DİYARBAKIR - Küçeleri ile ünlü Alipaşa ve Lalebey, "kentsel dönüşüm"ün kıskacında. Mahalleli, doğup büyüdükleri Sur için "Bırakıp nereye gideriz?" diye soruyor. “Susuzluktan fareler bile sokakları terk etti” diyor ve ekliyorlar: “Biz terk etmeyeceğiz.” Sur'un duvarlarındaki yazılamalar ise Ahmet Arif’in “Bir de ağzı var dili yok Diyarbekir Kalesi” dizelerini hatırlatıyor.
Tarihi avlulu evleri, bazalt taşları, kiliseleri, dut ağaçları, küçeleri ile ünlü, Diyarbakır'ın kalbi Sur'un Alipaşa ve Lalebey mahalleleri şu sıralar, "kentsel dönüşüm"ün kıskacında. Geçtiğimiz yıl, sokağa çıkma yasaklarının uygulandığı mahalleler arasında yer alan Alipaşa ve Lalebey'deki kimi evler, kepçeler tarafından yıkılırken kimi evler de yıkılmayı bekliyor.
Tarihi Urfakapı'dan girince Melikahmet Caddesi’nin sağına düşüyor Alipaşa mahallesi ve onun bitişiğindeki Lalebey. Her iki mahalle de, bazalt taşları ile inşa edilmiş dar sokaklara ve 100 yıllık tarihi avlulu evlere sahip.
Yıkım hakkında neler düşündüklerini öğrenmek üzere Alipaşa ve Lalebey'e gidiyoruz.
MAHALLESİNİ KORUYAN KÖPEK
Mahalleye adım atar atmaz çalı çırpı arasında kalan yıkık evler dikkat çekiyor. Mahalledeki sessizlik terk edilmişlik hissi verse de, mahalle içlerine doğru yol alınca oruçlu olan halkın, yaz sıcağında evlerinin serin avlularında (hewş) ya da evlerinin önlerine kurdukları taşların üzerinde komşularıyla oturduklarını görüyoruz. Bir evin damından başını uzatan siyah bir köpek, yabancı birilerinin mahallesine girdiğini hisseder gibi öfkeyle havlayarak karşılıyor bizleri.
DUT KOPARAN ÇOCUKLAR
Yazın sıcağına aldırış etmeyen Surlu çocuklar ise, kimi zaman top oynayarak kimi zamanda tırmandıkları ağaçlarda dut kopararak eğleniyor. Kopardıkları dutları mahalleye gelenlere Diyarbakır ağzıyla, "Almisan abla?" diyerek ikram ediyor.
Gündüz vakti su ve elektriğin kesildiği Alipaşa ve Lalebey'de, kadını erkeği, yaşlısı genci ve çocuklarıyla mahalleli kalmakta ısrar ediyor. Doğup büyüdükleri, anılarının hala capcanlı olduğu Sur'u terk etmek istemeyen halk, evlerini yıktırmamak için mahallelerini terk etmeyerek ya da duvarlara işledikleri yazılamalarla gösteriyor.
'ANCAK EVİMİ BAŞIMA YIKARLAR'
Evi için yıkım kararı alınanlardan 90 yaşındaki Zehra Büyürhan, ömrünü Sur'da geçirenlerden. İlerleyen yaşını yüzündeki çizgiler ele veriyor; ancak O, küçük yaşta devlet baskıları sonucu göç etmek zorunda kaldığı Sur'u terk etmek istemiyor. Yeni bir göç tehdidi ile karşı karşıya kalan Büyürhan, “Devlet rahat bırakmıyor. Gidecek bir yerim yok, ancak evimi başıma yıkar ve altında kalırım. Surların dibinde kalırım. Ne kimseye verecek kira param var, ne de başka bir şey. Devlet Sur’u terk etmemiz için baskı kuruyor, her gün ‘evi boşaltın’ tehditlerinde bulunuyorlar" sözleriyle yaşadıklarını dile getirdi.
'SUR'U BIRAKIP NEREYE GİDERİM?'
Mahallesini terk etmeyen Sur'un bir diğer sakini de Saime Öncü. 1990’lı yıllarda devletin köy boşaltma politikaları sonucu Silvan’ın Dağcılar (Cumatê) köyünden göç etmek zorunda kalanlardan. Sur’a yerleştikten bir yıl sonra babası devlet tarafından öldürülmüş Öncü'nün. Eşinden boşanan Öncü, 2 çocuğu ile birlikte Sur’da yaşıyor ve evini terk etmeyeceğini belirtiyor.
Sur’da yıkıma karşı direnen Öncü, evinin yıkılacağını; ancak buna karşı Sur’dan çıkmayacağını ve Sur içinde bulunan diğer mahallelerde derme çatma bir ev dahi bulsa kalacağını söyledi. "Sur’u bırakıp nereye giderim?" diye sorduğunda duygusallığını gizleyemeyen Öncü, konuşmasını şöyle sürdürdü: "Evlerimizi vermiyoruz, taşlarımızı, binalara değişmeyiz. Evimizi terk etmeyeceğiz. 16 yaşından beri buradayım, burada yaşlandım. Bu yaştan sonra Sur’u bırakıp nereye giderim. Babam öldürüldükten sonra artık köye dönmek istemedik. Sur dışında hiçbir yerde yaşamadık, Sur içinden çıkamam. Evimizi istiyoruz, kimsenin ekmeğini suyunu istemiyoruz. Sur’dan çıkaramazlar bizi. 30 yıldır bir yandan baskılar diğer yandan barış sözleri verildi. Barış diye diye evimizi başımıza yıktılar. En iyi yaptıkları bu oldu."
'FARELER BİLE BİZİ TERK ETTİ'
Akşam saatlerinde işten evine dönen ve evi de yıkılacak binalar arasında yer alan Hanifi Yavuz yıkıma öfkeli. Eşiyle konuştuğumuz sırada tozlu iş elbiseleri içerisinde evine giren Yavuz, üstünü değiştirmeden kameraları açmamızı ve içini dökmek istediğini söylüyor. Yavuz, başlıyor öfkesini kelimelerle anlatmaya: “Elektrik ve suları keserek Sur’u terk etmemiz dayatılıyor. 'Müslümanım' diyen biri bunları yapar mı? Bunların bize yaptıkları zulmü görebiliyor musunuz? Devletin bize yaptığını İsrail Filistin’e yapmıyor, elektriğini suyunu kesmiyor. Müslümanlık üzerinden siyaset yürütüyorlar; ama Müslümanları talan ediyorlar. Susuzluktan fareler bile bizi terk etti çöllere vurdu. Mahallede kedi kalmadı. Bunu iyi bilsinler; biz ölene kadar buradayız."
‘BU AVLUDAKİ BİR SANİYEYİ BİNALARDAKİ SENELERE DEĞİŞMEM’
Sıcakların 37 dereceyi bulduğu kentte bazalt taşlarından yapılmış avlusu yeni yıkanmış bir eve giriyoruz. Yaklaşık 100 yıllık ömrü olan tarihi evde hissedilen sıcaklık neredeyse 23 derece. Ev sahibi, “Bizden bu evi terk edip betonarme binalara hapsedilmemizi istiyorlar. Diyarbakır’ın cehennem sıcağında o binalarda klimalarla dahi insan yaşayamıyorken, ben nasıl bu avlumu terk ederim. Bu avluda geçirdiğim bir saniyeyi, o yüksek binalardaki senelere değişmem” diyerek evlerini terk etmeyeceklerini belirtiyor.
Sokakları dolaşırken karşılaştığımız duvar yazıları Diyarbakırlı ünlü şair Ahmet Arif’in “Diyarbakır Kalesi’nden notlar ve Adiloş bebenin ninnisi” şiirindeki “Bir de ağzı var dili yok Diyarbekir Kalesi” dizelerini akıllara getiriyor. Surlular da herkesin sessiz kaldığı Sur’un duvarlarına, taleplerini yazarak duyurmaya çalışıyor.
Ahmet Arif’in aynı şiirindeki son dizeleri mırıldanarak mahalleden ayrılıyoruz: “Bunlar, Engerekler ve çıyanlardır / Bunlar, aşımıza, ekmeğimize göz koyanlardır / Tanı bunları / Tanı da büyü...”
Zuhal Atlan / Özgür Paksoy - dihaber