RAKKA - Toplu infaz gösterileri, katliam, kaçırılma, cezalandırılma ve zorla el koyma gibi kelimelerle 3 yıllık DAİŞ esaretini anlatan Tabqalı kadınlar, giydikleri renkli elbiselerle “Özgürlüğün kapısı aralandı. Artık korkmuyoruz” dedi. Kadınlar, çocuklarının ölüm makinelerine dönüştürüldüğünü, karşı çıkanların da kurşuna dizildiğini anlattı.
Fırat’ın Gazabı Operasyonu’nun 4'üncü aşaması olarak, DAİŞ'in Medine’si diye bilinen Tabqa’ya başlatılan hamle bitme aşamasına geldi. Demokratik Suriye Güçleri (QSD) tarafından yürütülen operasyonda, bu güne kadar birçok mahalle ve yerleşim alanı özgürleştirilirken, savaşçıların şimdiki hedefi Tabqa (Fırat) Barajı. Barajın yarısını kontrol altına alan savaşçılar, operasyonlar kapsamında on binlerce sivili de DAİŞ’in elinden kurtardı. Her sokak, cadde ve mahallesinde DAİŞ korkusunun yaşandığı kentte, karanlık dolu günleri anlatan Tabqalı kadınlar, “Özgürlüğün kapısı aralandı” cümleleri ile sevinçlerini paylaştı.
KIZLARINI KORUDU
6 kızı olan 54 yaşındaki Fatima Abdullah, DAİŞ'in esareti altında yaşamanın zorluklarını anlattı. Her gün kızlarından birinin kaçırılacağı korkusu ile yaşadığını belirten Abdullah, çocuklarının çoğu zaman dışarı çıkmasını yasakladığını, kızlarını bir arada tutamadığını, onları akrabalarının yanına gönderdiğini söyledi. DAİŞ’in her şeylerine el koymaya çalıştığını belirten Abdullah, bu durumun savaş süreçlerinde yoğunlaştığını ifade etti.
‘QSD İLE SAVAŞMAYAN 17 GENCİ KURŞUNA DİZDİLER’
Eşini Halep’te yaşanan bir bombardıman sonucu kaybettiğini dile getiren Abdullah, “Yaptıkları ve uyguladıkları şeyleri bize dayandırıyorlardı. Bu şekilde kültürümüz asimile ediliyordu. Arap kültürü ya da İslam bu değildir. Kadına yaşamı yasaklayan bir anlayış, hiç kimseye bir şey veremez. Onlar neredeyse kültürümüzü yok edeceklerdi. Çocuklarımızı birer ölüm makinesine dönüştürmeye çalıştılar. Bunu kabul etmeyen gençler kentin en işlek yerlerinde ya kafaları kesiliyordu ya da çeşitli şekillerde infaz ediliyordu. En son kendilerine katılmadıkları için 17 genci kent merkezinde kurşuna dizdiler. Günlerce cenazeleri ortalıkta kaldı. Kimsenin yaklaşmasına izin vermediler. Bu gençlerin çoğu da QSD’ye karşı savaşmadıkları için öldürüldüler. Benim bir amcamın oğlu da onlara karşı çıktığı için şimdi ortalıkta yok. Yaklaşık 5 aydır hiçbir haber alamıyoruz” dedi.
'KORKU GÜNLERİ BİTTİ'
Aydınlık günler için bir fırsat yakaladıklarını dile getiren Abdullah, Tabqa halkının güne rahatça gözünü açtığını, bu durumu yeniden hissetmenin güzel bir duygu olduğunu belirtirken, “Özgürlüğün kapısı aralandı. Yeniden yaşama döndük. Zulüm ve korku günleri bitti” şeklinde konuştu.
'ARTIK ÖZGÜRÜZ'
İstemedikleri halde yaşam alanlarının işgal edildiğini belirten Emine Salih ise, DAİŞ'ten dolayı iki oğlunun ve eşinin kaçmak zorunda kaldığını belirtti. Sevinçten gözyaşlarına boğulan Salih, DAİŞ'ten çok acı çektiklerini ifade ederek, konuşmasına şöyle devam etti: “Çok zulüm gördük, çok acık çektik. Bunun sevinci ile çok bir şeyi söyleyemiyorum. Onlardan dolayı hem eşim hem de çocuklarım sürgün oldular. Yıllardır onları göremiyoruz. Buradan onlara sesleniyorum. Artık özgürüz. Çetelerden kurtulduk. Şimdi buradan size selam bile gönderiyoruz. Bir an önce gelin. Artık korkmayın. Biz de korkmuyoruz.”
RENKLİ ELBİSELER GİYMEYE BAŞLADILAR
QSD geldikten sonra renkli elbiselere büründüklerini anlatan 28 yaşındaki Esma Mihemed, okulların kapatıldığını, camilerde çocukların çete olarak yetiştirildiklerini kaydetti. Her dışarı çıktıklarında sokakta ve cadde başlarında yabancı insanlarla karşılaştıklarını dile getiren Mihemed, zorunlu durumlar dışında dışarıya adımlarını atmadıklarını belirtti. Dışarı çıkanların başına mutlaka bir şeyler geldiğini söyleyen Esma Mihemed, bu şekilde birçok kadının ortalıktan kaybolduğunu dile getirerek, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Akıbetleri bir daha bilinmiyordu. Biz bunu yaşamamak için evde hapis olmayı kabul ettik. Şu anda gördüğünüz gibi QSD geldikten sonra renkli elbiseler giymeye başladık. Cezalandırma uygulamalarını toplu bir şekilde yapıyorlardı. Bunu yapmadan önce kent içinde anonslar yapıyorlardı. Herkesin gitmesi zorunluydu. Gitmeyen de cezalandırılıyordu. Onun için anlatmak istemiyoruz ama birçok insanlık dışı katliamlara tanıklık ettik. Gözlerimizin önünde insanların kafalarını kesiyorlardı. Ve dünyaya da sanki bu bizim kültürümüzde varmış gibi meşru göstermeye çalışıyorlardı. Bu doğru değil. Biz böyle bir kültüre sahip değiliz.”
Nazım Daştan - dihaber