URFA - KHK’yle ihraç edilen Prof. Dr. Cengiz Erçin, “1980’li yıllarda mecburi hizmet yasasıyla Kürt illerine gönderilmiş bir hekim olarak, ekmeklerini yediğim insanların ve orada benim adımı taktıkları çocuklarının ölmesine razı olamazdım" dedi.
“Bu suça ortak olmayacağız” bildirisine imza attıkları için 1 Eylül 2016 tarihinde yayımlanan 672 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile ihraç edilen Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim üyeleri Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu, Prof. Dr. Ümit Biçer ve Prof. Dr. Cengiz Erçin, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra ilan edilen OHAL ile üniversiteler başta olmak üzere toplumdaki özgür düşünce ortamlarının ortadan kaldırmaya çalışıldığını belirtti. Bilimin iktidar denetiminde değil, özgür ortamlarda üretilmesi için mücadelelerinin devam edeceğini belirten akademisyenler, savaşa karşı barışı savunmak için attıkları imzalarının arkasında olduklarını ifade etti.
HAMZAOĞLU: KORKU DUVARINI ÇATLATIK
7 Haziran seçimlerinin yok sayıldığını belirten HDK Eşsözcüsü Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu, Suruç katliamıyla başlayan ve sonrasında Ankara katliamı ile devam eden şiddet ortamının herkeste çok büyük bir korku yarattığını belirtti. Bu korkudan korkunun tüm toplumu kapsadığını söyleyen Hamzaoğlu, "Özellikle Kürt illerinde sokağa çıkma yasakları süresiz haller almaya başladı. Bildiri ile yaşam hakkı ihlallerine ve Kürt illerindeki katliamlara son verilmesini istedik. Bir akademisyen ve bu ülkenin bir yurttaşı olarak, muhatabımız devlet olduğu için, yaşanmakta olan olayların sonlandırılmasını devletten isteyeceğimizi söyledik. İmzacılar olarak bu taleplerimizin halen arkasındayız. KHK ile ilk atılan bizler bu metinle Türkiye’de yaratılmak istenen korku duvarına bir taş atmış ve çok büyük bir çatlak oluşturmuştuk. Korku duvarının yıkılması konusunda bir çaba olduğu görüldüğü için hepimizin sessizleştirilmesi ve yok edilmesi girişimleri başlatılmıştı. Ocak 2016’dan itibaren barış imzacılarına yaşatılan süreci bu şekilde değerlendirmek gerekir” diye konuştu.
‘BİLGİ EROZYONA UĞRAYACAK’
AKP hükümeti döneminde üniversite sayısının var olanın 2 katından daha fazla sayıya çıktığını belirten Hamzaoğlu, şöyle devam etti: “Hem kadroları, hem de eğitim olanakları itibarı ile her hangi bir niteliği olmayan adeta meslek liseleri niteliğindeki üniversitelere şahit olmuştuk. 'Her bir ile üniversite kuracağız' dediler ve maalesef buraları taşımalı öğretim üyesi ile idare etmeye çalıştılar. Şimdi de birçok üniversitede neredeyse kapanan kürsüler var. Türkiye’de en azından 20 ya da 30 yıllık bilimsel bilgi üretiminin nasıl erozyona uğradığını göreceğiz. Bilimsel çalışma yapabilme olanaklarını ve motivasyonlarını kaybetmişler. Maalesef hep birlikte gelecek 2 ya da 3 yıl içinde uluslararası indekslerde de Türkiye’nin yerinin oldukça gerilemekte olduğunu izleyeceğiz.”
‘İKTİDARIN EGEMENLİĞİNDE ÜNİVERSİTELER İSTENİYOR’
Türkiye’de akademisyenlerin ihraç edilmesi ve daha sonra üniversitelere rektör atamaları ile ilgili yapılan yasal düzenlemeler ile iktidarın egemenliğinde üniversite istenildiğini söyleyen Hamzaoğlu, “Üniversiteleri düşünen, sorgulayan değil, itaat eden; dolayısıyla, bilimi değil, doğrudan doğruya sadece tekniği üreten yerler olarak görüyorlar. Bu ülke geleceğini karartmak demektir. Şu anda atılmış sayıların ötesinde üniversitede var olan her türlü itiraz odağını, her türlü sendikal örgütleme odağını, meslek odalarında örgütlenmiş arkadaşlarımıza da yakın zamanda bu uygulamanın gerçekleştirileceğini ön görmemiz gerekir. Esasında bizler KHK’lar ile yeniden çalışma anlamında dönmek değil, Türkiye üniversitelerinin engellenmemesi adına planlar projeler yapmalı ve bu temelde mücadele etmeliyiz” dedi.
BİÇER: İHRAÇLAR İLE BARIŞ SUSTURULMAK İSTENDİ
Türkiye’de 15 Temmuz darbe girişiminin siyasi iktidarın üniversiteyi belki de tüm ülkeyi yeniden reorganize etme planının bir parçasına dönüştüğünün altını çizen Prof. Dr. Ümit Biçer ise, “Toplum için bilim yapmaya gayret eden, toplumun sorunlarına odaklanan ve bu ülkedeki travmaları dert eden insanlar barış bildirisi gerekçe gösterilerek ihraç edildi. İhraçlar ile bu ülkedeki barış susturulmak istendi. İnsanların ortak yaşama arzusu yok edilmek istendi. Akademisyenler, ‘Bu suça ortak olmayacağız’ derken, bu ülkedeki ağır insan hakları ihlallerine, işkencelere, sokağa çıkma yasaklarına, cenazelerin gömülememesine, buzdolabında saklanan çocuklara dikkat çekmek istemişti” İfadelerini kullandı.
‘ÜNİVERSİTLER TERBİYE EDİLMEK İSTENİYOR’
İhraçların üniversitelerde özgürlük ortamının yıkılmasına yol açtığını dile getiren Biçer, şöyle devam etti: “Kocaeli Tıp Fakültesi'nden örnek vermek istersem, 1 Eylül Tarihinde biz tıp fakültesinden ihraç edilen 5 öğretim üyesiydik. Bu gün itibarı ile emekliliğini isteyen ve farklı kurumlara geçen insan sayısı 40’a yaklaştı. Akademi artık toplumun sorunlarına odaklanmak yerine daha çok sistem tarafından önerilen çalışmalara yöneltiliyor. Üniversitelerde var olan özgürlük ortamının üzerine gidilerek, öğretim üyelerinin özgür düşünceyi savunmaları ve bu yönde eğitim vermeleri engelleniyor. Bu ne anlama geliyor. Aslında bu topraklarda halkların barış talebine yönelik ciddi bir saldırıdır. Bu ülkedeki savaş politikalarının desteklenmesi yolunda üniversitelerin terbiye edilmek istenmesidir. Özgür düşünce ile bilim öğretmemizin önüne geçmeye karşı biz artık belki de kampüslerin içinde değil, toplum içinde halk ile birlikte halklar ile birlikte inşa etme sorumluluğunu taşıyoruz. Üniversitelerden ayrılan, ihraç edilen, kamu görevinden men edilen kişilerin önündeki en temel meselenin bu olduğunu düşünüyorum.”
ERÇİN: BARIŞ TALEBİNE ENGEL OLAMAZLAR
Barışı savunduğu için ihraç edildiğini ifade eden Prof. Dr. Cengiz Erçin de, “Barış ilaçtan daha iyi bir şeydir. Çünkü ilaç dediğiniz şey bir takım mikropları öldürürken, diğer canlıyı yaşatan şeydir. Bizim savunduğumuz barışın biyolojide karşılığı sembiyozadır. Farklılıklarımızı gözeterek, kabullenerek, bir diğerine hiçbir üstünlük doygusu yaşatmadan, biz bu ülkede barışın var olabileceğini düşünerek, bu bildiriye imza attık. Özellikle şehirlerde Cenevre Bildirgesi'nin ihlal edildiği, tank, top ile bir şehrin kuşatılmasına karşı çıktığımız için imza attık” dedi. Erçin, “Ben 1980’li yıllarda bu ülkede mecburi hizmet yasası ile Kürt illerine gönderilmiş bir hekimim. Ekmeklerini yediğim insanların ve orada benim adımı taktıkları çocuklarının ölmesine razı olamazdım. Buna kimse ama hiç kimse engel olamaz” diye konuştu.