İSTANBUL – Cumhuriyet davasında savunma yapan gazetenin okur temsilcisi Güray Öz, basın kuruluşlarına ve gazetecilere yönelik soruşturma ve tutuklamalara değinerek, “Savcılar artık gazeteciliği yargıladıklarını da açık açık yazıyorlar. Gazetecilik yargılanamaz. Mahkum edilemez. Bugün başarılı olsa bile yarına kalmaz” dedi. Öz "Cumhuriyet gazetesinin alnı aktır" diye konuştu.
Cumhuriyet gazetesi avukatlarından Bülent Utku’nun ardından gazetenin okur temsilcisi Güray Öz savunma yapmaya başladı. Öz, “Ben darbecilerden hiç hazzetmem 12 Mart'ta da 12 Eylül'de de darbelerden hiç hoşlanmadım. Bu nedenle tarafıma yöneltilen suçlamaları reddediyorum” dedi. İddianamede kendisine yöneltilen suçlamalara değinen Öz, savunmasına şunları dile getirdi: “Laik, demokratik bir Cumhuriyet için çaba gösteren gazetecilik ilkelerine ömrü boyunca sadık kalmış bir gazeteci olarak şeriatçı, darbeci terör yöntemlerini benimseyen örgütleri desteklediğim, ‘üye olmamakla birlikte örgüte bilerek isteyerek yardım ettiğim’ iddiasını şiddetle reddediyorum. Soruşturmayı açan yürüten savcının FETÖ ile ilişkili bir davadan yargılanıyor olmasını da iddianın mesnetsizliğinin önemli bir kanıtı sayıyorum. Hiçbir zaman bir terör örgütüne üye olmadım, herhangi bir terör örgütüne yardım olarak sayılabilecek bir eylem içine girmedim. İddianamede terör örgütleri ile ilişkili olduğuma dair tek bir somut kanıt bulunmamaktadır. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Uluslararası Haber Ombudsmanları Birliği, Avrupa Türk Gazeteciler Birliği ve PEN Türkiye üyesiyim.
Savcının suçlamaları hukuki temelden yoksundur. Hemen söylemem gerekir ki suçlamalarda yasaların suçlamaların kişilerle bağlantısının kurulması ilkesi ihlal edilmiş, suçlamaların birtakım emarelere değil somut kanıtlara delillere dayanması gerektiği ilkesi göz ardı edilmiştir. Oysa somut delil zorunluluğu daha gözaltı aşamasında şart koşulmakta, Ceza Muhakemeleri Kanunu'nun 91. maddesinde bu konunun altı çizilmektedir. Gözaltılarla ilgili olarak yasa koyucu daha önce var olan ‘emarelere’ terimini maddeden çıkarmış, ‘gözaltına alınma kişinin bir suç işlediği şüphesini gösteren somut delillerin varlığına bağlıdır’ demiştir. Ama her şeyden önce Anayasa'nın 38'inci maddesinde açık ve net bir şekilde ‘ceza sorumluluğu şahsidir’ denildiğini hatırlıyorum.
Türk Ceza Kanununun 20. maddesinde de ‘ceza sorumluluğu şahsidir’ denilerek bu temel ilke açıkça belirtilmiştir. Ayrıca izleyen 21. madde de ‘suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır’ denilerek, savcının sık sık kullandığı ‘bilerek isteyerek’ klişesinin delillendirilmesi iddianamenin hiçbir satırında gerçekleştirilmemiştir.
Savcılar, vakıf yönetim kurulu üyelerinin yayınlardan sorumlu olduğunu iddia ediyorlar. Savcıların bu iddiasının tersine gazetenin sahibi konumundaki vakfın -ki bu gazetenin künyesinde açıkça belirtilmiştir- sorumluluğu bulunmamaktadır.
SANIYORLAR Kİ…
Sanıyorlar ki vakıf yönetim kurulu üyeleri her akşam gazete basılmadan önce yayını gözden geçirecekler, şu olsun bu olmasın öyle olsun böyle olmasın diyebilecekler. Fiziki imkansızlığın iddia edilen suçun oluşmasının önünde temel bir engel olduğu, olmayan hukuki sorumluluk iddiasını tümüyle boşa çıkardığı hiç dikkate alınmamıştır.
Bir diğeri vakıf yönetim kurulu üyelerinin tasfiye edildiği iddiasıdır. Vakıf yönetim kurulu üyeleri İnan Kıraç ve Nevzat Tüfekçioğlu ifadelerinden de anlaşılacağı gibi18.02.2014 tarihinde yönetim kurulu üyeliklerinden istifa etmişlerdir. Zamanında yönetim kurulu üyesi Şükran Soner de aday olmayacağını açıklamıştır. Peki ben vakıf yönetim kurulu seçilmemden önce, yönetimden istifa ederek ayrılan kişileri nasıl tasfiye etmiş, olmayan böyle bir eyleme katılmış olabilirim? Bu seçimden önce yönetimden istifa ederek ayrılan kişileri “tasfiye etmek” eylemine katılmış olabilir miyim? Henüz üyesi olmadığım bir kuruldan söz ediliyor; ikincisi ise ortada bir tasfiyenin değil istifanın söz konusu olmasıdır. Bu iddia benim açımdan üzerinde durulmaya değer bir iddia değildir.
YALNIZCA HABERLERDEN SÖZ ETMEKTEDİRLER
Üzerinde durulması gereken bir diğer temel iddia yayın politikasının değiştirilip değiştirilmediği iddiasıdır. Savcıların bir yayın politikası değişikliğinden söz etmeleri, bu davanın konusunun yazı, haber, makale kısaca gazetelik olduğunun somut kanıtıdır. Zaten konu gazetecilik olduğu için de savcılar delil diye, kanıt diye yalnızca haberlerden yazılardan manşetlerden söz etmektedirler.
Savcı iddiasını yasada öngörülen yöntemlere göre seçilmemiş, konu ile ilgili uzmanlığı bulunmayan bilirkişinin, daha doğrusu bilmez kişinin afaki, haber ve yazılarda, manşetlerde görmek istediklerini gören, niyet okuyan yorumlarına dayandırıyor.
Bir diğer kategori ise ömürlerinin önemli bir bölümünü FETÖ’ye hizmetle geçirmiş kişilerdir. Onların ifadelerinin iddianamede kanıt olarak sunulması tuhaftan da ötedir.
Her koşulda haberlerde, manşetlerde niyet okumayı bırakmak, yazıları doğru anlamaya gayret etmek gereklidir. Bunun için de yazıların içinden tek bir cümleyi cımbızlamak yerine bütününe bakmak zorunludur.
Savcılar ve onların bilirkişisi ve tanıkları delil olarak sunulan haberlerde, manşetlerde yalnızca niyet okumakla kalmıyor, haberleri başlıkları açıkça çarpıtıyorlar. İddia edilen tarihlerde, yani 2013 – 2016 arasında gazeteyi nesnel bir şekilde taramış, gözden geçirmiş olsalardı onlarca haberin Fethullah Cemaatinin, darbeci teröristlerin yaptıklarını, ülkeye verdikleri zararı açık net bir şekilde yansıttıklarını da görebileceklerdi. Ama besbelli görmek istememişler. Gazetenin editoryal alanında çalışan arkadaşlar eminim size bu örnekleri sunacaklardır.
Gazeteler kimi zaman ‘zamanın ruhuna’ kapılabiliyor; iktidarlar değiştikçe ağır basan politikalar zorladıkça ya da gazete sahipleri değiştikçe yayın politikalarını terk edebiliyor, kendilerine yeni bir rota çizebiliyorlar. Kuşkusuz bu durum etik olarak hoş karşılanabilir bir durum değildir.
CUMHURİYET GAZETESİNİN ALNI AKTIR
Cumhuriyet gazetesinin alnı aktır. Öncesinde de sonrasında da gazete bir meczubun peşinden gidenleri uyarmış, takiyeye dikkat çekmiş, yayın politikasındaki tutarlılığı korumuştur. Bu nedenle Ergenekon davalarında başyazarı ve yazarları sanık yapılmıştır. Buna rağmen ilkeli, tutarlı yayın politikası hiçbir değişikliğe uğramadan sürmüştür. Bu nedenle ne kadar çaba gösterilirse gösterilsin gazete herhangi bir terör örgütü ile ilişkilendirilmeyecek, bu türden iddialar kanıtlanamayacak, olmayan işler olmuş gibi gösterilemeyecektir.
Çünkü Cumhuriyet gazetesinin yayın politikasının temel ilkeleri; cumhuriyetçilik, laiklik ve demokrasi, gazetenin türü cinsi ne olursa olsun terör örgütleri ile ilişkilendirilmesinin karşısında sağlam bir kalkandır.
Cumhuriyet gazetesinin yayın politikasının sürekliliğinin dayandığı temel, uyguladığı vakıf modelidir. Bu model yurtdışında da ilgiyle izleniyor. Özelliği sermaye sahipliğine dayanmaması, kar amacı gütmemesi, demokratik işleyişi ve en önemlisi redaksiyonla, editoryal alanla sahipliği birbirinden kesin çizgilerle ayırmasıdır. Bu konu gazeteciliğin en temel konusu ve sorunudur. Çünkü gerçek gazetecilik, kendi temel ilkelerine bağlı yayın yapan gazeteciler eliyle patron ve siyasete açık patronaj sisteminden kurtulabildiği, özerkleşebildiği ölçüde gerçekleşir. Gelişen olayları, değişen koşulları hep bu temel ilkeler ışığında görmüş, yorumlamış olan Cumhuriyet gazetesi gazeteciliğin temel ilkelerinden de hiç ama hiç taviz vermemiştir.
Gazetenin bir yazarı, vakıf yönetim kurulu üyesi olarak bu görüşlerimi belgelemek isterim.
Cumhuriyet gazetesi baştan beri izlediği bu yayın çizgisini tam da yayın politikasının değiştiğinin iddia edildiği tarihlerde yayın ilkelerini yayımlayarak, anı belgeleyerek ortaya koymuştur.
Bu belge dört kişilik bir komisyon tarafından hazırlandı. Komisyonun üyeleri Güray Öz, Hakan Kara, Tora Pekin ve bu davada savcıların kimi sözleri kanıt gibi gösterilmeye çalışılan kendisinin böyle bir tanıklığı reddettiğini söyleyen Mustafa Balbay’dır. Hazırlanan belge Yayın Kurulu üyelerinin (Ali Sirmen, Prof. Dr. Emre Kongar, Şükran Soner) onayına sunulmuş, daha sonra Vakıf Yönetim kurulunca kabul edilip yayımlanmıştır.
İddianamede tarafıma yöneltilen bir başka suçlama Cumhuriyet okurlarının isteklerini göz ardı etmiş olduğum iddiasıdır.
Hiç kuşkusuz bu iddia, açıkça gerçekleri örtmeyi, bir algı yaratmayı, sizleri de yanıltmayı amaçlıyor. Gerçek tam tersidir.
OKURA DİKKAT ÇEKMELİYİM
Öncelikle Cumhuriyet okurunun özelliklerine dikkat çekmeliyim. Cumhuriyet okuru gazetesi ile çok yakından ilgili bir okurdur. Bunu da bana gelen yüzlerce iletiden, telefon iletişiminden ve mektuplardan biliyorum. Okur ilgili ve aktiftir ve bu aktivite öyle az sayıda okurla sınırlı değildir.
NEYE DAYANDIRIYOR?
Peki savcı benim okurların isteklerine, eleştirilerine ilgisiz kaldığım, yanıt vermediğim, eleştirileri ilgili yerlere iletmediğim iddiasını neye dayandırıyor? Çok basit. Kendine CUMOK Koordinatörü sıfatını yakıştırmış bir kişinin iddialarına. Suçlama bu kişi ve çevresinde toplandığını iddia ettiği, sayıları kendi aktardığına göre 330 kişi olan bir grubun, gazeteye bir bildiri ile başvurduğu, bu bildirinin yayımlanmasını istediği, isteğinin yerine getirilmediği ve benim de bu isteği yönetime iletmediğim şeklindedir. Koordinatör sıfatını kendine yakıştırmış kişi terörle mücadele biriminde verdiği ifadesinde, hem isteklerini yönetime ilettiklerini söylüyor hem de benim söz konusu bildiriyi yönetime iletmediğimi iddia ediyor.
Tüm Cumhuriyet okurları CUMOK’ tur. Bunun dışında hiyerarşik bir örgütlenmesi olan, MYK’sı olan, kapıları kapalı bir teşkilat bilmiyorum. Kısacası birileri çıkıp biz Cumhuriyet okurlarını temsil ediyoruz iddiası ile ortaya çıkamaz, çıksa da ciddiye alınamaz.
Bu kendine koordinatör adını takmış kerameti kendinden menkul kişinin ve söz konusu bildiriyi onayladıklarını söylediği 330 kişinin gazeteden talepleri hiç kuşkusuz ciddiye alınabilecek istekler değildi. Şu yazar atılsın, bu yazar öyle yazmasın, öteki yazar kınansın türünden istekler, hiçbir zaman hiçbir yerde kabul edilemez. Bu arkadaşların gazetenin fikri yapısı konusunda sağlam bir görüşe sahip olmadıkları anlaşılıyor. Cumhuriyet gazetesinde Atatürkçüler, sosyal demokratlar, sosyalistler, demokratlar, ulusalcılar, liberaller her zaman kendilerine yer bulmuşlardır. Yeter ki temel ilkelerden; laiklik, cumhuriyet ve demokrasi ilkelerinden taviz vermesinler.
Benim Cumhuriyet okurlarının isteklerini göz ardı ettiğim iddiası ise gerçekten çok çürüktür.
Tamam, böyle yazdınız ama bakalım yerine getirdiniz mi, diyeceklere bu köşede yayımlanan 1000'i aşkın iletiyi göstererek yanıt vereceğim. Size de bu iletileri bir dosya halinde sunuyorum.
OKSİMORON İÇERİYOR
Bir diğer suçlama görevi kötüye kullanma vakfı zarara uğratma iddiasıdır. Bu iddia öncelikle benim kısıtlı bilgimin bile isyan ettiği bir oksimoron içeriyor. Türk hukukunda ve sanırım hiçbir ülkenin hukuk sisteminde ‘karşılıksız borç verme’ diye bir tanımlama yoktur. Borç veriyorsanız alan kişi - kurum genellikle faiziyle birlikte geri ödemeyi kabul eder. Tersi bağış olur, hibe olur. İkinci itirazım ya da anlamadığım ‘borca batık şirket’ meselesidir. Burada söz edilen Yeni gün A.Ş. hala yaşadığına, iflas etmediğine ve gazeteyi çıkarmaya, personelin ücretlerini ödemeye devam ettiğine göre bu tanımlamada da bir tuhaflık var. Benim anlamakta zorlandığım konuyu avukatlarım ayrıntılı bir şekilde ele alacaklardır.
DAHA KOMİK
Hakkında FETÖ’den soruşturma yapılan bir kişiyle iletişim kurduğum iddiası da biraz ya da belki birazdan fazla komiktir. İletişim kurduğum iddia edilen kişi Çankaya'da bir pidecidir, ben arada bir pide ısmarladığım pidecinin hakkında soruşturma yürütülen bir kişi olduğunu bilme şansına nasıl sahip olayım ki... Arada bir, en son da doğum günümde bir pide ısmarlamışız. Yine son edindiğim bilgi ise söz konusu kişinin FETÖ’den değil başka bir olay nedeniyle soruşturulduğunu ve olay hakkında takipsizlik kararı verildiğini gösteriyor. Demek ki savcının iddialarının en başına yazdığı bu iddia da boş çıkmış durumdadır. Peki savcılar, mahkemeler sundukları iddianamelerde hiç araştırmadan bu türden iddialara nasıl yer verebiliyorlar?
YARINA KALMAZ
Savcıların hakkımdaki iddialarını tek tek ele almaya gayret ettim. Hiçbir delile, kanıta rastlamadım. Tüm iddiaları savcının severek kullandığını hissettiğim ifadeyle bir kül olarak reddediyorum. Tahliye edilmemi ve beraatimi talep ediyorum.
Savcılar artık gazeteciliği yargıladıklarını da açık açık yazıyorlar. Gazetecilik yargılanamaz. Mahkum edilemez. Bugün başarılı olsa bile yarına kalmaz.”
Çapraz sorguda üye hakim Ayşe Yıldırım’ın KCK Eşsözcüsü Cemil Bayık ile yaptığı röportajı hatırlatarak, Öz’e “Okuyucunun tepkisi oldu mu” diye sordu. Öz, üye hakimin sorusuna “hayır” yanıtını verdi.
Hastalığına dair dosyada rapor olmasına rağmen üye hakim Öz’e, “Sizin kronik bir rahatsızlığınız var mı?” diye sordu. Avukatlar tepki gösterdi. Bunun üzerine üye hakim “Sol eliniz titriyor da” ondan sordum. Avukatların tepkisi üzerine üye hakim bu defa “Tahliye falan istersin belki” diye yanıt verdi.
Öz’ün ardından gazete yöneticisi Önder Çelik savunma yapacak.