştu.

‘REİNA SON DERECE HESAPLI KİTAPLI BİR KATLİAMDIR’

Suriye’deki Türkiye politikasına dair ise “HDP'li vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılması, yaygın ve baskın bir tutuklama dalgasıyla yüz yüze kalması, Kürt fobisinin ve yeni Osmanlıcı hayallerin yönlendirdiği Suriye politikası nedeniyle cihatçılarla içli dışlı olunması sonucunda Türkiye’nin bütün fay hatları harekete geçmiştir” diyen Nas, Reina saldırısının Türkiye'nin en önemli damarını kesmeye yönelik olduğunu belirtti. Nas, "Ne yazık ki, evde zor tutulduğu söylenen yüzde 50'nin sempatisini kazanmayı hedefleyen ve yılbaşı öncesi yayınlanan Diyanet hutbesi ve Noel babayı yumruklama afişlerini uygun bir ortamın varlığı olarak değerlendirerek bu katliamı olumlayacak kitlelerin varlığını hesaba katan son derece hesaplı kitaplı bir katliamdır Reina katliamı. Bu anlamda ülkede çok önemli bir eşik geçilmiş, Türkiye IŞİD'in hedef ülkesi olmuştur. Bu önümüzdeki beş on yılı belirleyecek çok ciddi siyasi gelişmeleri, kavgaları, krizleri, parçalanmaları ve olayları yaşayacağımız bir döneme girdiğimizin de habercisidir” ifadesinde bulundu.

‘TÜRKİYE’Yİ VURMUŞTUR’

Nas, “Komşu ülkenin rejimini değiştirmek ve Esad'ı devirmek için Suudi Arabistan ve Katar'ın desteğiyle öfkeli çocuklar diyerek sempatik göstermeye çalıştıkları cihatçıları besleme, donatma, silahlandırma siyaseti bir bumerang gibi dönmüş Türkiye’yi vurmuştur. Kobane’yi kuşattıklarında, Suriye ordusuyla savaştıklarında, Alevileri katlettiklerinde alkış tutulan chatçılar, Suriye'de yenilmenin verdiği hınçla silahlarını Türkiye'ye döndürmüşlerdir” dedi. Bütünüyle anti-Kürt jeopolitiği üzerine kurulmuş bir iç ve dış politikanın sonuçlarının ne kadar vahim olabileceğinin hala anlaşılmış olmadığını dile getiren Nas, “Hükümet milliyetçi ve ulusalcıların desteğini yanında tutmak için, Kürt karşıtlığı politikasına yüklenmeye ve hala IŞİD tehditini küçümsemeye devam etmektedir” ifadesinde bulundu.

'İKTİDARIN DAHİ KONRTOL EDEMEYECEĞİ İSLAMİ RADİKALİZM TEHLİKESİ'

Nas, konuşmasının devamında şunlara vurgu yaptı: “IŞİD’le savaşma” bahanesiyle, herhangi bir çıkış planı olmadan girişilen Fırat Kalkanı harekatının asıl amacının Kürt kantonları olduğu hemen her fırsatta dile getirilmektedir. Ne yazık ki bugün kimse, IŞİD'in savaşı Türkiye'ye taşımasına rağmen, Kürt sorununun çözümüne dair demokratik ve meşru mekanizmalar devrede olsaydı, şiddette değil, diyalog ve müzakerede ısrar edilseydi, 'bunlar yaşanır mıydı?' sorusunu dahi soramamaktadır. Sosyal ve siyasal alanı milli-yerli-islamcı politikalarla dizayn etmeye çalışmanın acı meyvelerini ne yazık ki toplamaya başladık. Dolmabahçe katliamı sonrasında HDP binalarına yapılan saldırılar, Hitler Almanya'sının kristallnacht gecesini hatırlatmış, Reina katliamı sonrasında islamcı kesimlerin sevinci ise iktidarın dahi kontrol edemeyeceği bir İslami radikalizm tehlikesinin ne kadar gerçek olduğunu yüzümüze vurmuştur.

'TOPLUMUN ÇÖKMESİNİN ZEMİNİ YARATILIYOR'

Dolmabahçe, Kayseri ve Reina Katliamı sonrasında iktidarın açıklamaları sağlıklı bir değerlendirme yapılamadığının açık kanıtıdır. ‘Terörü kaynağında kurutacağız’ denilerek Suriye bataklığından çıkma niyetlerinin olmadığını, bu katliamları üst akıl, iç-dış düşmanlar hamaseti ile okuyarak ve katliamı destekleyenleri değil protesto edenler ve laikliği savunanları gözaltına alarak gerçek ötesi bir dünyada yaşamaya devam edeceklerini gösterdiler. Ve endişeli, can derdine düşmüş bir toplumda gayet pişkinlikle katliamları önleyememenin sorumluluğu bir kez daha üst akla, içerideki düşmanlara, birlik ve beraberlik istemeyen hainlere yüklenerek, rejimi değiştirecek ve ülkedeki tüm yetkileri tek bir kişiye bırakacak başkanlık gündemine dönüldü ve meclis takvimi işletilmeye başlandı. Dahası başkanlığa hayır diyen afişler de nefret suçu kapsamında savcıların soruşturması kapsamına girdi. Bu koşullarda gidilecek bir referandumun toplumu parça pinçik dağıtacağı gerçeğine gözler kapatılarak sadece devletin değil, toplumunda çökmesinin zemini yaratılıyor.

'BİR ARAYA GELMEK HAYATİ ÖNEM TAŞIYOR'

Ne yazık ki, önümüzdeki günler tüm demokratlar üzerinde baskının daha da artacağı, 2015 ortalarında başlayan krizin ve kaosun daha derinleşeceği günler olacak gibi. Akıl ve rasyonalite uzun süredir bizim topraklarımıza uğramıyor. Alınan tüm kararlarda ve verilen demeçlerde büyük bir paniğin izleri var. İktidar olayları yönettiğini sanırken, olaylar şimdi iktidarı peşinden sürüklüyor. Maalesef Türkiye her türlü tehdit ve tehlikeye açık hale gelmiş bulunuyor. Bu kriz ve kaostan ancak aklımızı duygularımızın önüne koyarak, barış, çoğulculuk, özgürlük ve adalet öncelikleri etrafında birleşerek, yan yana durarak çıkabiliriz. Örgütlenmek ve ayrı gayrılığı bir tarafa bırakarak geleceğimize sahip çıkmak için bir araya gelmek hiç olmadığı kadar hayati bir önem taşıyor artık.”


Yasin Kobulan - dihaber