Ahmet Şık: Gerçeklerle savaşamazsınız, savaşırsanız da kaybedersiniz

İSTANBUL - ODA TV davasında savunma yapan tutuklu gazeteci Ahmet Şık, “Eski suç ortağının kanlı kalkışmasını 'Allah'ın lütfu' fırsatçılığına çeviren iktidar, engellenen darbecileri kıskandıran bir cunta rejimini hayata geçirdi. Gücünü gerçeklerden alan bir şey ile savaşamazsınız. Savaşırsanız da bilin ki kaybedersiniz” dedi.

Gazeteci Ahmet Şık'ın da yargılandığı Oda TV davasının karar duruşması, Çağlayan'da bulunan İstanbul 18. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülüyor. Gazetecilerin ve izleyicilerin alınmadığı 13 sanıklı davanın duruşmasına, Şık tutuklu bulunduğu Silivri Cezaevi’nden getirilirken, gazeteciler Nedim Şener, Yalçın Küçük ve Soner Yalçın ile eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı duruşmada hazır bulundu.

Kimlik tespiti ile başlayan duruşmada, daha önce duruşmada kalpak takılmasını istediğini ancak kabul edilmediğini belirten gazeteci Yalçın Küçük, heyetteki türbanlı hakimi hatırlatarak, "Görüyorum ki türbana izin veriliyor, kalpak cumhuriyetin simgelerinden biridir, izin verirseniz takmak istiyorum" dedi.

Mahkeme heyeti, Küçük'ün talebini kabul etti.

'GERÇEKLERLE SAVAŞAMAZSINIZ'

Duruşmada ilk olarak, “FETÖ/PDY, DHKP-C, PKK” propagandası yaptığı iddiasıyla tutuklu bulunan gazeteci Şık, tutuksuz yargılandığı Oda TV davasında savunma yaptı. Yazdıkları haber ve yorumlar ile yayınlamaya hazırladıkları kitaplarla suçlandıklarını belirten Şık, “Gücünü gerçeklerden alan bir şey ile savaşamazsınız. Savaşırsanız da bilin ki kaybedersiniz” dedi.

Şık'ın savunmasından bazı kesitler şöyle:

“Türkiye bir gariplikler ülkesi, her dönemde bir çok absürtlük yaşandı. Ama evrensel demokratik normların her birinin içinin boşaltılıp, ülkeyi teslim alan bir örgütlü kötülüğün menfaatlerine uygun olarak, tam tersi anlamlara gelecek şekilde yeniden tanımlandığı bir başka dönem olmadı. Öyle ki, yıllar öncesinde yazdığı ‘1984’ adlı eserinde günümüz Türkiye'sini anlatmış olduğu benzetmesi sıklıkla yapılan George Orwell mezarında ters dönmüşse haklıdır. Abartılı bulanlara bir çırpıda aklıma gelenleri sıralayabilirim.

BARIŞ SÜRECİNİN ARDINDAN ÜLKE MEZARLIĞA DÖNDÜ

En yakın örnekten başlayalım. Baskı ve otoriterliği daha da katmerlenerek, geçmişteki ve günümüzdeki cunta rejimlerini kıskandıracak bir tek adam diktatörlüğü demokrasi diye yutturulmaya çalışılıyor. Medyanın büyük kısmının ele geçirildiği, kalanların neredeyse tamamının kontrol altına alındığı, 'Hayır' diyenlerin 'terörist' diye yaftalandığı, hile yapılacağından kimsenin kuşku duymadığı, eşit olmayan koşullarda yapılacak bir referandumu 'millet iradesi' demagojisiyle önümüze getiriyorlar. Kendilerinin ve temsil ettikleri oligarşik düzenin varlığına tehdit içeren bir sonuç ortaya koyan 7 Haziran 2015 Genel Seçiminin ardından o iradenin nasıl ayaklar altına alındığını hep birlikte gördük. Millet iradesinin yanlış tecelli ettiğine karar verip, ülkeyi yeniden bir kan banyosuna sokmakta bir an tereddüt etmediler. 'Baldıran zehri de olsa içeceklerini' iddia ettikleri 'Barış süreci'nin sonunda ülkenin tamamı mezarlığa döndü.

İKTİDAR KARŞITI HER EYLEM DARBE İLAN EDİLDİ

Demokratik gelişimde kastedildiği iddia edilen mesafe sonunda gelinen yerin 'ileri demokrasi' olduğuna inanmamızı isteyenler, basın özgürlüğünün 'en iyi döneminde' olduğuna da 'sizi tasmalarınızdan kurtardık' şeklindeki veciz sözlerle ifade etmişlerdi. Ancak ulusal ve uluslararası meslek örgütlerinin raporlarında Türkiye'nin 'Dünya'nın en büyük gazeteci hapishanesi' olduğu yazıyor. Avrupa Konseyi'nin 47 üyesi içinde, ifade özgürlüğünün en çok ihlal edildiği ülkenin Türkiye olduğunu da belirtmeden geçmeyelim.

Son 10 yılda 'darbe' ve 'darbeci', iktidar mahfilleri ve yandaşlarından en çok duyulan sözcükler oldu. İktidar karşıtı her eylem 'darbe' her muhalif daha da kolaylıkla 'darbeci' diye ilan edildi. Halbuki, siyasi tarihinde birçok darbe bulunan Türkiye'de, kendilerini hedef alan 28 Şubat 1997 darbesi dışındaki tüm cunta rejimleri, Türkiyeli İslamcılar tarafından alkışlarla karşılanmıştı.

DARBE NEDİR, KİME DENİR?

12 Eylül 1980 cuntasının tüm kurumları yerli yerinde dururken, faşist ruhu devletin derinliklerine nüfuz etmişken darbe şakşakçısı İslamcı bir iktidarın 'darbelerden ve darbecilerden hesap sorduğu' iddiası ise hayli ilginçti. 10 yıl önce başlatılan ve bazı kontgerilla artıklarının gerçek suçları soruşturma konusu edilmeden sanık olarak dosyalara serpiştirildiği, bir dizi kumpasla kurgulanmış davalarla memleket güya 'sivilleştiriliyordu' Bir yandan sivilleşme sağlanırken, 'dindar ve kindar' diye tarif edilen taraftarlarının bizzat iktidar tarafından militerleştirilmesinden daha ilginç olansa, AKP'nin siyasi desteğiyle kumpas davaların tetikçiliğini üstlenenlerin daha aylar önce darbeci olarak sahneye çıkmasıydı. Eski suç ortağının, geride bir dolu kuşkulu ve karanlık soru bırakan bu kanlı kalkışmasını 'Allah'ın lütfu' fırsatçılığına çeviren iktidar, engellenen darbecileri kıskandıran bir cunta rejimini hayata geçirdi. Sözün kısası, demokrasilerde yanıtı net olan 'darbe nedir', 'darbeci kime denir', 'sivilleşme nasıl olur' sorularına verilecek yanıtlar herkesin siyasal angajmanına göre farklılık gösteriyor.

Daha birçok örnek vermenin mümkün olduğu bu demokrasi illüzyonunun en büyük paradoksu ise bizzat iktidarın, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin kendisi. Zifiri karanlık bir zihniyeti temsil ediyorlar ama partilerinin amblemi ışık saçan bir ampul. Devlet ve ülke kaynaklarının ve doğanın talan edilerek ülkeyi bir beton cumhuriyetine çevirmeye kalkınma diyorlar. İsimlerinde yer alan adalet sözcüğünün ne anlama geldiğini ise benzer birçok örneği bulunmakla birlikte sadece bu davanın kendisi anlatmaya yetiyor."

Gazeteci Soner Yalçın ise, "Gazetecileri yargılamak, tutuklamak hiç bir mahkemeyi itibarlı kılamaz. Bugün karşınızda oturan düşüncedir” diye belirtti.

Mahkeme aranın ardından Oda TV Genel Yayın Yönetmeni Barış Pehlivan'ın savunmasıyla devam etti. Pehlivan, cezaevinde yaşamanı yitiren Kaşif Kozinoğlu’nu hatırlatarak, “Oda TV davası bir cinayet davasıdır” diyerek, “Rab ve milletten özür dileyecek bir habere imza atmadık” diyerek savunmasını sonlandırdı.

'DAVADA CHP'NİN ROLÜ VAR'

Barış Terkoğlu ise savunmasında, Ergenekon davasındaki hukuksuzlukları yazdığı için yargılandığını belirterek, şunları aktardı: "Topraklarına ihanet edenlerle işbirliği yapan siyasi iktidarı yazdığım için yargılanıyorum. Bu dava çoktan bitti. Keşke hukuk iktidarın fahişesi haline gelmeseydi.” Sait Çakır ise savunmasında, Oda TV davasında CHP’nin rolünün de bulunduğunu ifade ederek, Oda TV operasyonu yapıldığı gün Kemal Kılıçdaroğlu’nun Zaman Gazetesi'ne yaptığı ziyareti hatırlattı.

Daha sonra savunma yapan Yalçın Küçük ise, getirdiği bir kitabı heyete vererek, “Bu heyet bizi cahilleştiriyordu” diye belirtti. Her şeyinin buraya getirilip kaydedildiğini söyleyen Küçük, "Ben suçum” diyerek bağırdı.

Verilen öğle arasının ardından devam eden duruşmada bu kez Hanifi Avcı'nın savunmasına geçildi.

Avcı, savunmasında “Bu olaydaki gerçek Gülen cemaati, kendisini eleştiren kesimleri suçlayarak susturmasıdır” dedi. Gazeteci Nedim Şener ise savunmasını yaptığı sırada firari savcı Zekeriya Öz için “Alçak” sözcüğünü sarf etti.

GAZETECİLER ADLİYEDE BULUŞTU: YANSAK DA DOKUNACAĞIZ

Duruşma öncesi gazeteciler İstanbul Adliyesi önünde bir araya gelerek, açıklama yaptı. Çok sayıda gazetecinin katıldığı açıklamaya, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) milletvekilleri İlhan Cihaner, Sezgin Tanrıkulu ve Mahmut Tanal, Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) Başkanlar Kurulu üyesi Alper Taş, Halkın Türkiye Komünist Partisi (HTKP) Genel Başkanı Erkan Baş, Kırmızı Kedi Yayınevi Sahibi Haluk Hepkon, Berkin Elvan’ın annesi ve babası Gülsüm ve Sami Elvan da destek verdi.

Gazeteciler tutuklu gazetecilerin fotoğraflarının yer aldığı dövizleri de taşırken tutuklu gazeteci Ahmet Şık’ın fotoğrafının yer aldığı “Kumpas sürüyor susmadık susmayacağız” pankartı açıldı. Açıklamada sık sık “Özgür basın susturulamaz”, “Ahmet çıkacak yine yazacak” sloganları da atıldı.

Gazeteciler adına açıklamayı Cumhuriyet Gazetesi yazarı Özgür Mumcu yaptı. "Türkiye için sıradan bir gün bugün" diyerek sözlerine başlayan Mumcu, “Gazeteciler, İstanbul Adalet Sarayı’nda yargılanıyor. Dün olduğu gibi, önceki gün olduğu gibi, hatta önceki yıl ve daha önceki yıl olduğu gibi…” dedi.

'TÜRKİYE DÜNYANIN EN BÜYÜK GAZETECİ HAPİSHANESİ'

Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü'nün (RSF) Türkiye için "dünyanın en büyük gazeteci hapishanesi" olduğunu söyleyen Mumcu, Türkiye'de 58 gazete, 28 televizyon, 34 radyo, 5 haber ajansının kapatıldığını da hatırlattı. Bine yakın gazetecinin sarı basın kartının da iptal edildiğini dile getiren Mumcu, 140’tan fazla gazetecinin tutuklu olduğunu söyledi. "FETÖ" ile mücadele ederken, devletin sinir uçlarına kadar sızdığını söyleyen ve "FETÖ" ile mücadele eden Ahmet Şık’ın tutuklanma gerekçesi olan “FETÖ/PDY, DHKP-C, PKK” propagandasının gerçek dışı olduğuna dikkat çeken Mumcu, “Biraz vicdan sahibi olan, az biraz adalet duygusu nasibini almış hiçbir kimse bu suçlamayı kabul edemez” dedi.

'GAZETECİLİK HAKİKAT ARAYIŞIDIR'

"Gazetecilik ciddi bir iştir. İlkeli, ahlaklı ve cesur olmayı gerektirir. Biz eğriye eğri, doğruya doğru diyen gazeteciliğin kıymetli olduğu kanısındayız. Gazetecilik, her nevi iktidarın sözcüsü ya da aparatı olmak değil o iktidarı sorgulamak demektir" diyerek sözlerine devam eden Mumcu, şunları söyledi: "Gazetecilik hakikat arayışıdır. O hakikatin peşinde koşmaktır. Biz de bugün burada hakikatin ve adaletin peşindeyiz. Ahmet Şık, Kadri Gürsel, Murat Sabuncu, Güray Öz, Tunca Öğreten bugün cezaevindeyse, Özgür Gündem’le dayanışma içinde olan nöbetçi yayın yönetmenleri yargılanıp hapis cezasına çarptırılıyorsa Türkiye’de basın özgürlüğünden söz edilemez."

Dün Oda TV üzerinden gazetecilere yapılan baskıların bugün farklı bir şekilde devam ettiğini vurgulayan Mumcu, “Gazetecilik yapmaya devam edeceğiz. Gazeteciler derhal serbest bırakılmalı ve tutuksuz yargılanmalıdır. Yansak da dokunacağız” diyerek sözlerine son verdi.

GAZETECİLER SALONA ALINMADI: REZALET

Açıklamadan sonra tutuklu gazeteci Ahmet Şık'a destek olmak için adliye binasına giderek duruşmayı takip etmek isteyen gazeteciler salona alınmadı. Salona alınmayan gazeteciler suç duyurusunda bulunacaklarını belirterek, "Rezalet" sloganları attı.