DİYARBAKIR - Referandum sürecinde hükümetin “Hayır” diyenleri tehdit ettiğine dikkat çeken DBP Eş Genel Başkanı Kamuran Yüksek, buna karşı “Toplum AKP’nin dayatmacı anayasasına ‘Dur’ derse, savaşı derinleştiremezler” dedi. Yüksek, “Hayır” çıkmasıyla yeniden çözüm ve barış sürecine dönülebileceğinin altını çizdi.
Anti demokratik uygulamaları katlayacağı kaygılarının taşındığı Anayasa değişikliğine referandumda güçlü bir şekilde “Hayır” deme kararı alan DTK, HDK, TJA, DBP ve HDP çalışmalarının startını verdi. Kürt kentlerinde belirleyici role sahip Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Eş Genel Başkanı Kamuran Yüksek, ülkenin ve bölgenin geleceğini tayin edecek referanduma ilgili dihaber’in sorularını yanıtladı.
* Kürt siyaseti referanduma ilişkin nasıl bir çalışma yürütmeyi hedefliyor?
BİZ HALK HAREKETİYİZ
Referanduma dair yayınladığımız deklarasyon önemlidir. Kürt siyasetinin ortak tutumlarını deklare ettik. Bunun çalışmasının nasıl olacağı da önemlidir. Çok sayıda arkadaşlarımız tutuklu, HDP Eş Genel Başkanları ve milletvekilleri, partimizin Eş Genel Başkanı, kısacası binlerce siyasetçi tutuklu. Arkadaşlarımızın tutuklu olmasının elbette olumsuz etkileri olacaktır. Fakat biz halk hareketiyiz. Siyasetimizin geleneğine bakıldığı zaman, 90’lardan bu yana HEP ve DEP’in kuruluşundan bu yana sürekli olarak engeller ile karşılaştı. O dönemlerde de çok sayıda arkadaşlarımız tutuklandı, katledildi. Faili meçhuller dönemi çok iyi biliniyor. Ama siyasi hareket kendini bu güne kadar taşıdı. Bunun nedeni ise kaynağını halktan alıyor olmasıdır. Biz gücümüzü halktan alıyoruz. Bu hareket halkın kendi siyasi hareketidir. Halkın varlık, hak ve özgürlük mücadelesini geliştirmiş olduğu bir siyasettir. Kaynağı halk olan hiçbir mücadele, zorluklar ile karşılaşsa bile asla geriye düşmez. Bu dönemde tutuklamaların yarattığı belli etkiler var ama halka dayalı bir siyaset olduğu için, halk ile birlikte demokrasi mücadelesinde gerekli bütün çalışmalar yürütülecektir.
SÜRECİ HALK İLE BİRLİKTE YÜRÜTECEĞİZ
Çalışmalarımızda ciddi sorunların olacağı yönünde bir kaygımız yok. Milyonlarca insan siyasi mücadeleyi destekliyor. Bu halkın kendi mücadelesidir, o nedenle hızla organize olup önümüzdeki dönem çalışmalarını yürüteceğiz. Halk toplantılarını başlatıyoruz. Örgütlü olduğumuz onlarca il ve yüzlerce ilçede halk toplantıları ile çalışmalarımızı başlatıyoruz. Toplantılarda halkın görüşlerini alacağız, kendi görüşlerimizi de anlatacağız. Çalışmalarımızı nasıl yürüteceğimizi, halk ile birlikte planlayacağız.
90 YILLIK STATÜKO DEĞİŞMELİ
* Referandumdan nasıl bir sonuç bekliyorsunuz?
Bugün itibari ile referandumda “Evet” çıkmayacaktır. Genel olarak böyle bir tablo görünüyor. Anayasa değişikliği toplumun tamamı ile tartışılan, Türkiye’de sorun yaşayan, toplumsal sorun olarak tanımladığımız konuları ve çözümlerini içeren bir taslak değil. Hiç kimse kendisini bu taslak içerisinde görmüyor. AKP içerisinde bir ekibin MHP içerisinde bulunan bir ekip ile beraber ortaklaşması ile Türkiye’nin gündemine dayatılan bir anayasa değişikliği teklifi var. Bütün AKP’li ve MHP’lilerin anayasa değişikliğini onaylandığı söylenemez. Bu nedenle “Evet” çıkmayacaktır.
Biz “Hayır” diyeceğiz ama CHP’nin veya MHP tabanından bazı kesimlerin “Hayır” demesi ile aynı çerçevede değil. Biz “Hayır” derken, 90 yıllık sistemi savunduğumuz anlamına gelmiyor. 90 yıllık statüko devam etsin, CHP tarafından tek partili ile şekillendirilen sonra darbe süreçleri ile kurumsallaştırılan sistem devam etsin noktasında değiliz. Bu statüko mutlaka değişmeli ama AKP’nin getirdiği şekilde de olmaz. CHP “Hayır” derken, mevcut statüko devam etsin diyor. Biz mevcut olanın devam etmesini değil, demokratik bir değişim olmalı. AKP’nin getirdiği mevcut olanın daha kötüsü bir örnek. Bu nedenle karşıyız. “Hayır” çıkmalı ki, AKP bu dayatmasından vazgeçerek, yeni demokratik, bütün kesimlerin kendini içinde bulduğu yeni bir anayasa şekillensin.
ANAYASA AKP’NİN İHTİYAÇLARINA GÖRE ŞEKİLLENİYOR
Eğer “Hayır” çıkarsa yeni bir anayasa şansı doğabilir. Bizim beklentimiz bu yönde ve “Hayır” çıkması için çalışacağız. Çünkü “Evet” çıkarsa, AKP-MHP ortaklığı devam eder. Bu ortaklık savaş ve güvenlik konseptini oluşturan bir ortaklıktır. Önümüzdeki süreçte birlikte yürüme ihtimalini düşündüğümüzde, kısa orta vadede Türkiye’de barış ortamının oluşması zor görünüyor. Bu nedenle duruma karşıyız. Getirilen anayasa değişikliği teklifi halkın toplumun beklediği değişiklikler değil. Türkiye toplumuna, “En acil ihtiyaç nedir?” diye sorulsun. Anayasa değişikliği ülkenin en acil sorunlarını çözmek üzere gündeme getirilir. Bugün getirilen taslak ülkenin hangi sorununu çözecektir? Kürt sorunu mu, Alevi sorunu mu, toplumun beklentilerini mi, kadın sorununu mu, emekçilerin sorununu mu, hangisini çözüyor? Taslak hiçbir sorunu çözebilecek içeriğe sahip değil. Bu halde neden değişikliğe gidiliyor. Sadece AKP’nin kendi gelecek problemini çözecek. Başkanlık sistemi ekseninde bütün yetkiler merkeze alınacak bir ihtiyacı ifade ediyor. O zaman anayasa halkın değil, AKP’nin ihtiyaçlarına göre şekillendirilmiş.
ÇÖZÜM ARAYIŞLARI YERİNE HÜKÜMET SİSTEMİNİ TARTIŞIYORUZ
Halkın hiçbir sorununa çözüm olmadığı için “Hayır” diyoruz. Bunu durdurun ya da halk buna onay vermesin, daha sonra AKP kendi önceliklerinden daha fazla kendini düşünmekten önce halkı düşünsün. Birikmiş olan sorunları çözebilecek anayasa oluşturalım. Her gün insanların evine ateş düşüyor, çatışma, kan, gözyaşı, ekonomik kriz, sosyal bunalım, bunların diz boyu olduğu bir süreçte, çözüm arayışları yerine, hükümet sisteminin ne olacağını tartışıyoruz. Cumhurbaşkanı yetkilerinin ne olacağını tartışıyoruz. Bir durup düşünelim; 90 yıldır yaşananların ve sorunların nedeni Cumhurbaşkanı yetkilerinin ne olacağı mıdır? Elbette sistem yapılanması kaçınılmazdır, bu konuda eleştirilerimiz var. Yerel demokrasi, katılımcı demokratik bir sistem olmalı. Gücün merkezileşmesi yerine yerelleşmesi gerektiğinin altını çiziyoruz. Ama bundan önce aciliyet arz eden anayasal sorunlar var. Var olan sorunlar üzerinden bir değişiklik yapılmalı. Mevcut olanı onaylamamak, yeni başlangıcın zemini olabilir. AKP’de böylesi bir dayatmadan vazgeçebilir, dönüp bütün siyasi yapılar ve toplum ile birlikte ülkenin öncelikli olarak çözülmesi gereken sorunlarından başlayarak anayasa imkanı doğabilir. Bunu açık bir şekilde gördüğümüz için, mevcut referandumda “Hayır” çıkmasını bekliyoruz. “Hayır” çıkarsa yeni bir süreç başlayabilir.
* Milletvekilleri, belediye eşbaşkanları ile birlikte siyasetçilerin tutukluluğu öngördüğünüz “Hayır” sonucuna etkisi nasıl olur?
Referandumun iki seçeneği var. Her partinin girdiği seçim veya baraj sorunu olan bir seçim değil. Bir parti başarısını ölçmek kolay değil. “Hayır” diyenler var, “Evet” diyenler de. Bölgede etkin siyaset yürüttüğünden dolayı DBP ve HDP’nin başarısı görülebilir. Bölgeden çıkacak sonuç DBP ve HDP’nin eksiklik ve yetmezliklerini de göstermiş olacak. Arkadaşlarımızın tutuklu olması elbette çalışmalarımızı ve sonuçları etkileyecektir. Fakat AKP siyasetçilere yönelik tutuklamaları referanduma bağlı olarak sürdürüyor. Siyasetçileri süreç içerisinde baskı altında tutmaya çalışıyor.
* Milletvekillerinin tutuklanması referandum ile bağlantılı mıdır?
Aslında bir birinden bağımsız değildir. 7 Haziran seçimlerinden bugüne bağımsız görmemek gerekiyor. Türkiye’de hükümet siyaseti açısından keskin bir makas değişikliği oldu. Hafızalar tazelenirse, çözüm süreci açısından en önemli tarih 28 Şubat 2015’te Dolmabahçe mutabakatıydı. Bununla birlikte çözüm süreci önemli bir noktaya geldi. Artık resmileşen, silahların ve şiddetin devreden çıkacağı, bütün sorunların siyaset zemininde masada olacağı gündemdeydi. Beklenti ise bu çerçevede yeni bir anayasa yapılmasıydı. Ama dönemin AKP hükümeti ve Cumhurbaşkanı bu gidişatı kendi istikballeri açısından olumlu görmediler. Dönem itibari ile MHP ve milliyetçi kesimlerin geliştirdiği muhalefetin, Ortadoğu’da ki gelişmelerin, Kürt sorunu konusunda gelişen gerçeklerin yan yana gelmesiyle bir politika değişikliğine gittiler. Milliyetçi ve muhafazakar kesime dayanarak yeni bir partner seçerek, öncelikle kendi istikballerini güvence altına alarak bir anayasa değişikliğini hedeflediler.
BİZİ TASFİYE EDEREK MHP İLE YOL ALDI
MHP ve milliyetçi kesimin ilk şartı çözüm sürecinin ortadan kaldırılmasıydı. Kürt sorunu meselesinin ortadan kaldırılması, Kürtlere ve demokrasi güçlerine karşı amansız bir mücadele yürütülmesi şartı konuldu. 7 Haziran öncesinden başlayan ve sonrasında seçim sonucu ile yeni süreç devreye konuldu. O günden bu yana AKP milliyetçi, muhafazakâr kesime dayanarak Başkanlık sistemi geliştirildi. Elbette baskı, tutuklamalar, gözaltılar, bütün yaşananlar bu düşüncenin ürünü olarak ortaya çıkıyor. Bu durumda bizleri siyaset dışına itme, bizi tasfiye ederek MHP ve milliyetçiler ile yol alma tercihini yaptı. Referanduma kadar gelinen süreçte ve bundan sonra yaşanacaklar bir biri ile bağlantılıdır. Hükümet kanadından yapılan açıklamalara bakıldığı zaman tutuklama ve baskı politikalarını arttırabileceklerini görüyoruz.
REFERANDUM SONUCU AKP’Yİ KENDİSİNE GETİRMELİ
Referandum sonucu hükümete “Yanlış yolda” olduğunu gösterecektir. Türkiye’nin beklentisi değildi. 90 yıldır halkların beklentisi bu değildi. Neden bu kadar kavgalar yaşandı, AKP’de bunu çok iyi biliyor ve çokça tartışıldı. AKP’de yıllarca OHAL dönemlerinde anayasaların yapılması konularında sürekli rahatsızlığını dile getirdi. Sürekli sivil ve demokratik anayasadan söz etti. Bu taslak ile ne kadar demokratik ve olağan koşullarda yapılan bir anayasa. Toplumun sorunlarını çözecek kapasitesi nedir? Aslında AKP, bundan önce eleştirdiği ve rahatsızlık duyduğu her şeyi kendisi tekrarlıyor. Geliştirdiği politikaların 1980 anayasa ruhundan ne farkı olacaktır.
Bu nedenle referandumdan çıkacak sonuç AKP’yi kendisine getirmeli, silkelenmeli. Ülkenin meselesi AKP’nin geleceğinin ne olacağı meselesi değildir. Bir an önce çatışmaların, savaşın biteceği, huzurun, barışın, Türkiye’de yaşayan bütün kesimlerin haklarının tanındığı demokratik bir anayasa, toplumsal barışı getirecek anayasaya dönülmesi gerekiyor. Türkiye’nin, halkların beklentisi budur. AKP’nin buna dönmesi için halkın uyarması gerekiyor.
‘HAYIR’ ÇIKARSA AKP SAVAŞI DERİNLEŞTİREMEZ
* 7 Haziran seçim sonuçları ve ardından başlayan süreç hatırlatılırsa, hükümet “Evet” çıkması ile nasıl bir politika izler, “Hayır” çıkması durumunda nasıl bir politika izler?
Kimi hükümet yetkilileri, toplumu “Hayır” çıkmasıyla tehdit ediyor. 7 Haziran ve 1 Kasım deneyimleri olduğu için mutlaka bir tesiri oluyor. Tam tersi gelişmelerin olduğunu düşünüyorum. Eğer toplum AKP’nin dayatmacı anayasasına ‘Dur’ derse, AKP savaşı derinleştiremez. AKP yeniden ortalığı ateşe verecek gücü ve takati kendinde bulamayacaktır. Aksine daha uzlaşmacı çizgiye dönmek zorunda kalır. Ama sonucu kabullenmesi gerekecek. Kabul etmeme ve yeniden seçim gibi bir şansı yok. 7 Haziran ve 1 Kasım’da böyle bir taktik uyguladılar ama referandum açısından böyle bir şans yok. Önümüzdeki sonbaharda ülke erken seçim olur. O zamanda çıkacak sonuca göre yeni bir hükümet şekillenir. Ülkede, ‘Kimse tek başına ülkenin sorunlarını gidermeden böyle bir anayasa dayatması içinde olamaz’ tablosu açığa çıkar.
“Evet” çıkarsa, MHP ile AKP ortaklığı devam eder, ortak milli mutabakat ülke kurma çerçevesinde devam etme ihtimalleri vardır. Ülkede güvenlik ve savaş politikalarının devam etmesi anlamına gelir. O nedenle “Evet” çıkarsa savaşın derinleşme ihtimalini düşünüyoruz. Biz buna karşı demokrasi mücadelesini sürdüreceğiz. Bu süreci dünyanın sonu olarak görmüyoruz. Bugüne kadar 12 Eylül darbesinin ürettiği anayasaya ve yanlışlıklarına karşı muhalefet ettik. AKP’nin “Evet” ile yeni bir sistem kurması halinde de muhalefet ve mücadele etmeye devam edeceğiz. Çünkü “Hayır” çıkarsa, uzlaşmaya, demokrasiye, çözüme ve barışa dönme şansı yeniden doğabilir. “Hayır” çıkarsa “Hayırlı” olur.
* Bir yandan siyasetçilere yönelik tutuklamaların devam etmesi, diğer yandan bazı siyasetçilerin serbest bırakılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hükümette çok savruk politikalar gözlüyoruz. Kürt siyasetini tasfiye etme eğilimi olduğu gibi, bunu sürdürememe ve zorlanma eğilimlerini gözlemliyoruz. Ahmet Türk’ün tutuklanması, bütün toplumda ciddi bir rahatsızlığa yol açtı. Kürt halkının tamamında, Türk halkında ve diğer kesimler tarafından ciddi bir rahatsızlık uyandırdı. Siyasi açıdan CHP’de, AKP’de ve MHP’de de rahatsızlık yarattı. Ahmet Türk’ü tahliye etme durumunda kaldılar. İçeride kaldığı her an toplumsal vicdanı yaralayan bir durum olarak hükümetin karşısında duruyordu. Bunu daha fazla taşıyamadı ve kendi içinde de itirazlar oldu.
ARKADAŞLARIMIZI DAHA FAZLA İÇERİDE TUTAMIYORLAR
Milletvekillerinin tahliyeleri ve tutukluluklarının devamında ise işin esası durumun hukuksuzluğuna bakmak gerekiyor. Tamamen siyasi faaliyet ve açıklamalarından dolayı milletvekilleri, belediye eşbaşkanları ve siyasetçiler tutuklanıyor. Hukuk bunu daha fazla sürdüremiyor. Bunun üst mahkemeleri var, AİHM’i var. O nedenle bazı arkadaşlarımızı daha uzun içeride tutamıyorlar. Geliştirilen dönem politikasından dolayı ve hükümetin siyasal çıkarlarına hukuk ve yargı alet olmuş durumda. Delilsiz, mesnetsiz iddialar, mahkeme görülünde ortaya çıkıyor ve tahliye ediliyorlar.
Önümüzdeki dönemde de milletvekilleri, belediye eşbaşkanları açısından da birçok tahliye bekliyoruz. İlk mahkemelerinde gerçekler ortaya çıkacak ve serbest kalacaklardır. Türkiye kamuoyuna sunulan çerçevede hiçbir arkadaşımızın suçu yoktur. Hangisini kanıtlayabildiler. Kamuoyunu algı oluşturarak etkilediler. Kamuoyunda gazete manşetlerinde ortaya attıkları iddialar, arkadaşlarımızın iddianamesinde yer almıyor. Mahkemeler görüldükçe bu gerçek belli bir oranda görülüyor ve sürdürülemiyor. En kısa zamanda Ahmet Türk gibi, diğer belediye eşbaşkanlarımızın tahliyesini bekliyoruz. Halkın seçmiş olduğu kişiler, ancak halk tarafından görevden alınabilir. Halka karşı sorumludurlar. HDP milletvekilleri için de aynı durum söz konusudur. Suçları nedir? Siyaset yapmak.
* Kürt siyasetinin açıkladığı referandum deklarasyonunda çözüm sürecine dönülmesi vurgulandı, hükümetin gidilen referandum sürecinde çözüme dönük bir yaklaşımı görülüyor mu?
Sorunların diyalog ve müzakere yöntemi ile çözüleceğine inanıyoruz. Hangi koşulda olursa olsun, hem insani hem çözümcül olarak 21. yüzyılda gelinen düzey bunu gerektiriyor. Hangi sorun olursa olsun, diyalog yöntemini benimsemek gerekiyor. Bizim benimsediğimiz gibi, hükümet ve devletin de benimsemesi gerekiyor. Kürt sorunu başta olmak üzere, bunu her koşul ve şartlarda ifade etmeye devam edeceğiz. Hükümet bu noktaya gelmelidir. Sorunları güvenlik politikaları ekseninde ele almaktan vazgeçmek gerekiyor. Barış kavramı, insanların kaçınacağı bir kavram değildir. En olumsuz ortamda, savaşın çatışmaların en çok olduğu ortamda en kıymetli kavram, barıştır.
Barış toplumun ortak değeridir. İnsanlık değerleri, birlikte yaşam, huzur içinde yaşam gerektiriyor. Bizler sürdürdüğümüz mücadele ile barış ortamını yakalamak istiyoruz. Bunun önündeki engel ve sorunları ise diyalog ile kaldırmak istiyoruz. Bu şekilde toplumsal barışa ulaşabiliriz, keza toplumun beklentisi bu. Kürt ve Türk halkının, Ortadoğu halkının beklentisi budur. Bunun önünde var olan engelleri tartışmak ve ortadan kaldırılması için çaba göstermek gerekiyor.
TOPLUMUN BEKLENTİSİ BARIŞ
Bu çağrılarımıza karşı hükümet ve devlet yetkililerinden örnek bir cümle duymadık. Toplumun dönüp bakmalıdır; son 2 yıl içerisinde hangi AKP ve devlet yetkilisinin ağzından 'Barış' kavramı çıktı. Biz ısrar etmeye devam edeceğiz, çünkü toplumun bizden beklentisi bu. Aksine her gün ölüm, gözyaşı, kan dökülsün. AKP hükümetinin yetkililerinin barış veya çözüm kavramları çıkmadığı gibi ölümü öven açıklamalar yapılıyor. Savaş politikasının ürünü olarak, toplum psikolojisi ölümlere hazırlanıyor.
O nedenle Kürt siyaseti on yıllardır çözümü diyalog ve barışı savunduysa, bu günden sonrada aynı çizgide mücadele etmeye devam edeceğiz.
* Son dönemlerde sıkça tartışılan, sizin de yoğun Avrupa ve Irak Federe Kürdistan Bölgesi’nde temaslarda bulunduğunuz “Kürt ulusal birliği”, referandum süreci ile ikinci planda mı kaldı? Kürt ulusal birliğinin önümüzdeki süreçte önemini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kürt Ulusal Birliği her zaman önemini koruyor. Son dönemde çok daha fazla ön plana çıktı. Referandum gündemi ile ikinci plana düşüyor gibi görülmemelidir. Kürtler açısından her zaman ilk olan planların başında geliyor. Bu yönde çalışmalar devam ediyor. Bunun önündeki engellerin herkes çaba sarf ediyor. Kürtlerin artık bir birini tıkatması doğru bir yaklaşım değildir. Kürt siyaseti yapısının tamamı katılmayınca bu kez konferans toplanamıyor. Bu daha büyük sorunlara neden oluyor. Mevcut yapılar bir araya gelmeli, dahil olmayanlarda zamanla dahil edilmelidir.
KONGRE EN GEÇ YAZ AYLARINDA TOPLANMALI
Bu temelde bahar aylarında, en geç yaz aylarında mutlaka bir konferans toplanmalı ve bu Ortadoğu’daki sıcak gelişmeleri değerlendirmeli, tartışmalı ve sonuç elde etmelidir. Amacımız pozitif bir eleştiri yapmak, ortak çıkarlarda görüşmelerde bulunmak. Bölge devletleri açısından da bu süreçte önemlidir. Özellikle Türkiye ve İran böylesi bir konferansın toplanmasına, Kürtlerin yan yana gelmesine çok sıcak bakmadıklarını, engelleyici birçok faktör olduklarını biliyoruz. Buna rağmen Kürtler bunu başarmalı. Partisel çıkarların üstüne çıkabilmeli. Aslında bölge devletlerinde bunu artık kendisine tehlike görmemesi gerekiyor. Politika değişikliğine gitmesi gerekiyor.
KÜRTLERİ KABUL ETMEYEN POLİTİKALAR İFLAS EDİYOR
Ortadoğu’da, Kürtlerle çatışmalı, kavgalı, Kürtleri kabul etmeyen bir politika artık iflas ediyor. Suriye’de bu yıl içerisinde bir çözüme gidilecek. Ümit ediyoruz ki artık tamamlanır. Burada belirleyici etkileyici olan bütün ana aktörler Rusya’sından Amerika’sına, batı koalisyonuna kadar Kürtlerin oradaki haklarını tanıyan bir çerçevede, özerklik noktasında yaklaşıyorlar Suriye’deki Kürtler için. Bu ne demek oluyor? Artık Kürt halkını inkarı, haklarının inkarı noktası artık aşılıyor. Ne Türkiye ne de İran artık eski politikalarını sürdürmemelidir. Kürtlerin yan yana gelip tartışması, diğer devletleri tedirgin etmemelidir. Bizim çözüm perspektiflerimiz ortadadır, çözüm arıyoruz. Böyle bir çerçeve içerisinde Kürtlerin bir araya gelmesi Türkiye’yi tedirgin etmemesi gerekiyor. Tam tersine onlarda politikalarını değiştirip, Ortadoğu’da Kürtlerle dost birlik içerisinde bir gelecek tasavvur etmelidirler. Bu konuda onların politika değişikliğine dayatmak gerekiyor. Ama bu karşıtlık politikaları değişmezse bile Kürtlerin bir araya gelip geleceklerine karar vermelidir.
SANDIK BAŞINA GİDEREK AKP’YE DUR DEMEK GEREKİYOR
* Son olarak referandum ve sandıklar için bir çağrınız var mı?
Bu referandumu önemsemek gerekiyor. Öncelikle bütün Kürtlerin anayasalarda hakları tanınmayan Türkiye’de sistemin dışında tutulan, Kürtlerin yanı sıra tüm etnik kimliklerin, kültürlerin kendilerini içinde bulabileceği bir anayasa istemeleri gerekiyor. Bunun için en doğru tutum oturup düşünmeleri gerekiyor. Mevcut olanı onaylamak mı yoksa ret etmek mi? Bizim için güçlü bir ret ile mevcut hükümetin de aklını başına toplamasına götürüp ve bizim de bütün ezilen kimliklerin de tanınacağı bir anayasa imkanının oluşturulmasıdır. Bu nedenle herkes referandum sürecine duyarlı olmalıdır.
Sandık başına gitmeli herkes. Bu mevcut olanla 1980 anayasa darbesinin sistemiyle, bir nevi Kürtler açısından değerlendirdiği zaman, ‘Kemalist zihniyetin şekillendirmiş olduğu anayasayla, şimdi AKP’nin getireceği anayasayla ne farkı var?’ düşüncesine kapılmamalı. En doğrusu sandık başına giderek, daha demokratik bir anayasa için AKP’ye dur demek gerekiyor. Ben herkesin mutlaka sandık başına gitmesi gerektiğini düşünüyorum. Ne kadar insan sandık başına giderse, toplumun fikrini görmek açısından da önemlidir. “Evet” de dese, “Hayır” da dese herkes mutlaka sandık başına gitmeli.
Özgür Paksoy / Aynur İnedi - dihaber