Aktar: Ne AYM ne AİHM dinleniyor; bir verip iki alınıyor

DİYARBAKIR - Hukukçu Mehmet Emin Aktar, HDP'li vekil İdris Baluken’in AYM’nin Mustafa Balbay kararı emsal gösterilerek tahliye edildiği gün milletvekilleri Meral Danış Beştaş ve Ayhan Bilgen’in tutuklanmasında ne AYM ne de AİHM kararının dikkate alındığını belirterek, “Havuç sopa politikası yürütülüyor, bir verip iki alınıyor. Devletin Kürt nefretine mahkemeler de alet ediliyor" dedi.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) 1 Kasım 2015 genel seçimlerinde yüzde 10.8 oranında oy alarak 59 vekille parlamentoda en fazla milletvekiline sahip 3’üncü bir parti olmasının hemen ardından hükümetin hedefi oldu. Milletvekillerinin yasama dokunulmazlığı kaldırılması ardından bugüne kadar 35 HDP milletvekili gözaltına alınırken, eş genel başkanlar Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ ile milletvekilleri Selma Irmak, Abdulah Zeydan, Nihat Akdoğan, Çağlar Demirel, Besime Konca, Meral Danış Beştaş, Ayhan Bilgen, Nursel Aydoğan, Gülser Yıldırım ve Ferhat Encu halen tutuklu. HDP Şırnak Milletvekili Leyla Birlik ve Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken ise 3 aylık tutukluluğun ardından tahliye edildi. Diyarbakır 8. Ağır Ceza Mahkemesi’nde ağırlaştırılmış ömür boyu hapis ve 18 yıla kadar hapis istemiyle yargılanan Baluken’in Anayasa Mahkemesi'nin 4 Aralık 2013 tarihinde tutuklu Milletvekili Mustafa Balbay için verdiği kararı emsal gösterilerek tahliye edilmesi dikkat çekti.

Diyarbakır Barosu eski Başkanı deneyimli hukukçu Mehmet Emin Aktar, Anayasa Mahkemesi’nin Balbay kararı gerekçe gösterilerek Baluken’i tahliye etmesini ve aynı gün HDP Adana Milletvekili Meral Danış Beştaş ve HDP Parti Sözcüsü Ayhan Bilgen’in tutuklanmasını son dönemde yaşanan güncel ve siyasal olaylar bağlamında değerlendirdi.

‘NEFRET ÜZERİNDEN MİLLETVEKİLERİ TUTUKLANIYOR’

HDP’li vekillerin tutuklanmasının birkaç farklı boyutta değerlendirilmesi gerektiğine işaret eden hukukçu Aktar, “Birincisi bundan neyin amaçlandığı meselesidir. Mevcut hükümet ya da devleti yöneten akıl Kürt nefreti üzerinden toplumu bir arada tutmaya çalışıyor. Bu devlet aygıtının işleyişi düşman varlığı üzerine kuruludur. Son dönemlerdeki en belirgin düşman Kürtlerdir. Yargıdaki algı da polis jandarma ve sokaktaki insana kadar algı budur. Bu açıdan baktığımızda toplumun önemli bir kesimi bu nefret duygusu üzerinden HDP’li vekillerin tutuklanmasını son derece olağan ve olması gereken olarak değerlendiriyor. Böyle bir algı yaratılmış durumda ama hukuk ve demokratik değerler açısından baktığımızda bunun açıklanabilir bir tarafı yok. Pazartesi karşılaştığımız manzara bunun en belirgin bir örneğiydi. HDP milletvekili İdris Baluken dosyasında yargılamayı yapan mahkeme, Anayasa Mahkemesi’nin 2013 yılında verdiği Balbay kararını referans gösterdi. Balbay kararında, seçilen bir milletvekilinin bu görevi yerine getirmesine engel olunamayacağını, seçilen bir vekilin temsil ettiği kişilerin temsil görevini yerine getirmesi gerektiğini ve bunun da Anayasal hak olduğunu vurgusu yapılıyor. Anayasa Mahkemesi bu nedenle tutukluluğunun bu hakkı ihlal ettiği sonucuna varmıştı. Mahkeme de bu kararı göz önüne alarak Baluken hakkında tahliye kararı verdi. Meral Danış Beştaş dosyasında ise ilk salıverilme kararında hakim, suçun işlendiğine ilişkin delilin yeterli olmadığı, bu nedenle de tutuklamaya gerek duyulmadığına karar vermişti. Ne olduysa itiraz edildi ve bu itiraz sonucunda salıverme kararı kaldırılarak Pazartesi günü tutuklandı. Balbay kararını Meral Danış Beştaş’ı tutuklayan hakime de hatırlattık. Tutuklama kararını veren hakime sadece Balbay kararını değil yakın zamanlı bir AHİM kararını da sunmuştuk. Bu karar açısında da tutuklanamayacağını söyledik” dedi.

‘BU DENLİ BİR HUKUKSUZLUKLA KARŞILAŞMADIM’

“Meseleye hukuk boyutuyla yürürlükte ki norm ve kanunlar açısından da baktığımızda içinden çıkamıyoruz” vurgusu yapan Aktar, şöyle devam etti: “Yıllardır bu mesleği yürütüyorum ama hiçbir dönem bu denli bir hukuksuzlukla karşı karşıya kalmadım. Bugün yargı denen mekanizmanın içinde bulunduğu durum içler acısıdır. Yargı mensuplarının yaklaşık yüzde 25’i son 6 ay içinde ihraç edilmiş. Önemli bir kısmı tutuklu, 4 bin üzerinde ihraç var. Belli dönemlerde 15’şer 20’şer sayılarla yeni ihraçlar gündeme geliyor. Bu ne demektir. Görevde bulunanlar üzerinde korku daimi kılınıyor. Bir de siz hem nefreti körüklüyorsunuz Kürtleri düşman gösteriyorsunuz bu bir amaca hizmet ediyor. Devletin son iki yıldaki 2014 sonu itibariyle içine girdiği yeni bir süreci bize tanımlıyor. Bu süreç nedir? Çözüm sürecinden vazgeçmek, sonra legal alanı, demokratik alanı Kürtlere sınırlamak yasaklamak ve baskılamak, Kürtleri illegaliteye, şiddete yöneltmek. 15 Temmuz bu açıdan devlete dönük çok önemli fırsat verdi. OHAL’in ilan edilmesi, basın kuruluşların susturulması, derneklerin kapatılması, belediyelere kayyum atanması, kayyumlardan sonra belediyelerin kazanımların yok edilmesi, Kültür evleri konservatuarlar, kreşler vs. bu açıdan dil ve kültürün gelişimine olanak veren bütün alanların kapatılması şunu gösteriyor. Devletin yeni bir konsepti önüne koyduğu bu yeni konsepte hedef ne? Legal ve siyasal demokratik alanı kapatmak, legal alanını tamamen kapattığınızda toplumda ki ne şekilde patlayacak, kendini şiddetle dışa vuracak, bu olduktan sonra dünyaya ‘Bakın bize isyan ediyorlar bize karşı ayaklanıyorlar, şiddete başvurmak zorundayım’ deyip bastırmayı bütün uluslararası kamuoyuna meşru olarak göstermek. Böyle sil baştan farklı bir şekilde eskiye dönüş yaşanıyor.”

‘YARGI DA BU REFLEKS İLE HAREKET EDİYOR’

HDP milletvekilleri ve Kürtler üzerindeki baskı ve tutuklamaların başkanlık düzenlemesine getiren Anayasa değişikliğinden bağımsız olmadığına dikkat çeken Aktar, “Bu sistem değişikliğini kimler savunuyor. İktidar ve hükümetin tabanı ve bunun dışında milliyetçiler ve ulusalcıların bir kesimi savunuyor. Bunu savunanlar devletin daha da otoriterleşmesini, tek merkezden yönetilmesi ve hazır bir şekilde davranmasını istiyor. Diğer taraftan buna itiraz edenler arasında Kemalist bir grup var. Bu grubun itiraz ettiği şey kendi yaşam şekillerinin bundan etkilenip etkilenmeyeceği. Kim tartışılmıyor burada? Kürtler tartışılmıyor. Bu sistem artık Kürtleri artık reddediyor. Kürtlerin reddi üzerinden yeniden bir paradigma oluşturuyor. Eski paradigmadan daha güçlü paradigma oluşturuyor. Kürtleri sistem içinde istemiyor. Bu durum Kürt siyaseti açısından bir yol ayrımıdır. Bunda direnerek kalmak mı? Parlamentodan vazgeçmek mi? Parlamentoyu terk etmek mi? Kürt siyaseti bu durum ile karşı karşıyadır. Yargı da bu refleks ile hareket ediyor. Sonuçta önüne gelen dosyadaki delil üzerinden bir tartışmaya gitmiyor. Bir hukuk değerlendirmesi yapılmıyor. Hukuku bir yana bırakın elindeki mevzuat açısından kanun açısından bir değerlendirmeye gitmiyor. Yargının böyle bir problemi var. Onun sadece odaklandığı şey bu yeni süreçte devletin ortaya koyduğu yeni politik sürece göre uygun bir tutum almak. Kimler tutuklanacak kimler tutuklanması gerekiyor ona karar veriyor. Onlar için, biz avukatların orada söyleyeceği, ortaya koyacağı delilin ya da çürütülen kanıtların hiçbir anlamı yok. Yargı içerisinde bir anlamı kalmıyor. Garip bir şey havuç sopa politikası gibi yürütülüyor. Bir verip iki almak gibi oldu. Bu süreçte hakimler değişse bile değişen bir şey olmayacak bu süreçte onlardan isteneni yapıyorlar” ifadesini kullandı.

‘BUGÜNÜN YARGILAMA PRATİKLERİ 1925’TEN FARKLI DEĞİL’

“KCK” operasyonlarında hukuksuz kararların altına imza atan Gülen hareketi üyelerinin bugün aynı duruma düştüğünü ifade eden Aktar, “Ancak Kürtler açısından değişen bir şey yok. Kemalistler gelir, Gülenciler gelir ya da diğerleri gelir. Kürtlere karşı bu tutum farklı bir şekilde sürdürülüyor. Gülenciler kanıt yaratma peşindeydiler. Dava dosyasına iki tane dinleme kaydı koyuyorlardı 3 tane fotoğraf bırakıyorlardı. İlginç olan şey bu dönemde buna da ihtiyaç duyulmuyor. ‘Ben iddia ettim sen burada bir konuşma yaptın bu konuşmayı örgüt adına yaptın ben sizi suçluyorum.’ Böylesine çok basit bir mantık üzerinden yürüyen bir yargılama faaliyeti var. O açıdan bakıldığında bu dönemdeki yargılama pratiklerinin 1925’ler ya da 1937-38’lerdeki İstiklal Mahkemelerinin pratiklerinden zihniyet olarak bir farkı yok. Biçim olarak olan farkı ise avukat tutulabiliyor. Burada bir hakim, mahkeme var usulüne uygun bir şekilde atanmış bir hakimin karşısındasınız… Sadece şeklen eline verilen yetkiye dayanarak bir karar açıklıyor. Diyor ki sen suçlusun ve seni mahkum ediyorum burada adalet çıkmaz. Bu bir hakikat değil. Bu Kürtlerdeki öfkeyi derinleştirir, bir hafıza güncellenmesine de yol açar. Yarın toplum, hareketleri, örgütleri, partileri dinlemeyebilir evet siz bize birlikte yaşamayı, demokratik bir Türkiye’yi Türkiyelileşmeyi önümüze koyuyorsunuz ama onlar bizi ret ediyor. Ret ettiklerine göre biz yeni seçimler yapmak zorundayız. Bugün Kürt toplumunun yaygın olarak tartıştığı konu budur. Birlikte yaşamanın artık uygun koşul zemin kaldı mı kalmadı mı? Kürtlerin gücü yetmez o ayrı bir şey ama bu zihinsel kopuşu tamamlamak Kürtler açısından birlikte yaşanamayacağına dair kesin bir karara ulaşma, bu sürece doğru gidiliyor” dedi.

AYM’NİN BALBAY KARARI NEDİR?

Ergenekon davasında yargılanan ve 34 yıl hapis cezasına çarptırılan CHP İzmir Milletvekili Mustafa Balbay'ın "adil yargılanma hakkının ihlal edildiği", "uzun tutukluluk süresi" ve "yasama dokunulmazlığını kullanamadıkları" gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuruda bulunmuştu. Balbay'ın başvurunu kabul eden Anayasa Mahkemesi'nin 4 Aralık 2013 tarihinde açıkladığı kararında Balbay'ın adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar vermişti. Mahkeme ayrıca Balbay'a 5 bin lira manevi tazminat ödenmesine hükmetmişti. Balbay'ın milletvekili seçildikten sonra yaklaşık 2 yıl 4 ay tutuklu kaldığına işaret edilen kararın gerekçesinde, "Başvurucunun milletvekili olduktan sonra tutuklu kaldığı süre de gözetildiğinde, seçilme ve milletvekili olarak siyasi faaliyette bulunma hakkı yönelik bu ağır müdahalenin ölçülü ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olduğu söylenemez" denilmişti. Kararda, Balbay'ın “Tutukluluğun devamı şartları olmamasına rağmen gerekçesiz tutuklu kaldığı” ve “makul sürenin aşıldığı”, “yemin ettirilip parlamentoda göreve başlatılmamasının seçilme hakkına” ve “seçmen iradesine” de müdahale olduğu tespiti yapıldı.