39 yıldır aydınlatıl(a)mayan katliam

İSTANBUL - Beyazıt katliamının üzerinden 39 yıl geçti. Katliamın azmettiricileri, failleri ve işbirlikçilerine şu ana kadar katliama ilişkin tek bir soru dahi sorulmadı. Olayda yaralanan ve mezun olduktan sonra davanın avukatlığını yapan Kamil Tekin Sürek, “Devletin dahil olduğu katliamların hiç biri şimdiye kadar sonuçlanmadı” dedi.

1978'in ilk aylarında sağ-muhafazakar koalisyon hükümetinin alttan desteklediği kontrgerilla ve ırkçı güçler, öğrenci gençlik hareketini teslim almak hedefiyle solun yükselişte olduğu üniversitelere yönelmeye başladı. Bu yönelimlerin en yoğun yaşadığı yerlerden birisi de İstanbul Üniversitesi'ydi. Bu gruplar, "Merasim Birliği" adı verilen polis birliğinin doğrudan desteğiyle devrimci öğrencilere saldırıyor, devrimci öğrencilerin girişini engelleyerek, üst araması yapıyor, okula toplu halde girip çıkan öğrencilerin üzerine, polisin temin ettiği ya da edilmesine göz yumduğu silahlarla saldırıyordu. Bu saldırılar karşısında sol görüşlü öğrenciler de sessiz kalmayarak, karşılık vermeye çalışıyordu.

POLİSİN YÖNLENDİRMESİ

Bu baskıların arttığı bir dönemde İstanbul Üniversitesi'ndeki kuşatmayı ortadan kaldırmak üzere sol fraksiyonlara bağlı öğrenciler harekete geçti. 16 Mart 1978 tarihinde devrimci öğrenciler, İstanbul Üniversitesi Süleymaniye Kapısı'ndan Merkez Binaya doğru yürümek için toplandı. Polis, Süleymaniye Kapısı'ndan çıkmak isteyen öğrencileri, Beyazıt Meydanı'na açılan ana kapıya yönlendirildi. Bu kapıdan çıkmakta olan öğrencilerin üzerine, "Beyazıt Meydanı komünistlere mezar olacak" sloganları eşliğinde kurşun yağmaya başladı. Aynı anda "Kahrolsun komünistler" diye bağıran ve adının Zülküf İsot olduğu öğrenilen kişi tarafından bomba atıldı.

Ardından Hukuk ve İktisat fakültelerinde okuyan Hatice Özen, Cemil Sönmez, Baki Ekiz, Turan Ören, Abdullah Şimşek, Hamit Akıl, Murat Kurt adlı 7 devrimci öğrenci olay yerinde yaşamını yitirdi, 50'den fazla öğrenci de yaralandı. Beyazıt Meydanı o gün adeta kan gölüne döndü.

10 BİNLER YÜRÜDÜ

Katliamın ardından binlerce öğrenci direnişe geçerek, Merkez Bina'yı ele geçirdi. Gece boyu devam eden direnişe katılım 50 bini aşarken, Türkiye'deki en büyük öğrenci yürüyüşlerinden biri burada yapıldı. Ertesi gün tüm gençlik örgütlerinin yanı sıra, sendikalar, barolar, meslek odaları ve derneklerinin katılımıyla yaşamını yitiren devrimci öğrenciler için kitlesel bir cenaze töreni düzenlendi. Cenaze töreninin ardından kitle, ellerinde pankartlar ve saldırıda yaşamını yitiren devrimci öğrencilerin fotoğraflarını taşıyarak, marşlar ve sloganlar eşliğinde Sirkeci'ye doğru yürüdü. 20 Mart'ta ise DİSK, Türkiye genelinde "faşizme ihtar eylemi" gerçekleştirdi.

Saldırı öncesi yaşanan gelişmelere bakıldığında Emniyete gönderilen bilgi notunda, "Sol gruplara mensup öğrencilerin fakülteye devam etmeleri halinde 8-10 gün içinde bu grup üzerinde dinamit atılacağı" ifade ediliyordu. Buna rağmen emniyet notla ilgili herhangi bir girişimde bulunmadı.

REŞAT ALTAY'IN SORUMLULUĞUNDA KATLİAM

Katliamın gerçekleştirildiği tarihte öğrencilerin toplu çıkışına eşlik etmesi gereken polisler "başka bir göreve" gönderilirken bu iş için daha sonra emniyette pek çok önemli göreve getirilecek Reşat Altay'ın sorumluluğunda yeni bir ekip görevlendirildi. Reşat Altay emrindeki polisler ise devrimci öğrencileri bina içinde yalnız bırakarak kendileri bina dışında kaldı. Reşat Altay, sonrasındaki birçok infaz ve katliamda da anıldı. Bu katliamların en belirginleri ise gazeteci Hrant Dink'in öldürüldüğü cinayet davasında dönemin Trabzon Emniyet Müdürü olarak hatırlanıyor. Bu sırada, Merkez bina içinde kalan öğrencilerin üzerine ülkücüler tarafından askeri birlikten alındığı öğrenilen NATO'ya ait bomba atılarak üzerlerine ateş açıldı.

7 KİŞİ ÖLDÜ BİR KİŞİ TUTUKLANDI

Devrimci öğrencilere dönük saldırılar toplumun birçok kesimi tarafından protesto edilirken, katliama ilişkin ise sadece bir kişi tutuklandı. Katliamın ardından 1978 yılında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı olayla ilgili soruşturma başlattı. Başlatılan soruşturma kapsamında aralarında dönemin Ülkü Ocakları İstanbul İl Başkanı Orhan Çakıroğlu, dönemin Ülkü Ocakları'nda görevli olan Mehmet Gül, dönemin MHP İstanbul İl Başkanı Kazım Ayaydın gözaltına alındı. Sanıklardan Sıddık Polat ise Elazığ'da yakalandı. Yürütülen soruşturmada 17 kişi hakkında takipsizlik kararı verilirken, diğer sanıklar hakkında idam istemiyle İstanbul 1 No'lu Sıkıyönetim Mahkemesi'nde dava açıldı. 15 ay süren yargılama sonunda, Polat 11 yıl hapis cezasına mahkûm edilirken, diğer sanıklar "delil yetersizliğinden" beraat ettirildi. Askeri Yargıtay'ın 5 Ekim 1982 tarihli kararından sonra Polat da beraat etti.

ERGENEKON DAVASIYLA BİRLEŞTİRİLME TALEBİNE RET

Her ne kadar dava zaman aşımına uğrasa da, davanın düşürülme sürecinde startı verilmiş olan Ergenekon davaları kapsamında çok sayıda katliamın faili gözaltına alınarak, tutuklandı. Beyazıt katliamı davası avukatlarının davanın birleştirilmesi talebi ise reddedilerek, dava düşürülmekten kurtulamadı.

KATLİAMIN BAŞINDAKİ KİŞİ DİNK DAVASINDA YARGILANIYOR

Gözaltına alınıp, tutuklananlardan Beyazıt katliamı sorulmazken, dava dosyasını düşürmekten kurtaracak yeni bir gelişme yaşanmıştı. Dink davası kapsamında yargılanan dönemin Trabzon Emniyet Müdürü Reşat Altay, aynı zaman Beyazıt katliamında alanda görevli polislerin başında görev alıyordu. Beyazıt katliamının Dink davası ile birleştirilmesi de davayı düşürmekten kurtarabilecekken, avukatların bu girişimi de mahkeme tarafından boşa çıkarıldı.

TOZLU RAFLARA TERK EDİLDİ

Beyazıt katliamı sonrası başlatılan yargı süreci tıpkı diğer katliamlar ve faili meçhul cinayetlerde olduğu gibi 20 Ekim 2008'de İstanbul 6. Ceza Mahkemesi'nin verdiği kararla zaman aşımına uğradı. Karar, Mart 2010'da Yargıtay 1. Ceza Dairesi tarafından onandı. Böylece, 7 kişinin ölümü onlarca kişinin yaralanmasına yol açan, örgütlü ve planlı bir biçimde gerçekleştirildiğine dair çok sayıda kanıt bulunan 16 Mart Beyazıt katliamı tarihin tozlu raflarına terk edildi.

ZÜLKÜF İSOT NEDEN İNFAZ EDİLDİ?

Bombayı atan ve 27 Haziran 1997 tarihinde Elazığ'da ülkücüler tarafından infaz edildiği iddia edilen Zülküf İsot'nun ablası Remziye Akyol da davada ifade vermesine ve İsot'un katliam sürecini ele alan mektubunu mahkemeye sunmasına rağmen dava düşürüldü. Akyol, beyanlarında ağabeyi İsot'un ilişkide olduğu polislerin de ismini mahkeme ile paylaşmıştı.

Katliam, tanıklıklar ve mağdurları için bugün de ilk günkü gibi duruyor. Katliamın tanıklarından ve mağdurlarından birisi de Avukat Kamil Tekin Sürek. Sürek, patlama sırasında sırtına aldığı ufak şarapnel parçalarıyla şans eseri kurtulmuş.

Dönemin baskılarına değinen Sürek, idamlar, dağlarda insanları öldürmeler, Kızıldere, Nurhak katliamlarının öğrencilerinin örgütlenmesini bastırmak için yeterli olmadığını dile getirerek, "1 Mart’ta okula giderken polis 3 defa önümüzü kesti. Dördüncü defa toplanarak gittik. Gittiğimiz günden 16 Mart’a kadar da her gün faşistlerin saldırısı oluyordu polislerin de yardımıyla. Biz gitmeye devam ettik. Gitmeye devam ettiğimiz sürece de bizlere katılan üniversite içinde olup da faşistlerin baskısından kendini ifade edemeyen insanlar bize katılmaya başladılar. Biz 7 kişi gittik bizim sınıfa o zaman. 2 gün sonra 9 kişi olduk. Daha sonra 13-20-25 kişi olduk. Bir baktık ki faşistler bizim yanımızda azınlıkta kaldılar. Çünkü büyük bir kitle vardı. Onların hangisinin faşist olduğunu bilmiyorduk. Bize saldıramayacaklarını anlayınca bu sefer o bomba yoluna gittiler. Daha önce de orada bomba atılacağına dair ihbar gelmiş. O ihbarları polis bir takım yerlere göndermişler. Ama tedbir alınmamış. Aynı Hrant Dink davası gibi. Birçok insanın bildiği bir eylemmiş. Biz onları sonradan öğrendik tabi. Bizden sonra 7 TİP’linin öldürülme olayı var. İlk büyük katliam oydu üniversitelerde. Bir ay sonra 17 Nisan’da hocamız Server Tanili’yi vurdular. Felç oldu. Tekerlekli sandalyeyle yaşamak zorunda kaldı. Daha sonra Cavit Tütengil’i vurdular. Birçok öğretim üyesini vurdular" diyerek, katliam sürecine nasıl gidildiğini dile getirdi.

10 METRE İLE KURTULDU

Sürek, katliam anını "Benim de 10-15 metre arkama düştü bomba. Tesadüfen kurtuldum. 10 metre geride olsaydım şu an yaşamıyor olacaktım. Bizim için faşist diktatörlüğün katliamlarından birisi. Kontrgerillanın eylemlerinden birisi" sözleri ile anlatıyor.

'DEVLET AYNI DEVLET'

Katliamın üzerinden 39 yıl geçse de devletin değişmediğini dile getiren Sürek, "Geçen 39 yıl içinde Türkiye’de pek fazla bir şey değişmedi. Gene tecrübe ve deneyimlerle anladığımız şey şudur ki; işçi sınıfının, emekçilerin, halkın siyasi mücadelesi arttıkça, yükseldikçe işkence ve katliamlar, hak ihlalleri bir müddet geriliyor. Türkiye’de son 4-5 senedir işkenceler yaşanmıyordu ama son 1 senedir işkenceler başladı karakollarda, cezaevlerinde. Siyasi duruma göre değişiyor. 20-30 sene geçmiş artık devlet daha modernleşmiş, daha demokratikleşmiş diye bir şey yok. Devlet aynı devlet yani" sözleri ile bugün ile 16 Mart 1978 tarihinin arasında benzerliği anlattı.

'39 YILDIR ŞANS ESERİ YAŞIYORUZ'

Her yıl katliamın olduğu yere arkadaşları ile birlikte gittiklerini kaydeden Sürek, "Gittiğimizde aynı şeyleri tekrar yaşıyorum. Arkadaşlarımız için üzülüyoruz. O dönemde yaşadıklarımızı konuşuyoruz. Tabi çok fazla düşünmüyoruz ama o gün ölebileceğimizi 39 senedir şans eseri yaşadığımızı düşünüyoruz. O tür duygularla ama olayı ve arkadaşlarımızı unutmadığımızı göstermek için her sene orada bulunuyoruz" diye konuştu.

OLAYIN MAĞDURUYDU AVUKATI OLDU

Her ne kadar katliamın mağduru olsa da katliama ilişkin açılan davada avukatlık yapan Sürek, "Davaları takip ettik epey uzun sürdü. Davalardan da çok fazla sonuç çıkmadı. Zaten devletin dahil olduğu faili meçhul cinayetler, katliamların hiç biri şimdiye kadar doğru dürüst sonuçlanmadı. Failler cezalandırılmadı" dedi.

Yasin Kobulan / Muhammet Doğru - dihaber