MERSİN - Bingöl'ü ikinci ana rahmi olarak nitelendiren fotoğraf sanatçısı ve şair Mehmet Özer'e göre, bugün yaşanan karanlık süreçten çıkmanın yolu daha yüksek sesle seslenmek.
Aslen Artvinli olan fotoğraf sanatçı ve şair Mehmet Özer, "Bingöl benim ikinci doğumumdur. Bugün ısrarla sürdürdüğüm birçok değeri kazandığım ikinci ana rahmimdir" diyerek kendini tanımlıyor. Büyük bir duygu yoğunluğuyla yaşadıklarını anlatan Özer'in yolculuğu 1976 yılında Rize Lisesi'nden sürgün edilmesiyle başlıyor. Rize Eğitim Enstitüsünü okuduğu dönemlerde ırkçı gruplar tarafından okudukları lisenin basıldığını ve önlerine gelen öğrencilerin darp edildiğini belirten Özer, o dönem okulda yaşadıklarını şöyle anlatıyor: "Birkaç gün önce polis tarafından baskın yapılmış ve tüm zulalar patlatılmış elimizde kendimizi savunacak hiç emanet kalmamıştı. Durumumuz içler acısıydı. Yangın söndürme köşesi imdadımıza yetişti. İlk kez belki de yangın söndürme aletleri baltalar, kürekler, mızraklar, kovalar bir işe yaradı. O dönem saldırgan faşistleri perişan ettik. Sonra cezalar yağmaya başladı. Diyarbakır’dan gelen Fedai Alceylan sürüldü önce. Bingöl’e gitti. Ardından ben de Bingöl Lisesine gittim" diyerek Bingöl serüvenini anlattı.
SEN MİSİN 'EZ XORTE KURDİM' YAZAN
Kavganın Bingöl Lisesi’nde de devam ettiğini belirten Özer, yıllar sonra edebiyat öğretmeni Ömer Polat’la karşılaştığını iki arkadaşı dışında tüm arkadaşlarının öldürüldüğünü öğrendiğini sözlerine ekledi. Bingöl Lisesi'nde duvarda sigara izmaritiyle yazılı olan yazının hayatını çok değiştirdiğini vurgulayan Özer, "1976-1977 yılları Bingöl Lisesi’nde ırkçı saldırıların olduğu dönemlerdi ve yine Fedai ile omuz omuza vermiş dövüşüyorduk. Okul çıkışında saldırılara uğruyorduk. Gözaltına alındım. Bingöl Emniyeti'nde nezarethanede bekliyordum. Sigara izmaritiyle duvara yazılmış bir yazı dikkatimi çekti, okudum ve cebimdeki kağıt parçasına duvara yazılı olanları yazdım. Son bir üst araması yapacak ve bırakacaklardı. Şivesinden Karadenizli olduğunu anladığım bir sivil üstümü aramaya başladı ve cebimdeki kağıt parçasını ve üzerine yazılmış yazıyı buldu. Yüzünün rengi değişti ve burnumun üzerine bir yumruk attı, sırt üstü düştüm. Burnum kanıyor başım dönüyordu. Yüksek sesle kağıtta yazılanları okumaya başladı: 'Saçların kara, kaşların karaysa, sana kara belalı sevdam derim, Ez Xorte Kurdim' Büyük bir hınçla üstüme atıldı ve tekmelemeye başladı. 'Demek Kürt’sün he, Artvin’li Kürt he. Lazistan'ı kur sana biz yardım edelim' dedi ve durmadan vurup, duvardan duvara çarpıyordu. Duvara dayayıp uçan tekmeler deniyor, küfürler ve tehditler savuruyordu. Yanındaki polis 'dur öldüreceksin çocuğu' diye engel olmaya çalışıyordu" dedi.
'AX OĞUL' DİYEREK YARALARIMI ÖPERDİ
"Oysa ben 16 yaşındaydım ne Kürt bilirdim ne Kürdistan ne de Lazistan" diyen Özer, tek suçunun halkına inanmış bir devrimci olmak olduğunu söyledi. Yediği dayaktan sonra Bingöl- Elazığ girişinde bulunan Eğitim Enstitüsünün arka bahçe çöplüğüne atıldığını belirten Özer, zorlanarak oradan çıkmaya çalıştığı ve uyandığında kendini Mehmet Ali Han isimli bir arkadaşının evinde bulduğunu belirtti. Mehmet Ali Han'ın Bingöl Enstitüsünde okuyan bir genç olduğunu ve kendisini okulun çöpünden alarak kendi evine Bingöl'ün Karlıova İlçesi Mikail Köyüne götürdüğünü belirtti. Bingöl'de tek Türk olduğu için tanındığını kaydeden Özer, "Türkiye'den sürgün gelen devrimci kahraman gibi görüyorlar beni. Oysa çocuğum ben. Karakol'da ölmeyeyim diye atmışlar beni çöplüğe. Hep derim ben çöpten çıkan birisiyim. Mehmet Ali'ler köyün en yoksulu iki keçilerinden başka gelirleri yok. Rıza Han baba inşaat işçisi. İki kızkardeşi bir annesi var evde Türkçe bilmiyorlardı. Annenin tek bildiği Türkçe oğul kelimesiydi. Çok iyi hatırlıyorum benim yaralarımı sarıp öperdi kadın ve inleyerek 'Ax Oğul' derdi." diyerek anlattı yaşadıklarını. "Ax Oğul" kelimesinin kendisine binlerce kitabın anlattığı seslenişten daha da etkili olduğunu dile getiren Özer, "Heves anam beni öpücüklerden doğurdu. O yaralarımı öperek beni iyileştirdi. Tekrar hayata döndüm. Hiç tanımadığım ancak beni oğulları yerine koyan bir ailenin içerisindeydim" dedi.
'RUHUM ORADA BİÇİMLENDİ'
"Benim ruhumu biçimlendiren Bingöl’dür" diyen Özer, hayata dönüşünden sonra ikinci toplumsal dönüşümünü de burada yaşadığını söyleyerek, "Bu da ahlak dersiydi" dedi. Orada yaşadığı dönüşümü "Ruhum orada biçimlendi" diyerek anlatan Özer, gittiği evin iki bölümden oluştuğunu bir bölümünde keçilerin kaldığını diğer bölümde de ailenin yaşadığını belirtti. Özer, "Ben de bekliyorum ki akşam beni bir odada yatıracaklar. Şurası senin odan diye akşam oldu yatılacak kocaman bir yatak dolaptan çıkarılıp serildi. Ondan sonra yastık ve yorganları da üzerine koydular. Baktım Heves ana keçilerin yanına gitti üzerine bir şey giyip, geldi yattı. Rıza babam gitti geldi yattı. Kız kardeşlerim yattı sıra bana geldi bana tuhaf geldi. Solcuyum ama kafamda oturtmadığım bir şeyler var uyuyamadım. Ben böyle düşünürken bu durumu Rıza babam anladı. Dizinin üzerine doğruldu ve dedi ki bana 'Ben senin ne düşündüğünü anlamışım. Seni ben kendime evlat bilmişim. Evladım olacak kadar onurlu bir çocuksan bunları düşünmez ve uyursun. Düşündüğün gibi onursuzsan evimi terk et' dedi. Bu laflar yüzüme yumruk gibi geldi ve uyudum. Ömrümde uyuduğum en güzel en huzurlu uykuydu" ifadelerinde bulundu.
'HER NEFESİM BİR BORÇ'
Ahlakın insanın bilinciyle; bedeni ile ilgili olmadığını öğrendiğini dile getiren Özer, "Dolayısıyla benim halkıma, Rıza babama, Heves anama, lisedeki okul arkadaşlarıma bir borç olarak bilirim her nefesimi. Onun için şiir okur, fotoğraf çekerim. Birilerine bir soluk bir faydam olsun diye yaparım. İnsanlar benim gibi eşit olsun diye yaparım" diyerek mücadele arkadaşlarına olan borcunu ödemeye çalıştığını kaydetti. Ankara'da Toplumcu Gerçeklik Atölyesi açtığını dile getiren Özer, toplum içerisinde belli bir sorunu belirleyip, onların öykü ve fotoğraflarını çektiklerini kaydetti. 2011 ile 2013 yıllarında Sur için bir çalışma yaptığını kaydeden Özer, orada Sur halkının yaşadıklarını, göçünü, faali meçhulleri ve tarihini yansıtan bir çalışma yaptıklarını dile getirerek," Sur halkının öykülerini ve fotoğraflarını çekerek anlattık, eğer şimdi devlet Sur'da neyi yok etti derseniz bizim yaptığımız çalışmaya bakacaksınız. Göreceksiniz ki insanlar yok, ağaçlar yok, evler ve güvercinlerde yok artık. O enkaz kentte hayat tümüyle bir enkazdan ibaret" dedi.
'DAHA YÜKSEK SESLE SESLENMEK GEREKİR'
Ölmeden Dersim Soykırımının da izlerini sürmek istediğini kaydeden Özer, çalışmalarıyla tarihsel dönüşüme bir katkı yapmayı hedeflediğini dile getirdi. "Eğer şarkılar susmuşsa, susturulmuşsa, insanlar sessiz konuşuyorsa ve kalabalıklar geri çekilmişse senin bir adım öne çıkman gerekir" diyen Özer, "Daha büyük sesle seslenmen gerekir. Çünkü milyonlar içinde seslenmek, sesin başkasına benzemesidir. O gün sen kendin olacaksın kendi sesinle haykıracaksın, senin sesin, senin şiirin, senin fotoğrafın, senin şarkın bu geceye yakılmış bir ışık olacak. Bu gün hayır demelisin. Ancak sesinin değeri böyle açığa çıkacak. Oysa o zamanları bugüne taşıdığımız kadar insanız. Bunu bilir, bunu söylerim. Bildiğim başka bir şey daha var ki ben dünkü o çocuğum. Benden önce giden kardeşlerim, sizin için söylüyorum şarkınızı" dedi.