‘Suriye’den çıkarılan Öcalan Ortadoğu’ya muhteşem dönüş yaptı’ 2017-05-28 09:09:10 İSTANBUL - PKK Lideri Öcalan’ı İmralı’da savunan avukatlardan Mahmut Şakar, ilk görüşmede Öcalan'ın "Halkımızı korumak istiyorum, sağ salim karşı kıyıya geçirmek istiyorum" dediğini aktardı. Öcalan'ın Ortadoğu'ya muhteşem bir dönüş yaptığını söyleyen Şakar, “Yargılayanlar değil Öcalan kazanmıştır" dedi. PKK Lideri Abdullah Öcalan, 15 Şubat 1999 tarihinde Türkiye'ye teslim edilmesinden bu yana İmralı Yüksek Güvenlikli F Tipi Cezaevi'nde tutuluyor. Kenya'nın başkenti Nairobi'de alıkonulduktan sonra İmralı Adası’na götürüldü. Öcalan'ın o dönemki adı ile İmralı Yarı Açık Cezaevi'ne getirilmesinden önce burada bulunan mahkumlar süratle adadan çıkartılarak, İmralı Adası tamamen Öcalan'a göre düzenlendi. 25 Şubat 1999 tarihinde yapılan ilk avukat görüşmesinin ardından 11 Mart 1999 tarihinde ikinci avukat görüşmesi gerçekleştirildi. Avukat görüşmelerinin başlaması ile birlikte görüşmelere dayanarak disiplin soruşturmaları ve hücre cezaları verilmeye başlandı. 29 Mayıs 1999’da başlayan Öcalan'ın davası bir ay sürdü. 29 Haziran’a kadar süren davada yaşana hukuksuzluklar ve Öcalan'ın duruşunu o dönem Öcalan'ın avukatı olan Mahmut Şakar değerlendirdi. * PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye getirilip 29 Mayıs’ta başlayan davasının soruşturma aşamasını ve uygulanan hukuku anlatabilir misiniz? Sayın Öcalan’ın Türkiye’ye getiriliş tarzı zaten bugüne kadar yaşanan tüm hukuksal sorunların kaynağını oluşturuyor. Yunanistan’da iltica talebinin işleme konulmadan Kenya’ya götürülmesi ve oradan da uluslararası sözleşmelerin ihlal edilerek Türkiye’ye kaçırılması, ortada bir hukuksal işlemden ziyade modern bir korsanlık eyleminin olduğuna işaret etmektedir. Küresel güçlerin bu "komplo" sürecine onay vermesi de, işlemin kendisine hukukilik ve meşruiyet kazandırmıyor. Öcalan’ın Türkiye öncesi sürecine detaylı girmeden sadece meşru ve hukuki olmayan bu arka plan eşliğinde İmralı yargılamalarını ele almak gerektiğini belirtmekle yetinelim. İkinci bir olgu da Sayın Öcalan’ın tutulduğu ve yargılamalarında yapıldığı İmralı Ada Hapishanesi’nin, Öcalan’a göre yeniden inşa edildiğini, özel ve istisnai bir idari rejimle yönetildiğini vurgulamak gerekiyor. "Asrın Davası" olarak kodlanan ve 29 Mayıs’ta başlayan İmralı sözde yargılamalarını değerlendirirken, bu iki olguyu akılda tutmak gerekiyor. Elbette idam cezasının gölgesini, Cumhurbaşkanından en alt idari yöneticiye kadar sistemin müdahil olduğunu ve azgın bir linç potansiyelinin devrede olduğu gerçeğini de unutmamak gerekiyor. * Öcalan ile görüşmelerinizde ne gibi hukuksuzluklar yaşandı ve avukatlar hangi koşullarla sürece dahil oldu? Bu koşullar içinde zaten daha sonra AİHM kararında da yer alacağı gibi uzun bir gözaltı sürecinin yaşandığını, avukatlarıyla görüşmesine izin verilmediğini, sonradan yapılan avukat görüşmelerinin de güvenlik görevlilerinin nezaretinde gerçekleştiğini ifade edebiliriz. Diğer yandan avukatların sürece dahil olması zaten başlı başına bir serüven. Büyük bir baskı ve tehdide rağmen avukatlığını üstlenenlere soruşturma sürecinin kapalı olması, belgelere erişimlerinin engellenmesi, mahkeme de fiili saldırıya uğramalarını, İmralı’ya gidiş yolu açıldığında da işkenceye varan aramalardan geçmek zorunda kaldıklarını ve kısıtlı bir sürede ve herhangi bir belge götüremeden görüşmelerin yapıldığını belirtebilirim. Duruşmalara başlandığı süreçte, yaklaşık 17 bin sayfalık iddianame ve eklerinin ancak çok kısa bir süre önce alınabildiğini, üzerinde çalışma durumunun olmadığını, zaten İmralı koşullarından dolayı da Sayın Öcalan ile işin hukuki boyutlarını, savunma stratejini tartışma olanağının olmadığını söyleyebiliriz. * Mahkeme sürecine gelecek olursak, İmralı Adası'nda nasıl bir mahkeme kuruldu ve 1 aylık süren mahkemeye gidiş gelişlerinizde nelerle karşılaştınız? Mahkeme salonunun İmralı’da kısa sürede inşa edilmesiyle, daha doğrusu spor salonunun mahkemeye dönüştürülmesiyle yargılama burada yapıldı. Bizim cephemizde katılım 12 avukat ve 12 de aile bireyi ile sınırlandırılmıştı. Duruşmalar her gün yapılacağı için doğal olarak mekana yakın bir yerde konaklamamız gerekiyordu. Çok önceden Bursa ve çevresinde anlaştığımız tüm oteller, polis zoruyla iptal edildiler. Bir gün öncesinde salaş bir otelde konakladık ve ilk duruşmaya da böyle katıldık. Ancak sivil-faşizan güçlerin polisin yönlendirmesiyle kaldığımız yeri yakma girişimleri üzerine hemen İstanbul’a döndük. Bir gün mahkemeye katılamadık. Bunun üzerine mahkemenin talebiyle yarı resmi bir lojmanda kalabildik. Zaten mahkemeye her gün polis tehditleri ve linçci güruhların hakaret ve saldırılarının olduğu, kurgulanmış bir mekandan geçerek gidiyorduk. Yani hem Sayın Öcalan’ın tecrit koşulları, avukatlarıyla ilişki imkanının azlığı hem de avukatlarının yaşam garantilerinin olmadığı bir atmosferde gerçekleşen bu bir aylık olaya yargılama demek mümkün görünmüyor. Zaten sonradan Öcalan bunu ‘İmralı tiyatrosu’ olarak tanımladı. * Mahkeme sürecinde kimi talepleriniz olmuştu, onlar kabul edildi mi? Duruşma boyunca da savunma cephesinin hiçbir talebi mahkeme heyeti tarafından kabul edilmedi. Öcalan’ın suçlandığı somut olaylar ve Kürt sorunun karakteri ile ilgili soruşturmanın genişletilmesi talebimiz, tanık ve bilirkişi dinleme istemimiz sürekli reddedildi. Aslında bu bir aylık sürecin, tek taraflı, sadece göstermelik ve verilecek karara sözde meşruiyet kazandıracak bir mizansen olduğunu söylemem yerinde olacaktır. * Duruşmalara giderken gidiş gelişlerde avukat olarak birçok sorunla karşılaştınız. Bu sorunları ve mahkeme salonunda asker ailelerinin sizlere karşı tutumunu anlatır mısınız? Duruşmaya, bizler ve müdahil avukatlar ve “şehit aileleri” dışında dinleyiciler bölümünde gazeteciler, yerli ve yabancı gözlemciler de bulunmaktaydı. Basın olarak sadece TRT’nin çekim yapma hakkı vardı. Zaman zaman kamera görüntü alıyordu. O zaman DGM’ler halen faaliyette olduğu için askeri yargıcın da olduğu bir heyet vardı. Davanın önemi, tüm kısıtlamalara rağmen dünyanın gözünün bu davada olması, mahkeme heyetine adil bir yargılamadan ziyade bu yönlü bir algının yaratılması konusunda hassas olma misyonu verilmişti. İlk sorudan itibaren kısaca vurguladığım gibi asla eşit olmayan, asla asgari hukuki ve insani koşullara uygun davranılmayan bir ortamda bu yargılama gerçekleşti. Müdahil avukatların son derece ırkçı ve faşizan söylemleriyle, mahkeme salonunda bizlere her fırsat bulduklarında hakaret eden, saldıran tutumları da vardı. Mesela parmakları sürekli tehdit eder halde bizlere dönüktü, sataşma, küfür, hakaret ve tehditten geçilmiyordu, kırdıkları kalemleri kafamıza atıyorlardı sürekli. Aileler de öyle. Çoğu aslında yoksul kişilerden oluşuyordu. Savaşta yakınlarını yitirmişlerdi. Ve tüm acılarını, öfkelerini kusmak amacıyla o salona getirilmişlerdi. Onlara çizilen sınırlar aşıldığı zaman da mahkeme başkanı arada ayar veriyordu. Avukatlar olarak bizler, Öcalan’ın da isteğiyle son derece sağduyulu ve tahriklere gelmeyen bir çizgi izlemeyi esas aldık. * Bunca soruna rağmen dava sürecini sürdürdünüz. Orada bulunmak sizin için ne ifade ediyordu? Bu tarihsel anda Öcalan’ın yanında olmak ve izlediği stratejinin başarısına az da olsa katkı sunmak bizler açısından anlamlı olacaktı. Maddi yönelimlerin, saldırıların dışında belki bunlardan çok daha etkili olan bir psikolojik kuşatma altında, ağır ve dayanılması zor bir atmosferde bu işlevi yerine getirmeye çalışıyorduk. Ek sorunlar da yaşadık tabi ki. Mesela duruşmanın ilk gününde ve daha başlar başlamaz heyetimizden üç avukat çekildiler. Bunun, böylesi tarihi ve zorlu bir anda bizde ne kadar büyük bir moral yıkım yarattığını ifade etmekte bugün bile zorlanıyorum. Savunma stratejimizi de ciddi ölçüde zayıflattı. Ancak her şeye rağmen, bu sözde yargı sürecinde Öcalan’ı yalnız bırakmamanın, moralini ve umudunu diri tutarak, arada söylenmesi gereken sözleri söylemenin ve fiziki olarak bile olsa orada varlık göstermenin kıymetli olduğunun bilinciyle bu ağır ve gerçekten en uzun bir aylık süreci tamamlamaya çabaladık. * Öcalan’ın da isteğiyle son derece sağduyulu ve tahriklere gelmeyen bir çizgi izlemeyi esas aldığınızı söylediniz. Peki, Öcalan mahkemede nasıl bir duruş sergiledi? Türk devletinin sembolizme merakı bu davanın her aşamasında kendini gösteriyordu. Bunlardan biri de idam cezasının verildiği tarih oluyor. Devlet, kendince bir isyanı daha tasfiye etmenin rahatlığı içindeydi. Ancak burada Öcalan’ın yaklaşımına değinmem gerekiyor. Eşitsiz ve haksız bir arenada, Kürt halkının tarihsel haklarını temsil etmenin bilinciyle her şeyden önce, Kürt halkını ve onun tüm toplumsal ve örgütsel birikimini korumanın ağırlığıyla hareket ediyordu. Mahkeme sürecine de bu misyonu biçiyordu. Kendisiyle yaptığım ilk görüşmede şunu ifade etmişti: "Ben halkımızı korumak istiyorum, sağ salim karşı kıyıya geçirmek istiyorum." Bunu her zaman modern bir Hazreti Musa öyküsü olarak okudum. Kürt halkının, bir soykırımla karşı karşıya olduğu gerçeği benim Öcalan’dan aldığım ilk mesajdı. Zaten bunu daha sonra tüm açıklığıyla ifade etti. Kendisi de hem bu büyük saldırıyı önlemek hem de buradan bir uzlaşı, çözüm imkanını çıkarmak istiyordu. Kürt halkının kazanımlarını böylece korumak ve garantiye almak mümkün olabilirdi. Bu yüzden İmralı manifestosu, sisteme bugüne kadar yapılan tüm eleştirileri saklı tuttuğunu ifade ederek ancak bunları öne çıkarmadan şiddet dalgasına set olacak, demokratik ve barışçıl çözüme yola açacak biçimde kurgulamıştı. Mahkemeye çıkmayı da bu stratejinin bir gereği olarak düşündü ve bir platform olarak kullanmayı esas aldı. Önemli ölçüde bunu işlevsel kıldı da. * Mahkeme kararını verdikten sonra Öcalan ne dedi, kendisi ile görüşebildiniz mi? Şeyh Sait çağrışımı ve mahkemenin idam kararı karşısında onun söylediği son söz, "Özgürlük Kazanacak" sözü oldu. Ve mahkemenin verdiği idam kararından hemen sonra kendisiyle iki saate yakın bir görüşmemiz oldu. Daha görüşme odasına girerken, idam kararına inat son derece sevinçli gördük onu. Sözde yargı sürecinin bitmesi onu müthiş rahatlatmıştı. Biz kapıdan içeri girer girmez elini havaya kaldırarak, "Hukuk bitti siyaset başladı" dedi. Yargının vereceği karardan emindi, yapılacak bir şey de yoktu. Bu politik hava içinde idam kararı dışında farklı bir sonucu beklemediğini ifade etti. Ancak siyasal açılımlarla yeni bir süreci yaratabileceğine olan inancını vurguladı. "Halkımızın boynundan idam ipini çekip alacağız" diyordu, büyük bir özgüven ve kararlılıkla. Zaten mahkeme kararından sonraki süreçte ardı ardına politik hamleler yapmaya başladı, sonuçlarını bugün daha iyi değerlendirebileceğimiz bir süreci başlattı. * Öcalan’ın idam kararı karşısındaki tutumu, sonraki süreçlerde politik hamleleri beraberinde getirdi dediniz, bu tutumunun önemi neydi? İmralı sistemini de 99 İmralı yargılamalarını da uluslararası komplonun bir parçası ve devam olarak görmek gerekir. Bu komplonun amacı da Kürt halkının özgürlük istemlerini küresel bir haydutluk örneği sergileyerek boğmak idi. Öcalan’ın buna karşı tutumu hayati derecede önemli ve belirleyiciydi. Çünkü bu komplo, Öcalan üzerinden gerçekleştiriliyordu. Merkezinde kendisi vardı. Öcalan, değişik yollarla bazen bazı avukatların ağzından çoğunlukla da basında yazılıp çizilerek kendisine önerilen klasik yolları reddetti. Bize ifade ettiği şekliyle söylersem; "Belki biraz daha uzun zaman alacak ama sonunda mutlak olan özgürlüktür" bir özgün tavrı sergiledi. Bugünden geriye doğru baktığımızda tarihin Öcalan’ı haklı çıkardığını görüyoruz. Öcalan, kaç kez bize, "Belki ben kaybettim, burada esirim ama Kürt halkı kazandı" demişti. Ama sadece Kürt halkı değil tüm halkların kazanacağı bir yeni paradigmayı tüm olanaksızlıklara rağmen yaratarak herkes için, hepimiz için bir yeni gelecek umudu yarattı. Komplo bitti, geleceğimiz güvende diyemem belki ama nasıl kazanacağımız, nasıl yaşamamız gerektiğini bugün çok daha iyi biliyoruz. Ve komplocuların kolay baş edemeyeceği kadar da güçlüyüz. * Dava üzerinden 18 yıl geçti. O günden bugüne ne değişti, tarih kimi haklı çıkardı? İmralı savunma stratejisinin ve sonrasında izlenen politik hattın, 12 metrekarelik bir hücrede sadece Kürdistan siyasetini değil Ortadoğu’yu etkileyip değiştirebilecek bir noktaya gelmenin, adeta tam da uçurumdan baş aşağı yuvarlanıp yok olma noktasındayken kanatlanıp uçmanın ve yeni bir yaşam umudu yaratmanın asıl kaynağının; Öcalan’ın Kürtlerin diliyle söylersek ‘Önderlik’ sıfatına fazlasıyla layık bir stratejik düşünme ve eylem kapasitesinin olduğunu söyleyebiliriz. Öcalan, İmralı’da siyasetin de liderliğinin de tanımını yeniden yazmış, pratiğini de sergilemiştir. Öcalan’ın İmralı öncesi sürecini bir yana bırakırsak bile, sadece İmralı’nın cehennemi ortamında sergilediği düşünsel, moral, politik liderlik onu halkımızın, halkların gönlünde yıkılmaz bir yere taşıdığını belirtebilirim. Belki komplo ile Öcalan, Suriye’den, Ortadoğu’dan çıkarıldı ama İmralı’da ortaya konulan direniş ve stratejiyle Öcalan belki fiziken değil ama düşüncesiyle, projesiyle ve emsalsiz emeğiyle, devrim projesiyle yeniden ve asla sökülemeyecek bir biçimde Ortadoğu’ya muhteşem bir dönüş yapmıştır. Komploya yanıtını Rojava devrimiyle vermiştir. Sonuçta Öcalan’ı İmralı’da yargılayanlar değil, Öcalan kazanmıştır. Hem de bunu kendi deyimiyle İmralı tabutluğunda yapmıştır. Bu dönüşümü muazzam kılan da budur. Bizler de bu zor ama muhteşem yeniden doğuşun bir bölümünün tanığıyız. Sadiye Eser - dihaber