Mahsun Mızrak’ın failleri 11 yıldır cezasız!

DİYARBAKIR - Diyarbakır’da 28 Mart 2006 tarihinde çıkan olaylarda hayatını kaybeden Mahsum Mızrak’ın (14) failleri, aradan geçen 11 yıla rağmen cezalandırılmadı. Ailenin avukatı Barış Yavuz, davanın kapatılmak istendiğini vurguladı.

Diyarbakır’da 28 Mart 2006 tarihinde başlayıp 3 gün süren olaylarda başına polislerce atılan gaz fişeğinin isabet etmesi sonucu yaşamını yitiren 14 yaşındaki Mahsum Mızrak'ın ölümünün üzerinden 11 yıl geçti. Olayların devam ettiği 30 Mart 2016 tarihinde cenazesi bulunan Mızrak’ın failleri özel harekat polisleri B.Ö, H.A. ve N.Ö. hakkındaki soruşturma, valiliğin izin vermemesi nedeniyle ancak 2009 yılında başlatılırken, aradan geçen 11 yılda failler cezalandırılmadı.

DOSYANIN EN BÜYÜK DELİLİ KAYBEDİLDİ

“Kasten adam öldürme” suçundan yargılanan polisler ile ilgili mahkeme heyeti ve Adli Tıp Kurumu’nun kimi skandal kararları ile devam eden mahkemenin 16 Mart 2012 tarihinde görülen duruşmasında, Jandarma Bölge Kriminal Laboratuvar Amirliği'ne gönderilen kapsül ile Mızrak'ın kafasına isabet eden kapsülün bir olmadığı ortaya çıktı. Dava dosyasının en önemli delili olan mermi çekirdeğinin adli emanette kaybolmasının ortaya çıkması ile mahkeme heyeti, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundu.

DELİL KARARTMALARINA RAĞMEN TUTUKLANMADILAR

Yine mahkeme heyetinin aralarında Mızrak’ın da bulunduğu 14 kişinin hayatını kaybettiği olayların tümüne ilişkin telsiz konuşmalarını istemesine cevap veren Emniyet Müdürlüğü, telsiz kayıtlarının 3 ve 5 yıllık periyotlar halinde imha edildiği savunması yaptı. Devam eden duruşmalarda meydana gelen delil karartma ve faillerin kaçma şüphelerine rağmen avukatların polisler hakkındaki tutuklama talebi reddedildi.

AİHM KARARINA RAĞMEN BERAAT TALEBİ

Uzun yıllar sürüncemede kalan davaya ilişkin Mızrak’ın yakınları, “Devlet görevlilerinin mecbur olmadıkları halde yakınlarına karşı kasten ölümcül bir güç kullandığı ve etkin soruşturma yürütülmediğini” belirterek, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvurdu. AİHM, Türkiye’yi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 2’nci maddesi uyarınca “yaşam hakkını ihlal etmekten” ve “etkin soruşturma yapmamaktan” suçlu buldu. AİHM’in verdiği iki ayrı ihlal kararına rağmen, karardan hemen sonra görülen ilk dava duruşmasında da duruşma savcısı, dosya kapsamında bütün delillerin incelenmesi sonucunda Mızrak'ın ölümüne sebebiyet veren eylemlerin sanık polisler tarafından gerçekleştirildiğine dair hür türlü şüpheden uzak ve cezalandırılmalarına yetecek derecede delil elde edilmediğini iddia etti. Savcı, polislerin beraatlarına karar verilmesini talep etti.

Dava, mahkemenin delillerin kaybedilmesine ilişkin yaptığı suç duyurusunun sonucunu bekliyor.

‘SORUŞTURMA DELİLLERİ YOK EDİLMİŞ BİR CEZA DOSYASINA DÖNDÜ’

Valiliğin izin vermemesi nedeniyle yaklaşık 3 yıl sonra 2009 yılında başlatılan soruşturma kapsamında 3 polisin ifade verdiğini; ancak suçlamaları kabul etmediğini hatırlatan Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Diyarbakır Temsilcisi ve Mızrak ailesinin avukatı Barış Yavuz, savcının beraat yönündeki mütalaasını eleştirdi. Polislerin verdikleri ifadelerde hangi silahların kendilerine zimmetli olduğunu bir türlü söylemediğini belirten Yavuz, “Biz dosya içerisinde zimmetli silahları bulduk. Mahkemeye bu zimmetli silahlar geldi. Bilirkişi incelemesinin jandarma tarafından yapılmasını istedik. Ve jandarmaya gittiğinde mühimmatın değiştirilmiş olduğunu gördük. Kafadan çıkan parçanın hangi silahtan çıktığı belli olacaktı; ancak bu parça değiştirilmişti. Böyle olunca da bu soruşturma, bu kovuşturma, bu ceza davası birdenbire delilleri yok edilmiş bir ceza dosyasına döndü. Delillerin nasıl değiştirildiğini biz de bilmiyoruz. Sonuç olarak Mahsun’un kafasından çıkan kapsül parçası ortada yok. Onun yerine bambaşka bir kapsül var” dedi.

‘DELİLLERİN KİM TARAFINDAN YOK EDİLDİĞİ HALEN BİLİNMİYOR’

Delillerin kim tarafından yok edildiğinin halen bulunamadığını ve ceza dosyasının da buna endekslenmiş bir şekilde devam ettiğini aktaran Yavuz, “Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yürürlüğe girmeden önce AİHM’e başvurmuştuk. Bu başvuru karara çıktıktan sonra AİHM hem usul hem de esas yönünden sözleşmenin ikinci maddesinden yaşam hakkının ihlal edildiğine karar verdi. Devletin öldürmeme yükümlülüğüne aykırı davrandığını hem de eğer öldürme olayı gerçekleşmişse bile bunun etkili bir şekilde soruşturma yükümlülüğünün ihlal edildiğine karar verdi. Ne kadar manidardır ki bu karardan sonraki ilk duruşmada da duruşma savcısı beraat mütalaasında bulundu” ifadelerini kullandı.

‘TARAFSIZ SORUŞTURMA YÜRÜTÜLSEYDİ DELİLLER KAYBOLMAZDI’

Etkin soruşturmanın bağımsız ve tarafsız kişilerce yapılmadığını ve soruşturma yürüten polislerin arkadaşlarını koruma ihtimali şüphesinin ortadan kaldırılmadığını vurgulayan Yavuz, “Sen bunu yapmadığın için de sonrasında deliller yok oldu. İşin başında tarafsız yerlerce soruşturma yürütülmüş olsaydı böyle şaibeli durumlar da yaşanmayacaktı. Etkin soruşturma açısından bu soruşturmayı gölgeleyebilecek düşünce ve kanaatleri ortadan kaldırmak gerekiyor” değerlendirmesinde bulundu.

‘DAVA KAPATILMAK İSTENİLİYOR’

Aradan geçen 11 yıla rağmen 28 Mart olaylarında yaşamını yitirenlerin hiçbirinin failinin bulunamadığını belirten Yavuz, “Geçen 11 yıla rağmen devam eden bir ceza davası söz konusu. Bu davalarda da ikide bir beraat mütalaası verilerek dava kapatılmak isteniliyor. Bu davanın sonuna kadar takipçisi olacağız. Beraat kararı da verilse dahi üst mahkemeye gidecek. Tekrar itiraz edeceğiz. Yine beraat isteseler zaman aşımına kadar devam edecek bu dava. Biz 2036 yılına kadar, ömrümüz yettiği kadar bu dosyanın takipçisi olmaya devam edeceğiz” dedi.

‘HUKUK DEVLETİNİN GEREĞİ İHLALLERİN ÜZERİNE GİTMEKTİR’

Türkiye’de yaşanan insan hak ihlallerine karşı bir cezasızlık kültürünün bulunduğunu vurgulayan Yavuz, “Ancak bu cezasızlık kültürüne karşı bir de gerçek var. Türkiye’de güvenlik güçlerinin faili olduğu, sorumlu olduğu gerçeği var bazı suçlar açısından. Bunların üzerine gitmek, bunları soruşturmak gerekiyor. Hukuk devletinin gayreti ve gereği budur. Özellikle kamu güçlerinin, devlet güçlerinin işlemiş olduğu fiiller, en çok hassasiyet ile soruşturulması gereken fiillerdir. Bir insan hakları ihlali yaşandığında ‘Biz bunun üstünü kapatalım’ gibi bir refleksin olmaması gerekiyor” eleştirisinde bulundu.

‘CEZASIZLIK AYNI UYGULAMALARI DOĞURUYOR’

Öldürülmenin mutlak olarak son çare olduğunu, ancak Türkiye’de defalarca son çare meselesine gerek görülmeksizin ilk çare olarak ele alındığına dikkat çeken Yavuz, “Bunun yanı sıra uluslararası hukuk bazı yükümlükler yüklemiş sana. ‘Etkin bir soruşturma yap. Bu meseleyi hallet’ diyor. Devlet bunu yapmadığı gibi savunmaya geçiyor. Savunma makamı devletin kendisi değildir. Gerekli soruşturma içerisinde o savunma zaten yapılacaktır. İşte bu cezasızlığı doğuruyor. Belinde silah ile hareket eden kişi ne yaparsa yapsın bunun etkin bir şekilde soruşturulmayacağını biliyor. Sur’da, Nusaybin’de, Cizre’de yaşananlara bakın. Soruşturmaların başbakanlığın iznine bağlayan bir yasa çıktı. Bu cezasızlıktır. Bu cezasızlık kültürünü yaymaktır. Buna devam ettiği sürece maalesef ki bu dosyalar cezasız kalacaktır. Ve güvenlik güçleri çok daha orantısız, kuralsız ve kaidesiz hareket edecektir. Çünkü yargılanmayacaklarını, yargılansalar dahi ceza almayacaklarını biliyorlar” dedi.