ESKİŞEHİR - 1990’lı yıllarda köyleri yakıldığı için Eskişehir’e göç etmek zorunda kalan yurttaşlar, Xerabê Bava, Talatê ve Lice köylerinde yaşanan abluka ve saldırılarla geçmişi hatırlıyor. 90’larda batıya göç edenler, halen köyleri baskı altında olanlara, “Her şeye rağmen topraklarınızı terk etmeyin” çağrısında bulundu.
Kürt kentlerindeki yıkım, referandum öncesi köylere yönelik saldırılar, OHAL uygulamaları, gözaltında işkence ve zorla göçertilme politikaları, 1990’lı yıllarda köyleri yakılan, yerinden yurdundan edilerek batı kentlerine yerleşenlere, o zorlu yılları hatırlatıyor. Mardin’in Nusaybin ilçesine bağlı Xerabê Bava (Koruköy) ve Talatê (Doğanlı) köylerinde yaşanan abluka, saldırı ve sonrasında yansıyan işkence görüntüleri, halen Lice ve köylerinde devam eden abluka ve saldırıları duyduklarında yeniden geçmişi yaşayan yurttaşlar, kendileri de benzer süreçlerden geçtikleri için köylerde neler yaşanabildiğini ve sonrasında yaşanacakları en iyi bilenler.
Köyleri yakıldıktan sonra Eskişehir’in Kırmızıtoprak mahallesine göç etmek zorunda kalan aileler, yaşadıklarını anlatarak, bugün bütün dünyanın gözleri önünde yaşananların 90’lı yılları katbekat aştığını belirtiyor. Aileler, her şeye rağmen, bölge halkının topraklarını terk etmemesini isterken, gerekçe olarak da kendi deneyimlerinden yola çıkarak, göç ettikleri yerlerde yaşayabilecekleri zorlukları anlattı.
‘YILLAR GEÇSE DE YAŞANANLAR DEĞİŞMİYOR’
1994 yılında yaşadığı Mardin’in Xelila (Klavuz) köyü yakıldığı için göç etmek zorunda kalan Ekrem Baştuğ, o dönem yaşadıklarını şöyle anlattı: “Çatışma çıktığı zaman köylüler köyden kaçıyordu. Çünkü her çatışmadan sonra gelip bizlere işkence ediyorlardı. Yine bir gün çatışmadan sonra askerler köye geldi. O gece benim amcamın oğlu da kaçarken askerler tarafından yanındaki 2 kişiyle öldürüldü. Sabah olunca yaşlı, çocuk, kadın herkesi topladılar ve yaşlılar dışındaki herkesi karakolun içine alıp işkence ettiler. Birkaç evi ateşe verdiler. Hatta bir köylüyü dükkanın içine kapatarak dükkanı ateşe verdiler. Allahtan eşinde anahtar vardı da çıkarttı onu.”
‘XERABÊ BAVA BANA YAŞADIKLARIMI HATIRLATTI’
Bölgede yaşananları takip ettiğini dile getiren Baştuğ, Xerabê Bava’da yaşanılanları gördüğünde kendi yaşadıklarının gözünde canlandığını vurgulayarak, “Xerabê Bava’ da yaşananlar o günlerden daha ağırdı. O zaman bize uygulanan işkencenin ve zulmün daha ağırını bugün de yapmaya devam ediyorlar. Yaklaşık 25 yıl geçti fakat değişen hiç bir şey yok. Her zaman inkarla, imhayla korkuyla insanları sindirmeye çalışıyorlar” dedi.
Baştuğ ailesi yaşadıklarının ardından yerlerinden göç etmek zorunda kalıyor; ancak gittikleri kentlerde de karşılaştıkları muamelelerle başka acılar yaşamaya devam ediyor. Ekrem Baştuğ’un eşi Felek Baştuğ, zorla göçertildikleri yetmezmiş gibi gittikleri yerlerde ayrımcılığa uğradıklarını belirterek, “Sürekli hor görenler, ‘orayı yıktınız burayı da yıkacaksınız’ diyenler oluyordu. Küçücük çocuklarımızı tersliyorlardı, giyimimizden dolayı bile sataşanlar oluyordu” diyor.
‘KÖYLERİNİZİ TERK ETMEYİN’ ÇAĞRISI
Benzer süreçlerden geçtikleri için, bölgede baskı yaşayan yurttaşlara “ne olursa olsun köylerinizi, yerinizi, yurdunuzu terk etmeyin” çağrısında bulunan Baştuğ, göç ettikleri yerlerde de böylesi zorlu bir dönemde daha ağır baskılar yaşayabileceklerine işaret etti.
‘KORUCU OLMAMI İSTEDİLER’
Xelila köyünden Ramazan ve Rabia Keleş çifti de 1994 yılında zorla Eskişehir’e göçertilen ailelerden biri. Üstelik her ikisi de, babalarının “askerler tarafından öldürüldüğünü” anlatıyor.
Ramazan Keleş kendilerine koruculuğun dayatıldığını, reddettiği için günlerce işkenceden geçtiğini belirtti. Babasının öldürülmesini anlatırken gözleri dolan, kelimeler boğazına düğümlenen Keleş şöyle konuştu: “Köyde birçok kişi korucu oldu. Babam karakolun önünde askerler tarafından öldürülmüştü. Bana da korucu olmazsan seni de öldüreceğiz dediler. Ben de ‘babamın kanı hala karakolun karşısındaki taşların üzerinde duruyor, nasıl korucu olayım’ dedim. ‘Nasıl babamın kanına ihanet edeyim diyordum. Bu sözlerimden dolayı işkenceye uğradım.”
‘YAŞAMAK DA GÖÇMEK DE KARAKOLUN İZNİNE BAĞLIYDI’
35 gün gözaltında tutulan ve gözaltı sürecini, “o dönem de gözaltında işkenceden geçirilmeyen yoktu” sözleriyle anlatan Keleş, köyü terk etmek için bile karakola başvurmak zorunda olduklarını kaydetti.
Gözaltında sürekli “infaz” korkusu yaşadığını anlatan ve “kaç kişiyi gördük, o şekilde alıyorlar gözaltına, sabah cesetleri battaniyeye sarılı çıkıyordu” diyen Keleş, bir daha köye dönemediğini anlattı.
Xerabê Bava’ da yaşananlara da işaret eden Keleş, “Devletin resmi politikası bu şekilde işliyor. O günlerde bize yaptıklarını Xerabê Bava’da yaptılar, öncesinde de Cizre’de, Sur’da, Nusaybin’de yaptılar. Devletin amacı o bölgeyi boşatmak zaten. Bunun için halk köylerini kentlerini kesinlikle boşaltmamalı. Göç ettiklerinde daha çok eziyet görecekler. Çünkü biz bunu yaşadık ve hala yaşıyoruz” şeklinde konuştu.
'SEN GİT KENDİNİ KURTAR'
Babasının o yıllarda tarlada çalışırken öldürüldüğünü anlatan Rabia Keleş ise, “Babam ve annem tarla sürmeye gitmişlerdi. Askerlerin geldiğini görmüşler. Babam annemi göndermiş sen git kendini kurtar demiş. Annem kendisi gözden kaybolana kadar babamın onu izlediğini anlatıyordu. Babamı vurmuşlar orada. Ertesi gün sabaha kadar babamın cesedi o tarlanın ortasında kaldı. İzin vermediler babamın cenazesini alalım. Askerler gittikten sonra babamın cenazesini alabildik” diyerek yaşadıklarını anlattı.
‘ÇOCUKLARIMIZLA BİRLİKTE BİTLENDİK’
Eskişehir’e geldikten sonra da çilelerinin devam ettiğini vurgulayan Rabia Keleş, şöyle konuştu: “Kalacak doğru düzgün bir yerimiz yoktu. Bize Kürt olduğumuz için ev vermiyorlardı, Kürtçe konuştuğumuz için insanların saldırısına maruz kaldık. İlk kaldığımız evde çocuklarımızla birlikte bitlendik. Ne dil biliyorduk ne adres. Şu an dahi fırsat bulursam köyüme geri dönerim. Köyümün toprağını buranın altınına, gümüşüne değişmem.”
‘1925’TE, 38’DE DE PKK Mİ VARDI?’
Cizre’ye bağlı Aşağı Yavşan (Zergus) köyünden 1993’te göçertilen Acun ailesi de benzer sıkıntılar yaşamış. Köyleri yakılan, diğerleri gibi gözaltında tutulup işkence gördüğünü anlatan Abdurrahman Acun, gözaltında kayıpları, faili meçhul cinayetlerin canlı tanıkları olduklarını anlattı. Xerabê Bava’da yaşanılanlar ve bölgede sürdürülen operasyonlara yönelik konuşan Acun şöyle devam etti: “Sistem hiç bir değişiklik göstermedi. Nusaybin’de Sur’da yaşanılanları hepimiz gördük. Xerabê Bava’da yaşanılanlar bizim yaşadıklarımızdan farksız değildi. Bu durum sadece 30-40 yıllık bir şey değil ki. PKK’den dolayı diyorlar. Peki kırk yıl öncesinde yaşattıkları zulüm zamanında da PKK mi vardı? Şeyh Sait döneminde PKK mi vardı? Seyit Rıza döneminde PKK mi vardı? Yıllardan beri bu zulmü görüyoruz ama yine de barış ve kardeşlik diyen biziz.”
Ayşe Acun da yaşadığı işkenceleri dile getirdi. Acun bugün bölgede yaşanan acıları en iyi kendilerinin bildiğini hatırlatarak, her şeye rağmen kimsenin kendi topraklarını terk etmemesi gerektiği çağrısında bulundu.
Nametullah Başar - dihaber