DİYARBAKIR - Bölgede yürütülen savaş politikalarıyla çocuklarını kaybeden ailelere cenazelerin verilmemesi ve mezarlara dönük saldırıları değerlendiren Adli Tıp Uzmanı Prof. Dr. Ümit Biçer, cenazeye saldırmanın insanlık değerlerine saldırmakla eş değerde olduğunun altını çizdi.
Bölgede son 2 yıldır yoğunlaşan savaş koşulları sonrasında ağır insan hak ihlalleri yaşanırken, AKP’nin yürüttüğü politikalar sonucunda çocuklarını çatışmalarda kaybeden ailelerin mezarlarına saldırı, zorla kaybettirme ve cenazeleri ailelere vermeme gibi uygulamaları da arttı. Yine Dersim’de çıkan çatışmada yaşamını yitiren oğlunun cenazesini alabilmek için Kemal Gün adlı yurttaş 88 gündür açlık grevinde. Cenazeler üzerinden geliştirilen bu politikayı değerlendiren Adli Tıp Uzmanı Prof. Dr. Ümit Biçer, mezarsız bırakma, zorla kaybettirme ve ailelerin çocuklarının cenazelerini almak için ortaya koydukları direnişe ilişkin konuştu.
Dünyada bütün ülkelerde bir iktidar pratiği olarak işkence, insan hak ihlalleri ve mezarsız bırakma politikaları olduğunu dile getiren Biçer, Türkiye’nin de bu örneklerin yaşandığı bir ülke olduğunu söyledi. İnsanların ölüleri üzerinden iktidar kurma girişiminin çok eski tarihlere gittiğini, ama zorla kaybettirmeyle son 100 yıl içinde karşı karşıya kalındığını belirten Biçer, iktidarların şiddet politikalarının zorla kaybettirme, muhalif olanları zorla yok etme üzerinde yürüdüğünü dile getirdi. Biçer, “Cezasızlık pratiği açısından da zorla kaybettirmeler gerçekleştiren insanların hiçbir şekilde yargı önüne taşınmaması ve onlarla ilgili işlemlerin yapılmamasıdır. Zorla kaybettirme, cezasızlık, öldürme, mezarsız bırakma pratiğinin iktidarlar tarafından yaşandığı ve yaşatıldığını görüyoruz. Türkiye’de de bu örnekler çok yaygın bir şekilde uygulanmış. 90’lardan sonra bakıldığında bölgeye özgü bir durum ve sistematik bir şekilde insan hakları ihlali politikası yansımasıdır” diye belirtti.
‘EN AĞIR BİÇİMİ ÖLÜLER ÜZERİNDEN İKTİDAR KURMAKTIR’
Dersim’de oğlunun cenazesi için günlerdir açlık grevinde olan Kemal Gün’ün durumuna benzer durumların dünyada örnekleri olduğunu kaydeden Biçer, özellikle sistematik bir şekilde bu durumun gündeme gelmesinin 2’inci Dünya Savaşı sonrasında görüldüğünü, o zaman da Nazi Almanya’sında “Gece ve Sis Kararnamesi” ile insanların zorla kaybedilmesi, bu kişilerle ilgili herhangi bir bilgi verilmemesi ve bedenlerine ulaşılmamasını ön gören bir politika uygulandığını anlattı.
Biçer, şunları aktardı: “Dünyada bütün diktatörlüklerde benzer uygulamalara rastlanmış. Güney Amerika ülkeleri zorla kaybetmenin, mezarsız bırakmanın en yaygın yaşandığı yerlerdir. Bu da daha sonra zorla kaybetmelere karşı BM protokollerinin hazırlanmasını beraberinde getirdi. Bütün iktidarlar kendi yönetimlerini oluştururken, bunu farklı dinamikler üzerinden hayata geçiriyor. Bunun en ağır biçimi ölüler üzerinden iktidar kurmaktır. Ölüler üzerinden kurulan iktidar aslında sadece ölülere şiddet eylemi değil, yaşayanları geçmişsiz ve geleceksiz bırakma gayretidir. Yine onları yaşananlara dair umut taşımayan, iktidar tarafından ötekileştirme pratiğinin ileri aşamasıdır. Türkiye’ye bakıldığında da 1990’lardan sonra muhalif olanları anadilini konuştuğu için kendi yönetimlerini oluşturmak için gösterdiği gayret ağır cezalandırma faaliyeti olarak hayata geçti.”
‘DEVLET CEZALANDIRMAK İSTEDİĞİNDE MEZAR YIKIYOR’
Dünyadaki diğer örneklerde olduğu gibi ölümler sonrasında cenazelere ait bilgilerin ailelerle paylaşılmadığını dile getiren Biçer, mezarlarına dair hiçbir bilgi edinilemediği ve mezarsız bırakılarak adeta o toplumun geleceksiz kalacağı duygusuyla iç içe yaşamaya mahkum edilmek istendiğini söyledi. Biçer, “Türkiye’de barışın konuşulduğu süreçte aileler kendi cenazelerine ortak bir geleceğe dair umudu güçlendirdi. Cenazelerin bulunması ve onları aileler tarafından kendi elleriyle inandıkları biçimde gömülmesinin sağlanması ve mezarlar oluşturmasına rağmen yine iktidar pratiği şiddetin arttığı ortamlarda bu sefer mezarlara dönük saldırılar yapıldı. Dünyanın bütün ülkelerinde de benzer şekilde yaşandı. Devlet cezalandırmak istediğinde ya mezarını söylemiyor ya var olan mezarları yıkıyor veya elinde o kişilere ait biyolojik beden varsa onların cenazelerini teslim etmeyerek, gömülmeye değer olmadığını algılayarak yakınlarını cezalandırma yoluna gidiyor” diye ifade etti.
Kayıplar, mezarlar ve kayıp mezarların durumu hakkında Türkiye’nin bir an önce zorla kaybedilmeye karşı hazırlanan uluslararası sözleşmelere imza atması gerektiğini vurgulayan Biçer, bu ülkedeki insanlarla barışma isteği varsa bu yaşananların tamamının hakikatini ortaya çıkarması gerektiğini belirtti. Hakikat ortaya çıktığında da failleri adalet karşısına çıkarıp gerekli işlemlerin yerine getirilmesi gerektiğini söyleyen Biçer, öyle olduğu taktirde insanıyla barışabileceği, aksi taktirde ortak bir geleceğin inandırıcı olmayacağına vurgu yaptı.
‘HERKESİN CENAZESİNE SAYGI GÖSTERİLSİN’
Biçer, şöyle devam etti: “Ailelerin de ifade ettiği ‘Yalın gerçekçilik’ onlar ısrarla çocuklarının kemiklerini kendi elleriyle gömmek istiyor. Bu dünyanın bütün coğrafyalarında zorla kaybettirilen ailelerin söylediği ortak söz. Biz yaşayan insanların ölülerimize ortak gelecek kurmak için mezar önlerinde bulunmuş cenazeler karşısında hissettikleri, cenazelere dokunurken yaşadıkları duyguları hissederek yola çıkmalıyız. Ben de bu güne kadar Bosna’da, Türkiye’de farklı yerlerde bulunan mezarlarda, hem bulduğum cenazeler hem de karşı tarafta onu bekleyen ailelerle konuşmamda bir hekim olarak insanlığa yapılacak en ağır travma olduğunu söyleyebilirim. İnsanlar bu travmaları yaşadıkça bu travmalar dalga dalga hepimize yansımakta. Hepimiz benzer şekilde etkilenmekteyiz. Ben bu topraklarda yalnızca şunu istiyorum. Herkesin cenazesine saygı gösterildiği bir ortam istiyorum.”
‘CENAZEYE SALDIRMAK İNSANLIK DEĞERLERİNE SALDIRMAKTIR’
Cenazelere yönelik bir şiddette bulunmanın ailesini cezalandırmak değil bütün insanlığı cezalandırmak anlamına geldiğine vurgu yapan Biçer, bir kişi öldükten sonra kim olursa olsun gömülme hakkının olduğunu söyledi. Kişinin kendi inançları, değerleri doğrultusunda gömülmesinin bir hak olduğunun altını çizen Biçer, cenazelere yönelik herhangi bir şiddet, saldırı gerçekleşmemesi gerektiğini aktardı. Biçer, “Ortak insanlık değeri ancak cenazeye saygı göstermekle olabilir. Biz eğer ötekinin, ötekileştirdiğimizin cenazesine yönelik saldırgan eylemlerde bulunuyorsak kendimizde, ailelerde ve ona tanık olan bütün insanlarda ciddi travmatik anılar yaratıyoruz. Bir cenazeye saldırmak kendisini var eden insanlığı var eden değerlere saldırmak demektir” ifadelerini kullandı.