KOBANÊ - Apê Nemir. 70 yaşında bir direnişçi. Ekim ayının ortasında mevzisinde tanıştığımızda, battaniyenin altında önündeki delikten DAİŞ’i gözlüyordu. Kameramıza yaptığı 2 dakikalık konuşma, sesinin ve Kobanê’de sergilenen kahramanlığın tüm dünyaya yayılmasına yetti. O ağır günlerden sonra bir kez daha geldiğim Kobanê’de Apê Nemir’e misafir oluyorum. Bu kez mevzisinde değil Kaniya Kurdan Mahallesi’ndeki evinde...
Yıl 2014, Ekim ayının ortalarıydı. DAİŞ, Kobanê kent merkezinde Suqel Hal, Reşit Camisi ve Büyük Cami civarında darbe üstüne darbe alıyordu. Doğu cephesinin komutanlarından Cudi Amed ile irtibata geçerek, hala yıkılan binalardan dumanların yükseldiği, silah seslerinin hiç dinmediği ön mevzilerde YPG ve YPJ savaşçılarıyla röportaj yapmak istediğimizi belirtiyoruz. Kendisi de savaşçıları uyardıktan sonra, gidebileceğimizi söylüyor. Arkadaşım Ersin Çaksu ve Hawar Haber Ajansı’ndan gazeteci arkadaşım Dünya ile önce Büyük Cami’nin arkasına düşen önmevziye gidiyoruz. Geceyi çatışarak geçirmiş, kim bilir kaç gecedir uyumamış 2 savaşçının yıkıntılar arasında kurşun sesleri arasında biraz dinlenmeye çalıştığını, diğer arkadaşlarının da hala çatıştığını görüyoruz.
Bu mevzideki gelişmeleri öğrendikten sonra Sanayi bölgesine giden caddenin soluna düşen mevzilere ilerliyoruz. Keskin nişancıların atışları altında zikzaklar çizerek yıkıntılar arasından, bir ara sokağa giriyoruz. Sonra Gelhat ile karşılaştığımız binanın giriş katında açılmış bir delikten, başka bir binaya, oradan da başka bir binaya ulaşıyoruz. Yer yer havan ve bisifing darbeleriyle delinmiş 3-4 katlı bir binanın merdivenlerinden çatıya çıkıyoruz. Her taraftan kurşun sesleri geliyor. Eğilerek geçiyoruz. Dama çıktığımızda merdivenlerin hemen girişinde sırtı bize dönük BKC kullanan genç bir savaşçı çatışıyor. Hemen diğer köşede yaşlı bir direnişçi dikkatimizi çekiyor ve anonsu yaptıktan sonra yanına geçiyoruz. İşte o gün bizler gibi tüm dünya Kobanê’degenç yaşlı herkesin omuz omuza insanlık onurunu korumaya çalıştığına tanıklık etti. Gülüşüyle hafızalara kazınan Nefel, sözünü tutarak Kobanê’de özgürlük halayına durdu. Daha sonra Bexdik köyünde sonsuzluğa uçtu. Yoldaşı Apê Nemir ise kalaşnikofunu tutan sol kolundan ve çok sevdiği yoldaşından oldu.
Her savaş sembollerde yaşar. Savaşın kendisi unutulsa da o semboller toplumun belleğinde hep diri kalır. Kobanê Direnişi’nin hiç unutulamayacak sembollerinden biri de Apê Nemir’di. 2 senenin ardından geldiğim Kobanê’de Apê Nemir ile sohbet etmek için ANHA’dan gazeteci arkadaşlarımla akşam, Kaniya Kurdan Mahallesi’ne gidiyoruz. Tek katlı bir evde henüz duvarlarının sıvası yapılmamış bir odada davetsiz misafirlerini ayakta karşılıyor Apê Nemir. Odaya girer girmez duvarda asılı iki çerçeve dikkatimi çekiyor. Birinde Kobanê direnişi boyunca savaşan ve 25 Haziran 2015’teki katliamda yaşamını yitiren 6 çocuk babası oğlu Osman ile Minbic hamlesinde yaşamını yitiren Osman’ın çocukluk arkadaşı 2 çocuk babası Mahir. Diğer çerçevede ise PKK Lideri Abdullah Öcalan, Mizgin Alan (Nefel), Mehmet Bakay (Karasungur Hilvan), Yakup Hayker (Şerzan Hilvan), İbrahim Vahap, Amed Cudî, Harun Bagok, Dijwar Colemêrg, Welat Debe, Bîrgul Çelik (Edessa Girêsor) ve Apê Nemir’in vesikalık bir fotoğrafı.
Açık olan tüplü televizyonda Ronahi TV’de Kobanê’yi anlatan bir belgeselin, ağır ortamı içerisinde sohbetimiz başlıyor. İçeride loş bir ışık var. Gazeteci arkadaşım Ahmet, Apê Nemir’e “dostunu tanıdın mı” diye soruyor. Beni seçmeye çalışırken yanına geçiyorum ve “Hani uzun saçlı biri vardı” dediğim anda, hem Apê Nemir hem de eşi Şemsê ismimi söylüyor. Sonra Apê Nemir koluyla beni sarıyor ve öpüyor. Konuşmaya arkadaşım Ersin Çaksu ile daha önce aralarında geçen bir konuşmayı hatırlatarak, “Ersin’e ‘siz görüntülerimi çektikten sonra mevzimi deşifre ettiniz o yüzden vuruldum’ demişsin” diyorum. Apê Nemir gülerek, “Espri yaptım. Seni hep soruyordum. Eğer gelebilseydim Bakur’a size uğrardım. Ama Bakur bana yasak (Gülüyor). Bazen İstanbul’dan arkadaşlarım arıyor ve beni davet ediyorlar. Ben de eğer gelirsem boğazımı keserler diyorum.”
‘EVDE ÖLÜRSEM MEZAR TAŞIMA BORÇLUDUR DİYE YAZIN’
Bir taraftan konuşuyoruz, bir taraftan da kulaklarımız televizyondaki Kobanê belgeselinde. Biz konuşurken, bir savaşçı savaşın durumunu anlatıyor ve mevzilerden söz ediyor. Mevzi lafını duyar duymaz Apê Nemir televizyona dönüyor ve “Ben mevziye gitmedikten sonra sizler gidiyorsunuz gitmiyorsunuz ne yapayım” diyor ve ekliyor: “Eğer evde ölürsem mezarıma Kürtlere borçluydu diye yazsınlar. Geçenlerde YPG merkezine heval Sorxwîn’in (Kobanê direnişçisi) yanına gittim. Biraz sohbet ettik. Sonra var mı bir isteğin diye sordu. Ben de bir şey istemiyorum; ama bir gün eğer evde ölürsem mezar taşıma Kürtlere borçluydu yazın dedim.”
‘SAVAŞ DIŞI KALDIĞIMA YANIYORUM’
Hava ağırlaşıyor ve ortam duygusallaşıyor. Apê Nemir hemen bu ağır havayı dağıtmak için torununa çay hazırlamasını söylüyor: “Çayı şekersiz kaynatın. Dostum için Türkiyeli (Suyu ayrı demi ayrı) bir çay yapın.” Apê Nemir görüntüsünü çektiğimiz o günleri hatırlatıyor ve sonrasında bir anısını paylaşıyor: “İstanbul’dan biri görüntüyü izlemiş sonra bir şekilde telefonuma ulaşıp beni aradı. Benim öyle battaniyenin altında mevzide olduğumu görünce önündeki tabağı fırlatmış ve ben de insan mıyım diye isyan etmiş… Kim ne yapıyorsa kendisine yapıyor. Yaptığımız hiçbir şey için kimseye minnet edecek değiliz. Ancak ben bir şeye kahroluyorum. Yaralandım ve tamamlayamadım.”
Sol kolunu gösteriyor, dirseği tamamen parçalandığı için platin takmışlar. Kolu eğri duruyor. Kolunu önüne çekemiyor, eğemiyor, bükemiyor ve anlatıyor: “Platin taktılar o da eğri. Bazen kızıyorum kendime silahı alıp koltuğumun altına bağlayacağım ve mevziye gideceğim diyorum.”
‘KATLİAMDA YENİDEN SİLAH KULLANINCA KOLUM TAMAMEN GİTTİ’
İlk ameliyatın ardından elinin biraz da olsa düzeldiğini söylüyor Apê Nemir: “Elim iyileşmişti ve kaldırabiliyordum. Kobanê Katliamı’nda çok sayıda kişinin şehit düştüğünü, oğlum Osman’ın da vurulduğunu görünce yeniden silahı aldım ve çatıştım. Daha sonra kolumu kullanamaz hale geldim. Beni hemen Bakur’a gönderdiler. Urfa’da beni ameliyata hazırladıklarında yan sedyede bir DAİŞ’li vardı. Arapça Kobanê’ye, Kürtlere küfür ediyordu. Yanımda 4-5 kişi var; ama anlamıyorlar. Ben de dayanamadım, Arapça, Kürtçe, Türkçe başladım saydırmaya. Bu durum doktorun da zoruna gitti. Onun için kolumu eğri bıraktı.”
‘BİRAZ AĞLAYACAĞIZ BİRAZ GÜLECEĞİZ HAYAT BU’
Kolu için daha sonra Süleymaniye’ye de gönderildiğini söylüyor Apê Nemir: “Kolumun filmini çektiler. Doktor kolumu böyle (sağ elini göğsüne doğru çekerek) tutturabileceğini söyledi. Ben de ona bu şekilde dolaşırsam herkes bu ihtiyar dileniyor der ve elime para tutuşturur (Gülüyor). Eğri de olsa çok dikkat çekmiyor böyle kalması daha iyi dedim. Geçenlerde toplantımız vardı bu meseleyi arkadaşlara anlattım gülmekten kırıldılar… Ne yapalım işte hayat böyle güleceğiz de ağlayacağız da.”
‘HEPSİ ÇOCUKLARIM GİBİYDİ O YÜZDEN ÇOCUKLARIMLA KONUŞMADIM’
Bir süre sessizlikten sonra Apê Nemir yaralandığı günü anlatıyor: “Sizler mevzimde çekim yaptıktan birkaç gün sonra aynı yerde yaralandım. (Etraftakilere gülerek biz mevzisini deşifre ettik diyorum) Hayır hayır aslında mevzimi telefonum deşifre etti. Keskin nişancı vurdu beni. Hani size konuşurken 2 çocuğum da savaşıyor ve onları uzun süredir göremiyorum dedim ya. Aslında 2 değil 3 oğlum da buradaymış. Ama birbirimizden haberimiz yok. Sizler görüntüyü çekip gittikten sonra Heval Elî geldi. Telefonu bana verip çocuklarımı aramamı istedi. Ben de aramayacağımı söyledim. Niye bu kadar inatçısın dedi. Kesinlikle aramayacağımı söyledim. Yanımda telefon vardı ama savaşta olduğumuz için aramıyordum. Savaştan önce de mevzide hayatta telefonla konuşmazdım. Çok ısrar etti ama savaştaki gençlerin tamamının çocuklarım gibi olduğunu ve onlarla konuşmayacağımı söyledim. Heval Eli gittikten sonra Suruç’un bir köyünde oturan bir yeğenim beni aradı ve ‘dayı seni biraz önce televizyonda gördüm’ dedi. Ben de yoğun çatışma var telefonu hemen kapat dedim ve telefonu kapattım. Bir süre sonra 7-8 çete öldürdük. Hala cenazeleri sokaktaydı. Arkadaşlar yemek hazırladı ve bizleri yemeğe çağırdılar. Ben de siz gidin ben nöbette kalacağım, çünkü bunlar gelip cenazelerini alabilirler, sızma yapabilirler dedim. Sonra ben de aşağı indim. Ekmek taş gibiydi ve bende de diş yoktu. Çayı da, demi ayrı çayı ayrı olduğu için içmedim. Yine Türkiyeliler gibi çayı yapmışsınız diyerek şakalaştık. Sonra Nefel, Apê Nemir sen çık yukarıya ben şimdi sana Kobanêlilerin çayını (çay şeker ve su birlikte kaynatılır) yapıp getiririm dedi. Yukarıya çıktığımda dalmıştım ve BKC için açılan deliği unutmuştum. Hatırlıyorsunuz Nefel’in mevzisindeydi BKC. Mevzinin arkasında duvarın dibinde sigaralar vardı. Ben de gece hareket edemeyebiliriz diye eğildim 2 paket sigara aldım cebime koyduğum gibi ‘pist’ diye bir ses duydum. Sesi duymamla birlikte kolumda acı hissettim. Kolumu çekmeye çalışıyorum gelmiyor kemik gittiği için ağırlaştı. 5 kurşun sıktılar ve 2’si sol koluma isabet etti. Duvarın dibine uzanarak bacak ve başımı korumaya aldım. Sonra yerde sürünerek BKC mevzisine ulaştım. 3-4 mermi sıktım; ama tek elle BKC’yi zaptetmek mümkün değil. Koluma daha fazla zarar vereceğimi düşündüm. Merdivenlere yöneldim, üçüncü basamakta arkadaşlar bana ulaştı. Koluma girip beni indirmeye çalıştılar. Duygusallaştıklarını görünce hemen ‘Bijî Berxwedana YPG’ê. Nemir Namir e (Nemir ölmez)’ dedim ve gülümsedim. Sonra beni hemen kapıya götürdüler. Tedavi için Bakur’a geçirdiler.”
‘NEFEL’İN FOTOĞRAFI EVİNİN BAŞ KÖŞESİNDE’
Apê Nemir konuşurken gözüm tekrar duvardaki çerçeveye ilişiyor. Nefel’in mevzisinde çektiğimiz gülen fotoğrafı baş köşede duruyor. Aynı çerçevede İbrahim Vahap da var. Trabzon’dan seferberlik çağrısı ile Kobanê’ye gelmişti. Onunla röportaj yapmamızdan 3 gün sonra yaşamını yitirmişti. Bir diğer fotoğrafta da babası ile birlikte direnişe katılan Amed Cudî var. Apê Nemir derin bir ah çekiyor ve devama ediyor: “Saldırılar çok yoğundu ama yılgınlık yoktu. Sizin çektiğiniz görüntülerde döktüğüm gözyaşı zayıflıktan değildi. Etrafımda henüz 18’inde 20’sinde genç erkek ve kadınlar savaşıyor. Onun bende ayrıca yarattığı bir heyecan vardı. Her gün gençler yitip gidiyordu. Zoruma gidiyordu ve buna ağlıyordum. O zaman da söyledim. 70 yaşındayım ve yanımdaki genç Nefel 21 yaşında. İşte bu durumdu beni ağlamaya mecbur kılan. Örneğin sınırda duvara karşı yapılan nöbet eyleminde gaz bombası ile yaralandım, soranlara akrep soktu diyordum. Yine savaş daha kente gelmeden de bacağımdan yaralandım, sözünü bile etmedim.”
‘İLK YARALANMA HİYAKESİ’
Gazeteci arkadaşım Ahmed’in uzattığı sigarayı Apê Nemir’e veriyorum. Sol elinin parmakları arasında bir süre tutuyor ve daha sonra elini kaldıramadığı için sağ eliyle sigarayı parmaklarının arasından alıp yakıyor. Sigara eşliğinde başlıyor ilk yaralanma hikayesini anlatmaya: “Saldırıların başında Borêz (Fırat Nehri’nin kıyısı) köyündeydik. Saldırılar yoğunlaşınca Qinê köyüne çekildik. Burada cephanemizi araca yükledik. Tam bineceğim sırada daha sağ ayağım dışarıdaydı bir acı hissettim. Kısa boylu biri vardı. Sen tanımadın onu çünkü savaşta yoktu. Ona dönüp DAIŞ beni öldüremedi sen mi öldüreceksin dedim. ‘Apê Xelil benim silahım ateş almadı’ dedi. Heval Eli de hemen silahların namlusunu kokladı ve buradan ateşlenmemiş dedi. (Gülerek) Ben de o zaman şimşek çarptı dedim. Kemiğe denk gelmedi kaba eti delip geçti. Doktora götürdüler iki dikiş attı ve sardı. O şekilde 12 gün savaştım, ta ki DAIŞ Kobanê’ye ulaşana kadar. Şêran’ın doğusuna geldiklerinde yağmur yağıyordu her yer çamurdu. Çok yorgunduk. Til Xezal’a tankları ulaşmıştı ve oradan atış yapıyordu. Bizde de ferdi silahlar ardı. Ne yapabiliriz ki tanka karşı. Bir savaş uçağı geldi tankın üzerinde döndü dolaştı. Ben de sevindim şimdi vurur diye. Vurdu vuracak derken, dönüp dolaşıp uzaklaştı.”
‘ŞEMSÊ’Yİ KANDIRARAK TEKRAR KOBANÊ’YE GEÇTİM’
Apê Nemir, tanklarla yapılan saldırılar karşısında zorlandıklarını şu sözlerle anlatıyor: “Şimşek gibi çakıyordu. Atış üstüne atış yapıyorlardı tankla. Biraz sonra bir baktık ki Miştenur tepesinin dibinde bir tank belirdi. Bizde kalaşnikof var ne yapabilir ki tanka. Sonra biraz daha çekildik. Dilsoz ile karşılaştım. Ben yaralı ayağımdan dolayı sekerek yürüyorum. Hemen arkamda da bir arkadaş var, o da aksak aksak yürüyor. Heval Dilsoz bizi görünce ‘welwelwel, savaşçım kalmadı, 2 aksak savaşçıya kaldım. Sonra tedavi için Bakur’a geçmemi istedi. Ben de olur dedim. Silahımı Heval Cemal’e teslim ettim. (Elini bıyıklarına götürerek) Ve böyle yaptım. Bunlar (bıyık) üzerine yemin ediyorum ki 3 gün sonra yine buradayım. Arife günü çocukları telden geçirdim ve ertesi gün Suruç’a geçtik. Hemen bir çadır hazırladım. 3 gün çocukları yerleştirdim ihtiyaçlarını sağladım. Sonra Şemsê’ye, (eşi) kardeşin ve yengenler burada. Sen onların yanına uğra benim de biraz işim var dedim. Çocuklar zaten benden önce Kobanê’ye geçmişler. Ben de gideceğimi söylesem kimsemiz kalmadı diyecek Şemsê ve karşı çıkacak. Onun için söylemedim ona. Arkadaşlar da çocukların orada, gitme dedi; ama kim dinler onları. Hemen yola çıktım Tilşeir Tepesi’nin oradan fıstık ağaçlarının arasından kendimi tellere vurdum ve tekrar Kobanê’ye geçtim.”
‘OSMAN SAVAŞTAN KURTULDU KATLİAMDA ŞEHİT DÜŞTÜ’
Apê Nemir sözü sularda boğulanlara getiriyor ve şöyle diyor: “Kimileri oğlum savaşa girmeseydi ölmezdi diyor. Senin oğlun zaten gidip denizde boğulmuyor mu. Bazen arkadaşlarım benimle şakalaşıp ‘niye ölmüyorsun’ diyorlar. Ben de diyorum ki, beni topun ağzına koysanız da ölmem. Sadece yukarıdaki (Allah) canımı alabilir. (Gülüyor) Ne DAİŞ ne de DAİŞ’in babası... Öyle değil mi. Bizim Osman, savaş boyunca Kobanê’deydi, savaştı. Bir şey olmadı katliamda şehit düştü.”
Daha sonra konuşmayı 25 Haziran 2015’te gerçekleşen katliama getiriyor: “Bir çocuk elinden yaralanmış geliyordu. Ne oldu deyince DAIŞ’ın kendisini vurduğunu söyledi. Ben de arkadaşlar Sırrin’i almış onun kutlaması yapılıyordur. O esnada kurşun sana isabet etmiştir dedim. Çocuk hayır DAIŞ şehre girmiş dedi. Ardından kurşun seslerini dinlemeye başladım. Ve kannas sesini duydum, kurşunlar yere paralel atılıyordu. Artık emindim. Birçok kişi de silahları olmasına rağmen, ‘arkadaşlardır’ deyip ateş açmadı. Ben de silahı aldım. Ve ateş açmaya başladım. Burada (Kaniya Kurdan Mahallesi) yaklaşık 5 bin insan vardı. Eğer bizler ateş açmasaydık araçla içlerine dalıp hepsini öldüreceklerdi. Biz ateş açmaya başlayınca geri geri kaçtı araç. Başka bir noktadan arkadaşlar da ateş açtı. Sonra kaçıp sınır kapısında kendisini patlattı.”
Apê Nemir oğlu Osman’ın ölümünü de şu sözlerle anlatıyor: “Hevalê Osman doğu tarafındaki kontrol noktasındaydı. Rakka ve Girê Spî tarafından DAİŞ’ten kaçarak gelenlerin kimliklerini kaydedip kente alıyorlardı. Yine kimlikleri toplamış motosikletiyle asayişe giderken, halk ona gitme DAIŞ var diyor. O da Bijî Berxwedana YPG’ê deyip Sırrîn alınmış onun sevincidir diyor. Okulun köşesinde kannas ile başından vuruluyor.”
ŞEMSÊ: HASAN GİTTİ DİYORDUK OSMAN VURULDU
Apê Nemir’in eşî Şemsê sözü alıyor ve “Biz sınır kapısındaki oğlumuz Hasan gitti diye düşünürken, Osman’ı vurdular” diyor ve o günleri tekrar yaşarcasına başlıyor anlatmaya: “Oğlum Hasan kapıda nöbet tutuyordu. Kapıda araba patlattılar. Bütün arkadaşları şehit düştü. Hasan da basınçla fırlıyor ama bir şey olmuyor. Arkadaşları Cömert, Mehmud ve diğerleri onun yanı başında şehit düştüler. Hasan için kaygılanıyorduk. Nereden bilebilirdik ki Osman’ın o saatte motosikletiyle Asayiş binasına doğru giderken şehit düşürüleceğini. Hazırlıklıydılar. Batıdan girdiler ta ki Kaniya Kurdan’a gelene kadar.”
‘SONUÇ İYİ OLDU HİÇBİR ŞEY BEDELSİZ DEĞİLDİR’
Şemsê ana sözlerini şöyle sürdürüyor: “Bir çocuğun titreyerek bizim eve doğru geldiğini gördüm. Elinden yaralıydı. Hemen yarasını temizledim, eline bir bez bağladım. Aşağıdan bir araç yaklaşıyordu. Oğlum Hüseyin de kapıdaydı bir arkadaşıyla. Oğlum arkadaşına gelen araç DAIŞ’indir ateş et dedi. Arkadaşı hayır arkadaşlardır dedi. Sonra oğlum elinden silahı aldı ve ön tekerinden vurdu. Aracı sürenin yanında yaralı bir çete de vardı. Sonra geri döndü ve aşağıya doğru kaçmaya çalıştı. Oradan da arkadaşlar ateş açınca bu kez direkt Sınır Kapısı’na yöneldi ve orada kendisini patlattı. Patlama sesini duyduğumuzda hemen kapıdaki Hasan’ı aradık. Telefon çalmıyordu. Osmanı aradık onun da telefonu çıkmadı...”
Hem olayı anlatan anne, hem de biz dinleyenler bu sözlerle sessizliğe gömülüyoruz. Apê Nemir bir kez daha yardımımıza ulaşıyor ve ekliyor: “Sonuç güzeldi. Bu güzel günleri de gördük daha ne istiyoruz. Çok bedel ödedik; ancak bedel ödemeden de bu günleri görmemiz mümkün olmazdı.”
Söz bedellerden açılınca savaşın en ağır günlerinde seferberlik çağrısıyla Kobanê’ye gelenlerden sadece biri olan Selman Çınar’ı (Mazlum Doruk) hatırlıyorum. Tanıştığım amcasının Selman’ın, ailesinin tek erkek çocuğu olduğunu ve onu getirip yerine bir çocuğunu bırakmak için çabasını anlatıyorum. Mazlum 2 kere yaralandığı halde dönmeyi istememiş, köylerin özgürleştirilmesi hamlesinde yaşamını yitirmişti. Bunu anlatınca Şemsê ana Mazlum’un amcası ile tanıştıklarını ve evlerinde 6 gün kaldığını söylüyor: “Bu bahsettiğin olayı biliyorum. Amcası Kobanê’ye geldi bize konuk oldu. Mazlum o zaman Kobanê’nin batısındaki Zormixar köyündeydi. Amcası yanına gitti, ‘Kobanê özgürleşti hadi gidelim’ demiş. Mazlum da ‘arkadaşlar silahını bırak git demeyene kadar dönmeyeceğim’ diyor. Mazlum amcasıyla dönmedi. Amcası 6 gün bizim evde kaldı. Demek ki kısmeti buradaymış. Gelmiyor sen de onu rahat bırak dedim. Ve sonradan şehit düştü.”
‘HER TARAFTAN CENAZE KALDIRIYORDUK’
Şemsê ana, benzer birçok hikayenin olduğunu belirterek, bir olayı daha anlatıyor: “Hêcelê’den bir genç vardı. Osmanım bizleri Kobanê’ye geçirdikten hemen sonra bu genç de onunla gelmiş. Annesi yoktu, babası hemen bize gelip, ‘oğlunuz benim oğlumu da götürmüş’ dedi. Halbuki kendisi gelmişti. O genç burada yaralandı ve tedavi için Bakur’a döndü. Biraz iyileştikten sonra yeniden döndü. Ve bu kez şehit düştü. Kobanê’de Bakur, Başur, Rojhilat’tan çok genç şehit düştü. Her gün Bakur’a gelen cenazeleri kaldırıyorduk. Bir gün yine cenazeler getirildi ve kim oldukları bilinmiyordu. Sahipsiz cenazelerdi. Ben ve Kobanêli bir kadın oturmuş hüngür hüngür ağlıyorduk. Iraklı bir gazeteci yanımıza geldi çocuğunuz mu diye sordu. Ben de orada can verenlerin tamamı çocuklarımızdır dedim. Bizim için canlarından oldular dedim.”
Hem Apê Nemir hem de eşi Şemsê, her konuşmasına başladığında yaşamını yitiren gençleri minnetle anıyor. Apê Nemir ve Şemsê anadan müsaade istiyoruz. Birlikte fotoğraf çekiyoruz ve yeniden görüşmek üzere vedalaşıyoruz.
Abdurrahman Gök - dihaber