Ahmet Şık: Aradığınız örgüt şu an ülkeyi yönetiyor

İSTANBUL - Cumhuriyet davasında savunma yapan gazeteci Ahmet Şık, aranan örgütün siyasi parti kılığında ülkeyi yönettiğini belirterek, "Hak, adalet, hukuk, insanlık çağrıları size ulaşmıyor. Dolayısıyla hiçbir talebim de olmayacak. Hiçbir zalimlik, tarihin akışını engelleyemez" dedi.

Cumhuriyet gazetesinin 11'i tutuklu 17 yazar, yönetici, çizer ve çalışanının yargılandığı davanın ilk duruşmasına üçüncü günde devam ediliyor. Çağlayan’da bulunan İstanbul Adliyesi'ndeki 27. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın duruşmasında Cumhuriyet Kitap eki Genel Yayın Yönetmeni Turhan Günay savunması ardından gazeteci Ahmet Şık'ın savunmasına geçildi. Sözlerine 3 yıl önce 2014’te yayımlanan "Paralel Yürüdük Biz Bu Yollarda" isimli kitabının önsözünden bir alıntıyla başlayan Şık'a mahkeme başkanının "Savunma kapsamında kalın. Köşe yazmıyorsunuz" demesi dikkat çekti. Şık ise "Köşe değil savunma yapıyorum" dedikten sonra savunmasına devam etti.

'TEK GERÇEK DARBECİLERİN KATLETTİKLERİ'

Şık'ın savunmasının satır başları söyle:

"Bu kitap yayımlandıktan sonra AKP ve Gülen Cemaati arasındaki savaş daha da şiddetlendi. 2007’deki Ergenekon soruşturmalarıyla başlayan sahte bir tarih yazımı sürecinin iktidar ve suç ortaklarının devletin ve ülkenin yağmalanmasında kimin daha çok pay alacağıyla ilgili savaş bir darbe kalkışmasına kadar uzandı. 15 Temmuz 2016’da 250 insanın katledildiği kanlı bir kalkışma yaşandı.

Tek failinin Gülen Cemaati olduğuna inanmamız istenen bu kalkışmanın hükümet tarafından önceden bilindiğine yönelik ciddi kuşkular var. Üzerinden bir yıl geçtiği ve çok sayıda soruşturma açılmasına rağmen kuşkular azalmak yerine giderek arttı. İhtiyaç duyulan ‘Kontrollü Kaos’ için yol verildiği zannına kapılmamıza neden olan birçok emaresiyle karanlıkta kalması istenen 15 Temmuz darbesi son 10 yıla yayılan sahte tarih yazımının da en önemli kilometre taşı oldu. İçinde sıklıkla geçen ‘demokratikleşme-sivilleşme’ sözcükleriyle, yalanlarla kurgulanmış bu sahteliğin tek gerçeği ise darbecilerin katlettiği insanlar oldu.

KARANLIK GÜNLERDEN GEÇİYORUZ

Darbenin karanlıkta bırakılmak istenen yanlarına dair sorular sormamız, ‘Kontrollü Kaos’ dememiz boşa değil. Kalkışmanın hedefindeki kişi Recep Tayyip Erdoğan henüz ülke kan gölünün ortasındayken niyetini açık eden cümleyi ağzından kaçırmış, 'Bu darbe bize Allah’ın bir lütfüdür' demişti. Lütuf denilerek kastedilenin ne olduğunu hep birlikte gördük, yaşadık, yaşıyoruz. Hakikati dile getirenlerin, suç düzenine itiraz edenlerin, gasp edilen haklarını talep edenlerin seslerinin kısılıp boğulmaya çalışıldığı ve giderek koyulaşan karanlık günlerden geçiyoruz.

TOPLUMUN TÜRK-İSLAM DİZAYNINA HIZ VERİLDİ

KHK’lerlv devletin ve toplumun Türk-İslamcı bir biçimde dizaynına hız verildi. ‘Bizden olanlar - olmayanlar’ ayrımının tek ölçüt kabul edildiği kuşkularını haklı çıkaran uygulamalarla kamudan tasfiyeler başlatıldı.

Yıllarca öğrenci yetiştirmiş bilim insanları, öğretmenler bir anda ‘terörist’ olduklarına hükmedilerek işsiz bırakıldılar. Hakkı olanı geri almak için mücadelesini açlık greviyle sürdürenlere dahi yanıt hapishane oldu. Fiili olarak ortadan kalkmış olan güçler ayrılığı prensibini resmi olarak da ortadan kaldıracak düzenlemelerin yolu OHAL koşullarında, sandık güvenliği olmadan yapılan şaibeli bir referandumla açıldı.

HDP'NİN EŞGENEL BAŞKANLARI ESİR EDİLDİ

Türkiye’de her zaman sorunlu olan, istisnai örneklerle varlığını kanıtlamaya çalışan yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı, kendilerini iktidarın menfaatlerine memur tayin eden hakim-savcılar eliyle tamamen ortadan kalktı. Tutuklama terörüyle gasp edilen kişi özgürlüğünün ihlali, geçerli 6 milyon oy sahibinin iradesini temsil eden Meclis’in üçüncü büyük partisine de uzandı. HDP’nin eş genel başkanları, milletvekilleri ve yine seçilerek göreve gelmiş birçok belediye başkanı esir edildi. Ve hatta bu tutuklamaların yolunu açan düzenlenmeyi ‘teröristleri koruyorlar’ tezviratı yapılacak korkusuyla onaylayan ana muhalefet partisi CHP’nin bir vekiline kadar vardı tutuklamalar.

GAZETECİ HAPİSHANESİ ÜNVANINA KAVUŞTU

Darbenin engellenip demokrasinin taçlandırıldığı söylenen ülkede yazılı, görsel, işitsel yayın yapan onlarca medya organı kapatıldı. Soruşturma, dava, tutuklama tehditleri ve ekonomik baskılara rağmen hâlâ direnmeye çalışan birkaç gazete ve bir avuç gazeteciyi saymazsak hakikati perdelemeden yayın yapan tek bir medya organı ve gazeteci kalmadı. 150’den fazla gazeteci de hapislere tıkılınca Türkiye yeniden ‘dünyanın en büyük gazeteci hapishanesi’ unvanına kavuştu. Öyle ki; Türkiye tek başına, diğer bütün ülkelerin hapishanelerinde tutulan gazetecilerin toplamından daha fazla esire sahip konumunda.

TUTUKLANMAYACAĞINIZ GARANTİSİ YOK

Cumhurbaşkanı Erdoğan uykusunda konuşsa canlı yayın yapmak zorunda olan televizyon kanallarında, iktidar komiserleri olmadan siyasal program yapmak da yasak. Medyanın durumu böyle olunca, siyasal eleştiri mecrası olarak sadece sosyal medya araçları kalmış oldu. Eğer erişim engellenmemişse, eğer internet devlet sansürüyle kesilmemişse, eğer AKP’nin kadrolu internet trolleri ve muhbir vatandaşlarının ve savcılarının hoşuna gitmeyecek şeyler yazmamışsanız eleştiri hakkınızı kullanmanın önünde bir engel yok. Ancak, bu hakkınızı kullandığınızı için tutuklanmayacağınızın garantisi de yok.

CUNTA İKTİDAR OLDU

Bir lütuf olarak görülen kanlı bir kalkışmadan bugüne uzanan süreçte ortaya çıkan, biraz önce özetlediğimiz tabloya baktığımızda, iddianamelerde anlatılan bu amacın gerçekleşmediğini kim söyleyebilir? Türkiye Cumhuriyeti devletinin tüm Anayasal kurumları olan Yasama, Yürütme ve Yargı erkleri ele geçirilmedi mi? OHAL ve KHK’ler aracılığıyla devleti, toplumu ve fertleri kendi ideolojileri ve menfaatleri doğrultusunda dizayn etmeye çalışmıyorlar mı? Devleti ve ülkenin kaynaklarını talan etme niyet ve kararlılığında, oligarşik özellikler taşıyan bir zümre eliyle ekonomik, toplumsal ve siyasi gücü yönetmeye çalışmıyorlar mı? İşte bu nedenlerle Gülen Cemaati’nin en büyük yenilgisi olan 15 Temmuz Kalkışması, aynı zamanda en büyük zaferidir.

SORUMLUSU YOKMUŞ GİBİ DAVRANILIYOR

Tam da bu nedenle Fethullah Gülen ve cemaati ne istediyse, Recep Tayyip Erdoğan ve AKP hükümeti vermiştir. Şimdiyse, kanlı bir kalkışmanın ardındaki güçlerden birisi olduğu kuşku götürmez bir gerçek olan Gülen Cemaati’nin, FETÖ diye anılan bir canavara dönüşmesinde hiçbir sorumlulukları yokmuş gibi davranıyorlar.

YANILDIKLARINI GÖSTERMEK İÇİN ANLATMAYA DEVAM EDELİM

Suçlu olduklarını söylemeyelim, gerçekleri anlatmayalım istiyorlar. Medyanın neredeyse tamamını iktidarlarının borazanı haline getirenler, suçlarını ve kötü niyetlerini ortaya koymakta diretenleri ise hapsederek susturmaya çalışıyorlar. Korkacağımızı, susacağımızı sanıyorlar. Bir kez daha yanıldıklarını göstermek için anlatmaya devam edelim…

EN BÜYÜK SORUMLU ERDOĞAN VE AKP'DİR

Doğru ifadesiyle söylersek, Gülen Cemaati’nin devlet ve toplum için en tehlikeli hale gelecek güce erişmesinin en büyük sorumlusu, “Ne istedilerse veren” ve “Yaptığı yardımlar için af dileyerek” suçunu da itiraf eden Recep Tayyip Erdoğan ve 15 yıldır tek başına iktidar olan AKP’dir. Dolayısıyla 15 Temmuz kalkışmasının da sorumluları arasındadırlar.

O dönemin suç ve günahlarının tüm yükünü Gülen Cemaati’nin sırtına yükleyerek kendi rollerini ve suçlarını gizlemeye çalışıyorlar. O dönemde cemaatin komplolarıyla hapsedilen, AKP-Cemaat ortaklığının medyadaki tetikçileri tarafından infaz edilmeye çalışılan çok sayıda kişi vardı. Bu kişilerden, aralarında gazetecilerin de olduğu bazılarının, AKP’nin suçlarının gizlenmesinin kolaylaştırıcısı/ortağı haline geldiğini, hatta bu dönemin haysiyet celladı olarak sahnede bulunduklarını da belirtmeden geçmeyelim.

KANDIRILMADINIZ BİRLİKTE KANDIRMAYA ÇALIŞTINIZ

Cemaat kendilerini hedef alana dek uyarı ve eleştirileri dinlemeyip, devleti tüm kurumlarıyla birlikte bu çeteye teslim eden, suçlarına ortaklık yapanlar şimdi 'kandırıldıklarına' inanmamızı istiyorlar. Hayır kandırılmadınız. Aksine, birlikte kandırmaya çalıştınız.

BEYHUDE BİR ÇABA…

Yıllardır bunu söylememize rağmen Cumhuriyet Gazetesi’nden örgüt, bizlerden FETÖ’cü çıkarmak için beyhude bir çabaya girişen Türkiye yargısının ‘kandırıldık' açıklamasını yeterli görerek şüpheliler hakkında herhangi bir soruşturma açmadığını da belirtelim.

AKP hükümetinin kendisini suçtan muaf tutmak için sığ bir kurnazlık örneğiyle, FETÖ adına yürütülen soruşturmalarda milat olarak kabul ettiği 17/25 Aralık 2013 sonrasındaki döneme ilişkin ihraç oranları bile 1980-2002 arasındaki dönem ortalamasının üzerindedir.

YARGININ CEMAATE TESLİM EDİLMESİNİN BAŞ SORUMLU BOZDAĞ’DIR

Bekir Bozdağ, AKP hükümetinin 14 yıllık iktidarında Adalet Bakanı olarak görev yapan 4 isimden biri. 24 Mart 2011’de Meclis’te yaptığı konuşmada Fethullah Gülen’den ‘Bu ülkenin yetiştirdiği değerli bir kıymet, bilge bir insandır. Her şeyi açıktır’ diye bahseden Bozdağ, 9 Haziran 2012’de de 'Muhterem Hoca Efendiye Antalya’dan selamlarımı iletiyorum' mesajını kişisel twitter hesabından paylaşan kişidir. 15 Şubat 2012’de de CNN TURK televizyon kanalında katıldığı bir programda, ‘Yargıda cemaat örgütlenmesi var mı?’ sorusunu ‘böyle bir şey mümkün olmaz’ diyerek yanıtlayan da Bekir Bozdağ’dır. Cemaat ile aralarındaki savaşın başlangıç zamanlarında, 15 Ağustos 2013’te, ‘Cemaat’le AKP arasında bir fitne ateşi yakmayı başaramayacaklardır’ şeklindeki twitter mesajının sahibi de Bekir Bozdağ’dır. Bekir Bozdağ, yargının Cemaat’e teslim edilmesinin baş sorumlularından birisidir.

KUŞKULARIMIZI SÖYLEDİĞİMİZ İÇİN HAPİSTEYİZ

Şimdi biz bunları, kuşkularımızı söyleyip, yazdığımız için hapisteyiz. Ama böyle bir planı, bir darbe kalkışmasının parçası olduğunu anlayabilecek kapasitede olmadıklarını itiraf edenler, orduyu ve MİT’i yönetmeye devam ediyor.

NİHAİ HEDEFE DOĞRU YOL ALDI

Şurası kesin ki, Gülen Cemaati AKP iktidarda bulunduğu 14 yıl boyunca herhangi bir engelle karşılaşmadan nihai hedefine doğru yol almaya devam etmiştir. Hatta AKP’ye dönük niyetlerini de açık eden 7 Şubat 2012’deki MİT soruşturması ve 17/25 Aralık yolsuzluk operasyonlarına rağmen caydırıcı bir engelle karşılaşmak bir yana, sistem içindeki kazanımlarını koruyup, büyütmeye devam etmiştir. Büyüyen tehlikeyi görerek AKP’yi eleştiren ve uyaranlara hükümetin verdiği yanıtların toplamını tek bir alıntıyla özetlemek mümkün.

TARİH BİZDEN YANA

Evet, tarih bir kez daha bizden yana. Dolayısıyla ne Cumhuriyet gazetesinden bir illegal örgüt ne de bizlerden terörist çıkaramayacaksınız. Bu siyasi operasyonun kanuni kılıfını hazırlayan metnin başında ‘iddianame’ yazması, çöp muamelesi yapılması gereken bu utanç vesikasını hukuki kılmıyor. Tıpkı, öncesi ve sonrasıyla bu siyasi operasyonda görev ve rol üstlenen kimi kişilerin adlarının önünde hâkim – savcı yazmasının kendilerini hukukçu kılmadığı gibi.

Bizlere yönelik bu operasyon; düşünce ve ifade hürriyetini, basın özgürlüğünü hedef alan bir pogromdan başka bir şey değildir. Ve kimi yargı mensupları da bu pogromun linççileri olma görevini üstlenmişlerdir.

ADALETİN MEZAR KAZICILARI OLMUŞLARDIR

Gelişmiş demokrasilerde yargı, hukukun evrensel normlarıyla hareket eder. adaleti sağlamakla görevli denetleyici bir güçtür. Ancak Türkiye’de yargının kimi mensupları, bizatihi adaletin mezar kazıcıları olmuşlardır. Demokrasinin denetleyici bağlarından koparılmış bir sistem inşa etme peşindeki diktatörlük heveslilerinin iktidarda olduğu bir ülkede, siyasi ve entelektüel bir sefalet içinde kıvranan yargının bu hali elbette şaşırtıcı değil.

HİÇ BİR TALEBİM OLMAYACAK

Hukuktan; hak, adalet, vicdan ve liyakati çıkardığınızda geriye kalan ne ise, Türkiye yargısı şu an odur. Yaşadığımız tecrübelerden yola çıkarak gayet iyi biliyoruz ki hak, adalet, hukuk, insanlık çağrıları size ulaşmıyor. Dolayısıyla, hiç bir talebim de olmayacak. Ancak, sizi bir zırh gibi kuşatan üzerlerinizdeki cüppelerin, insan hayatından ve özgürlüğünden yapılmış olduğunu söylemekle yetineceğim.

ARADIĞINIZ ÖRGÜT ÜLKEYİ YÖNETİYOR

Cumhuriyet gazetesinde aradığınız örgüt, siyasi parti kılığında ülkeyi yönetiyor. Sahibinin sesi olmuş medyası da bu organize kötülük örgütünün yalanlarını gerçekmiş gibi sunuyor. Suçlarını perdeleyip, kötülüğün yaygınlaşıp sıradanlaşması görevini yerine getiriyor. Yani örgüt propagandası yapıyor. Çünkü en bilinen hakikat tüm çarpıklığıyla bir kez daha karşımızda duruyor: Suç dünyanın en güçlü zamkıdır. Siyasi iktidar, bürokrasi, yargı, talancı sermaye ve sahibinin sesi olmuş medyayı birbirine yapıştıran da bu zamktır.

YANILIYORLAR

Bu kirli düzen, bu suç hanedanlığı hep sürecek zannedenler yanılıyorlar. Tarihin sayfalarını karartan tüm diktatörlüklerde olduğu gibi, kinlerinin ve hırslarının doymak bilmez açlığıyla yol almaya çalışanlar her zaman kendi sonunu hazırlar. Taşlarını kendi döşedikleri cehennemlerine vardıklarındaysa o görkemli küstahlıktan, akılları kör eden kibirden eser kalmaz.

GAZETECİLİK YAPMAYA DEVAM EDENLER VAR

Kimsenin kuşkusu olmasın, tüm kişi ve kurumlarıyla organize kötülük örgütünün bu ablukası da dağıtılacak. Çünkü bu ülkede; demokrasi düşmanlarına inat, kalıcı ve yaygın bir demokrasi için mücadele edenler var, hukuku katledenlere inat, hukukun üstünlüğünü savunmaya devam edenler var, menfaat düzenlerini sürdürmek için savaşı ve ölümü kutsayanlara inat, barışı ve yaşamı esas kılmaya çalışanlar var, çocukları katledenlere, pedofilleri koruyanlara inat çocukların düşlerini gerçek kılmak için çabalayanlar var, ve hakikati boğmak isteyenlere inat gazetecilik yapmaya devam edenler var.

HAKARET SAYARIM

Gazetecilik faaliyetlerimin suç olarak gösterilmeye çalışıldığı bir operasyona karşı söyleyeceklerim bundan ibarettir. Ve hiçbir şekilde savunma değildir. Ki bunu gazeteciliğe ve mesleğimin etik değerlerine hakaret sayarım.

Çünkü gazetecilik suç değildir. Gazetecilik faaliyetlerini suçlama konusu yapmak, totaliter rejimlerin ortak özelliğidir. Tecrübemle biliyorum ki mesleki faaliyetlerim nedeniyle her siyasal iktidarın ve her dönemin yargısının 'kötüsü – suçlusu' olmayı başardım. Kızıma bırakacağım bu mirastan gurur duyuyorum.

Biliyorum, bu iktidarın da, yargısının da benimle ilgili sorunları var. Çünkü gazetecilik yapmaya çalışıyorum. Bugün, Türkiye’de yaygın bir şekilde olduğu gibi siyasal iktidara, çeşitli güç odaklarına değil hakikatin gücüne sırtımı dayayarak gazetecilik yapıyorum.

GAZETECİLİK HİZAYA GETİRİLEREK YAPILMAZ

Çünkü, Türkiye gibi demokrasiyle sıkı bağlar kuramamış ve giderek daha da totaliterleşen rejimlerde gazetecilik yapmak demenin çizgiyi aşmak demektir. Ve gazetecilik hizaya gelerek yapılmaz. Hizaya gelerek yapılanın adına da gazetecilik denmez. Eğer icazetle yazıp söylersen, onursuzluğun acizliğiyle ezilirsiniz.

Bu yüzden söyleyeceğim o ki, dün gazeteciydim. Bugün gazeteciyim. Yarın da gazetecilik yapmaya devam edeceğim. Yani hakikati boğmak isteyenlerle aramızdaki bu uzlaşmaz çelişki hiç bitmeyecek.

DAHA FAZLA GERÇEKLERE İHTİYACIMIZ VAR

Bu karanlık günlerde ihtiyacımız olan daha fazla hakikat kaybı değil. Her şeyden çok ve daha fazla gerçeklere ihtiyacımız var. Bu yüzden hakikate kendimden daha fazla saygı duymaya da, inkarcı biat kadrolarına dahil olmayı reddetmeye de devam edeceğim.

Bunun için bir bedel ödemek gerektiği ortada. Ama sanmayın ki bu bizi korkutuyor. Ne ben, ne de dostları olmaktan onur duyduğum Dışarıdaki Gazeteciler, her kim olursanız olun hiç birinizden korkmuyoruz. Çünkü zorbaları en çok korkutanın cesaret olduğunu biliyoruz.

Ve zorbalar da şunu bilsin ki, hiçbir zalimlik, tarihin akışını engelleyemez.

Kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet."

İDDİANAMEYİ CİDDİYE ALMAYIN

Şık’ın savunmasını sonlandırması ile izleyiciler, Şık’ı alkışladı. Alkışlamaya tepki gösteren mahkeme başkanı “Burası şov yeri mi, mahkeme başkanı bağırıyor” dedi.

Mahkeme başkanı “Gazetecilik sınırsız bir özgürlük içerir mi” diye sordu. Şık ise “Gazeteciliğin sınırı hakikatle kurduğu bağdır. Hakikati anlatan her şey haberdir. Demokrasiyi boğmak isteyenlere yanıt barış haberi yapmaktır” dedi. “Barışı ve yaşamı kutsamak önemlidir dediniz. Yazdığınız yazıların barışı ve yaşamı kutsadığını düşünüyor musunuz?” diye soran mahkeme başkanına Şık, “ Bugün buraya gelene kadar da burada bir tek söz söylemeyi düşünmüyordum. 27 yıldır gazetecilik yapıyorum. Ben Türkiye yargısına düşünce ve ifade özgürlüğünü anlatmaktan yoruldum. O iddianameyi çok ciddiye almayın” dedi.

“Cemil Bayık ile yapılan röportaj sınırsız bir özgürlük içeriyor mu?” şeklindeki soruya ise Şık, “Hepsine girer. Gazeteciliğin etik sınırları içerisinde yapılmış söyleşi, haberin öznesinin söylediği sözleri olan, hakikati içeren bir haberdir. O bahsettiğiniz söyleyişinin iddianameye konulmasının nedeni söyleşi değil. Cemil Bayık istemeyerek ağzından kaçırdı. 3 kadın Fransa’da öldürüldü. 3 kadının MİT tarafından öldürüldüğünü Hakan Fidan’ın kendisine aktardığını söylemesi oldu. Asıl haber buydu. Bugüne kadar tek bir yazım tekzip edilmedi” dedi.

'HABERLERİMİN ARKASINDAYIM'

Savcı Mehmet Selim Kiraz’ın öldürülmesi sırasında sanıklarla yaptığı röportajı da soran mahkeme başkanına, Şık, “Ben bugüne kadar yaptığım tüm haberlerin arkasındayım. İstanbul gibi en büyük metropollerden birinde bir savcının başına silah dayadığının nedeni birkaç cümle ile yazmak önemlidir. Dünyanın her tarafında böyledir. Benim ne bayrağın arkasına saklayacak bir suçum var ne de kutsal kitabın arkasına saklayacak bir günahım var” diye yanıt verdi.

'HERKESİN GÖREV TANIMI BELLİ'

Mahkeme başkanının “Berkin Elvan’ın baskısına bir etkiniz var mı?” sorusuna ise Şık, “Gazetelerde herkesin görev tanımı belli. Yazıların nasıl değerlendirileceği yazı işlerinin görevidir. Eğer bir suçlama yöneltilecekse oradaki bütün suçlamaları bana yöneltebilirsiniz. Yayınlanmamış bir kitaptan propaganda çıkaran bir yargı var. Bugünkü yargının cemaat yargısından zerre farkı yoktur. Kimse bana talimatla bir şey yazdıramaz, bunu böyle bilinmesini isterim” dedi.

Mahkeme başkanın “Hiç sansürlenen, basılmayan haberiniz oldu mu?” şeklindeki soruya Şık, “Ben yazımın ya da bir arkadaşımın yazısının sansürlendiği bir yer de durmam. Ben sansür ve otosansürü direkt demokrasiye bir müdahale olarak bilirim ve öyle bir yerde de çalışmam” diye yanıtladı.

'NİYET OKUMAK FAŞİZMİN GEREĞİDİR'

Savcı, “Esasa dayanmayan sanki ders veriyormuş gibi bir havan var. Sizlerin bize ders vermek hakkınız değil. Biz de eğitim aldık, bizi sorgulama hakkınız yok” değerlendirmesi yaptı. “iddianamede DHKP-C ve PKK terör örgütüne dair yardım ettiğinize iddialara ilişkin savunma yapacak mısınız” diye soran savcıya, Şık, “Niyet okumaya kalkmak faşizmin gereğidir. Bana niyet okuma soruları sormayın. Ben gazeteciyim, bu örgütler de benim için haberdir” diye yanıt verdi.

'DEVLET SERİ TERÖRİSTTİR'

Savcı, "Katilin polis olduğu gerçeği", "Katilin devlet deyince kızıyorsunuz", "Ya Apo Kandil’e, ya biz İmralı'ya" şeklindeki twitter paylaşımlarından hareket ile "TC ve polisi hakkında 'faşist ve katil' deyip, bu örgüt hakkında kullanmama nedeni nedir?” sorusuna ise Şık, “Faşizm susmak değil konuşmaya zorlamak rejimidir. Niyet okuyarak soruyorsunuz. Bu tweetlerin atıldığı gün, ne yaşandı. 'Devlet katildir deyince bozuluyorsunuz' tweetinde görsel var ama koymamışlar iddianameye. Ben Hrant Dink'in katiline 'aslanım koçum benim' dediği ekran görüntüsünü koydum. Bağlamından koparmayın. Bu benim siyasal görüşümle ilgili. Ben dünyadaki tüm devletlerin terörist olduğuna inanan biriyim. Bugün İsrail, Filistin'e yönelik devlet terörü yapmıyor mu? Suriye'yi bombalayan, Irak'ı işgal eden, bir gecede Yeni Zelanda Aborijinlerini kesen gibi Türkiye de bundan muaf değildir. Osmanlı'dan bu yana kanla dolu, yıkımla, dolu, Dersim’de katliam yapan, Ermenileri soykırıma uğratan, Berkin'i öldüren devlettir. Doğrusu devlet seri teröristtir” diyerek yanıt verdi.

Duruşma diğer sanıkların savunması ile devam ediyor.