Öcalan’ın avukatı Sarıca: Tecridin son aşaması uygulanıyor 2017-06-06 09:01:07 İSTANBUL - PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın avukatlarından Rezan Sarıca, 2015 yılından bu yana uygulanan “mutlak tecridin” diri diri gömme anlamına geldiğini söyledi. Sarıca, “Bu da işkencenin en vahşi halidir. Yıllara yayılı öldürme politikasının son aşamasıdır” dedi. 15 Şubat 1999 tarihinden bu yana İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın durumuna karşı Türkiye yargısının hukuksuzluklarının yanında uluslararası hukuk kurumlarının da sessizliği dikkat çekiyor. 1999’dan bu yana yaşanan hukuksuzlukları görmeyen kurumlardan biri de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) oldu. AİHM’in Öcalan hakkında vermiş olduğu kararlar, mahkemenin yargıyı nasıl gözardı ettiğini gözler önüne seriyor. PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın avukatlarından Rezan Sarıca, müvekkillerine dair AİHM'in aldığı kararları ve İmralı'daki uygulamaları değerlendirdi. * CPT Öcalan’a ilişkin “İmralı işkence sistemi”ni düzeltme yönünde tavsiyelerde bulunmuşsa da hükümet bu tavsiyelerin gereğini yerine getirmemiş. Aksine Öcalan’ın “Mutlak tecrit” dediği sürece girilmiştir. Peki, AİHM’in tavrı konusunda ne diyeceksiniz? Bu konular AİHM’e ayrı bir dava olarak taşınmıştır, bu dava sürmektedir. Bu başvuruda ayrıca Öcalan ve aynı cezaevindeki diğer 3 mahpusun aile ve avukat görüşmelerinin yaptırılması yönünde tedbir talebinde bulunulmuşsa da bu talebimiz reddedilmiştir. AİHM’in yaklaşımı taleplerimizi zamana bırakarak oyalama biçiminde ortaya çıkmaktadır. Maalesef Öcalan söz konusu olduğunda AİHM de genellikle politik bir tutum içine girmektedir. Bilindiği üzere AİHM 12 Mayıs 2005 tarihli kararında herkesin gözü önünde gelişen Öcalan’ın korsanca kaçırılmasını onaylamış, bu kararına olan tepkiyi dengelemek için de Öcalan’ın adil yargılanmadığı ve yeniden yargılanması gerektiğine hükmetti. Ancak Türkiye hükümeti bu kararı yerine getirmeyip, Öcalan’ın yeniden adil şekilde yargılanma talebini, duruşma yapmadan, Öcalan’ın savunmasını almadan dosya üzerinden “Yeniden yargılansa da aynı cezayı alır” gerekçesiyle kapattı. Avrupa Konseyi de bu tutumu onayladı. Dolayısıyla geriye Öcalan’ın cezaevi koşullarının düzeltilmesine ilişkin tavsiyeleri kalacaktı ki, Türkiye bu tavsiyeleri de yerine getirmedi. Kararda ayrıca Öcalan ile avukat görüşmelerinin üçüncü kişilerce dinlemesinin savunma hakkının ihlali olduğuna hükmedilmişti. Ancak Türkiye hükümeti Öcalan Yasaları denilen 1 Haziran 2005’te yürürlüğe giren aleyhe infaz düzenlemeleriyle birlikte mahkemenin not aldığı ve ihlal olarak gördüğü bu hususların gerisine düşen uygulamalara gitti. * AİHM bu konuda kararını verdi mi? Evet, AİHM bu yönlü tecridin daha da ağırlaştırılması ve yeni yasal düzenlemelerle ilgili başvuru hakkında 18 Mart 2014 tarihinde ikinci kararını açıkladı. Kararda, Öcalan’ın 17 Kasım 2009 tarihine kadarki tecrit koşullarının Sözleşme’nin 3. maddesinde geçen işkence ve kötü muamele kuralını ihlal ettiğine hükmedildi. Böylece İmralı işkence sistemi kanıtlanmış oldu. Ancak AİHM önceki 12 Mayıs 2005 kararının hem gerisine düşen hem de onunla çelişen yukarıda Öcalan Yasaları başlığı altında getirilen sonraki düzenlemeleri onaylamakla hukuki olmayan politik bir tutuma girdi. Örneğin mahkeme önceki kararında Öcalan ile avukat görüşmelerinde üçüncü kişinin hazır bulunmasını ve dinlemesini savunma hakkının ihlali sayarken, sonraki düzenlemede “yasa” haline getirilen bu dinlemeyi hem de yasada olmadığı halde kayıt altına alınmasını bile onayladı! En önemlisi de Türk hükümetinin bu ve diğer “Öcalan Yasaları” başlığı altında yukarıda sergilenen ağırlaştırılmış müebbet infaz rejimi düzenlemelerini dayandırdığı Öcalan’ın “Tehlikeli Kişi” ve “Terörist” olduğu, ağırlaştırılmış “Yüksek Güvenlik” düzenleme ve uygulamalarına bu nedenle gidildiği yönündeki gerekçelerini aynen benimsemesi açıkça hukuki bir çelişki ve politik bir ortaklaşmanın ifadesiydi. Çünkü Türkiye anayasası ve ona dayalı “terör” yasası ile “güvenlik” anlayışı uluslararası hukuk ve Avrupa hukuku standartlarına açıkça aykırı antidemokratik düzenlemelerdir. Türkiye Anayasası Kürtleri ret ve inkâr eden tekçi antidemokratik bir Anayasadır. Ona dayalı millileştirilmiş terör tanımı, Kürtlerin tüm demokratik taleplerini ve örgütlenmelerini de “terörist” sayan yaklaşımıyla kapsamı oldukça geniş ve uluslararası terör tanımı standartlarına aykırı düzenlemeleriyle buna dayalı antidemokratik “yüksek güvenlik” anlayışının; farklı dil ve kültürlerin farklılıktan doğan bireysel ve kolektif haklarını tanıyan Avrupa’nın demokratik anayasaları, AİHS, Kopenhag Kriterleri, Paris Şartı, AGİT gibi güvenlik anlayışı standartları temelindeki demokratik hukuku ile çelişkisi de görmezden gelinmiştir. Öte yandan Öcalan’ın İmralı’da yıllardır sürdürdüğü Kürt sorununu Avrupa standartlarına uyumlu demokratik anayasa temelinde çözme ve barıştan yana çabasını da yok saymıştır. Bu temelde üç milyonu aşkın, ki her bireyin aile çevresi de dâhil edilirse on milyon, insanın tüm soruşturma tehdit ve baskılarına rağmen “Öcalan irademdir” beyanını içeren imzalarının sunulduğu mahkemece bilinmesine rağmen “Tehlikeli Kişi” ve bireysel “Terörist” çarpıtmasına dayalı düzenlemeleri onaylaması hukukla izah edilemeyecek politik bir yaklaşımdı. Geriye sadece “Ölünceye kadar ağırlaştırılmış müebbet hapis” cezasının şartlı tahliye ve umut hakkı tanımayan “ölünceye kadar” yönü kalacaktı. AİHM sadece bu konuda Sözleşme’nin 3. maddesinin ihlal edildiğini belirterek, ceza haddini en fazla 25 yıl olacak şekilde düzenlenmesini tavsiye etti. Türkiye bu tavsiyeyi de yerine getirmeyip, yasal mevzuatı bu yönlü değiştirme yoluna gitmeyip, tersine karar öncesi ve sonrasında Öcalan’ın tecrit durumunu daha da ağırlaştıran uygulamalara gitti. * 18 Mart 2014 tarihli AİHM kararı öncesi ve sonrasında tecrit durumunun ağırlaştırılması AİHM kararında yer alıyor mu? Hayır. AİHM kararı 17 Kasım 2009 tarihine kadarki sürece ilişkindir. Ondan sonraki yeni bir başvuru konusu yapılmış olup, bu dava halen devam ediyor. Bu kararla İmralı işkence sistemi kanıtlanmasına rağmen Türkiye hükümeti kararda belirtilen tavsiyeleri de yerine getirmemiş, aksine bu tarihten sonra zamana yayılı öldürme politikasının mevcut uygulama boyutuna daha da hız kazandırmıştır. Öcalan’ın 17 Kasım darbesi dediği cezaevi mimarisinde yapılan değişikliklerle eski odasından alınarak yerleştirildiği yeni odası öncekine göre daha küçük ve hareket alanı daha da daraltılmıştı. Yine yerleştirildiği bu oda öncekine göre daha havasızdı. Bu durum Öcalan’ın havasızlıktan kaynaklanan sağlık sorunlarını daha da ağırlaştıracaktı. Sonradan ek bir pencere açılmış olsa da odasında hava sirkülasyonunu sağlamaya yetmediğinden havasızlık sorunu devam etmiştir. Öcalan bu durumu, “Pencereye dayanarak nefes alabiliyorum” şeklinde izah etmiştir. Bununla birlikte kamuoyuna bir “iyileştirme” olarak yansıtılan bulunduğu cezaevine 5 mahpusun nakli de bir “iyileştirme” değil, bu mahpusların da Öcalan ile aynı rejime tabi tutulması ve grup izolasyonuyla sonuçlanmıştır. İmralı Cezaevi’ne nakledilen 5 mahpusun tamamı daha önce F Tipi Yüksek Güvenlikli cezaevlerinde kalan mahpuslardı. Bu mahpuslar da İmralı’daki durumu, “Buradaki tecridin düzeyi geldiğimiz F tiplerinin beş-on katıdır” şeklinde ifade etmişlerdir. Bu tecrit durumu 2011 yılının ortalarından itibaren adım adım daha da ağırlaştırılacaktı. Bunun ilk adımı 27 Temmuz 2011 tarihi itibariyle avukat görüşmelerinin tamamen kesilmesi ve 22 Kasım 2011’de Oslo sürecinde, görüşmelere giden Öcalan’ın tüm avukatlarının gözaltına alınması ve tutuklanması olacaktı. İkinci adımı 6 Ekim 2014 tarihinden itibaren aile ve vasi görüşmelerinin de kesilmesi olacaktı. Üçüncü adımı Nisan 2015 tarihi itibariyle heyet görüşmelerinin de kesilmesiydi. Bu süreçte “sekretarya” adı altında önceki 5 mahpus başka mahpuslarla yer değiştirmişti. Ancak heyet görüşmelerinin kesilmesinden sonra bunlardan 2’si Silivri’ye sürgün edildi. Şu anda kalan 3 mahpusun da Öcalan ile birlikte aile ve avukat görüşü ve haberleşmelerinin kesilmesiyle birlikte ağırlaştırılmış tecritten mutlak tecrite geçilmiştir. * "Mutlak tecrit" durumu nedir, ne anlama geliyor? Tecrit durumunu ağırlaştıran uygulamaların ardından 15 Temmuz 2016 darbesi sonrası 20 Temmuz 2016 tarihli Bursa 1. İnfaz Hâkimliği kararıyla Öcalan ve diğer 3 mahpusun avukat, vasi ve ziyaretçi kabulünün yasaklanmasına, telefon, telgraf, mektup, faks gibi haberleşme ve yazışmalarının da yasaklanması eklenecekti. Böylece Öcalan ve diğer üç mahpusun dış dünya ile iletişim-haberleşme dâhil tüm bağı koparılmış durumdadır. Artık “hava muhalefeti” ve “koster bozuk” dönemi kapanırken, 20 Temmuz 2016’dan sonrası yeni dönemde tüm aile, avukat, ziyaretçi görüşme başvuruları anılan “mahkeme kararı” gerekçe gösterilerek reddedilmekte, telefon, mektup, faks gibi haberleşme ve yazışmalara da izin verilmemektedir. Mahkeme bu yasakların “OHAL süresi boyunca” uygulanmasına da karar verdiğinden ve olağanüstü halin de her seferinde uzatıldığı göz önüne alındığında mutlak tecrit hali kalıcı ve sürekli hale getirilmiştir. * Yalçın Akdoğan bu süreci “Öcalan’ı İmralı’ya gömme” süreci olarak tanımladı. Bu konuda ne diyorsunuz? Evet, “Öcalan’ı İmralı’ya gömme” açıklamasının Öcalan’a endeksli idam tartışmalarıyla birlikte yürütülmesi, yine Öcalan ve aynı cezaevindeki diğer 3 arkadaşının yaşayıp yaşamadığından bile haber alamadığımız göz önüne alındığında; aslında fizikken yaşadıkları söylense bile mutlak tecrit, siyaseten ve fiilen idam politikasının uygulandığı anlamına da gelmektedir. Çünkü idam nasıl ki dış dünya ile fiziki bağı koparmaksa, mutlak tecrit de Öcalan’ın dış dünya ile haberleşme de dâhil tüm bağını kopardığından hem fiziki hem de siyasi idam anlamına gelmektedir. Bu durumun hukuk ve yasalarla hatta insani duygularla bile izahı mümkün değildir. Anlaşıldı ki Öcalan’a uygulanan düşman hukuku ve rehine statüsüdür. Öcalan daha önceki bir tespitinde; “İnsan bu koşullara 6 gün bile dayanamaz, bir tek ölmediğim kaldı. Burada siyasi bir rehineyim. Konumum böyle bilinmelidir. Bunu şöyle bir benzetmeyle de açıklayabilirim; solunum cihazına bağlı birisi gibiyim, istedikleri zaman fişi çekebilirler. Tecrit durumunun ağırlaştırılması zaten idam demektir” demişti. Öcalan’ın belirttiği “Tecrit durumunun ağırlaştırılması” idam ile aynı anlama geliyorsa, 2015 yılından bu yana içinde bulunduğu “mutlak tecrit”; tecrit durumunun ağırlaştırılmasının da ötesinde yetkililerin deyimiyle diri diri “gömme” anlamına gelmektedir. Bu da işkencenin en vahşi halidir. Bu temelde Öcalan ve diğer üç mahpustan haber dahi alınmamaktadır. Yetkililerin bu durumu “İmralı’ya gömme” olarak tanımlamaları aynı zamanda yıllara yayılı öldürme politikasının son aşamasına, gömme aşamasına geçildiğinin de itirafı olmaktadır. Bu aynı zamanda Öcalan’ın 18 yıllık İmralı duruşunu da gömme anlamına gelmektedir. Yasin Kobulan - dihaber